İnsanların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için gerekli olan besin ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla yeterli, sağlıklı, güvenilir ve besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik bakımdan sürekli erişebilmeleri durumu gıda güvencesi kavramı ile dile getirilir.
Gıda güvenliği ise gıdaların hasatı, taşınması, işlenmesi, hazırlanması, depolanması ve son tüketiciye sunulması sürecinde gıda kaynaklı rahatsızlıklara ya da hastalıklara neden olan fiziksel, biyolojik ve kimyasal nitelikteki çeşitli riskleri önleyecek, zararsız kılacak ya da elimine edecek yaklaşımları ele alan bir kavram.
Gıda güvencesi ve gıda güvenliği birbirine yapışık kavramlar. Birinden söz ettiğimizde diğerini de düşünmek gerekir. Bu yazının başlığında sadece gıda güvenliği ifadesi yer alsa da yazı boyunca her iki kavrama da yeri geldikçe değineceğim. Gıda güvenliği açısından sadece toksik kimyasal maddelerden kaynaklanan sorunlara ele alacağım.
İklim krizi ve toksik kimyasal madde kirliliğinin çocuk sağlığı açısından ortaya çıkardığı sorunlar gıda güvencesi ve gıda güvenliği anlayışımızın çerçevesini değiştirmek-genişletmek gerektiğini gösteriyor. Bazı örnekler vererek söylediklerime açıklık getirmeye çalışacağım.
İklim krizi öncelikle gıda güvencesi açısından bir tehdit oluşturuyor. Değişen koşullara bağlı olarak üretilen gıda maddeleri miktarında ve besin öğesi içeriğinde azalmalar bekleniyor.
Örneğin atmosferdeki karbondioksit miktarındaki artışın buğday, pirinç, soya fasulyesi ve bezelyede çinko ve demir konsantrasyonlarını düşürdüğü gösterilmiştir. Dünya genelinde yaklaşık 4 milyar insan, diyet çinko veya demirinin yüzde 60 ila yüzde 70'inin bu ürünlerden geldiği ülkelerde yaşıyor. Demir ve çinko yetersizliğinin çocukların büyümesi ve gelişmesi üzerinde çok olumsuz etkileri var.
Gıda güvenliği açısından sorun yaratacağı düşünülen sorunların başında ise gıdalarda çeşitli etkenler tarafından oluşturulan toksinler (mikotoksinler), insani kullanım sonucunda gıdalarda kalıntı bırakan toksik maddeler (pestisitler) ve çevresel ortamlardaki toksik maddelerin gıdalara ve sulara bulaşması (ağır metaller, poliaromatik hidrokarbonlar, perflorlu ve poliflorlu alkil maddeler (PFAS) vb.) sorunu geliyor.
Mikotoksinler tarımsal ürünlerde, üretim, taşıma ve depolama sürecinde mantarlar tarafından üretilen toksinlerdir. Değişen iklim koşullarına bağlı olarak baklagiller ve tahıl ürünlerine mikotoksin üreten mantarların daha fazla bulaşacağı tahmin ediliyor. Mikotoksinler büyümede gerilemeye, düşük kiloya ve kansere yol açıyor.
İklim krizinin tarımda pestisit kullanımında artışa yol açabileceğine dair kaygılar da var.
Pestisitler tarımda kullanılan toksik etkili kimyasal maddeler. İnsan ve çevre sağlığı için oluşturdukları tehdit nedeniyle kullanım miktarlarının azaltılması ya da sıfırlanması tartışılıyor. Ancak iklim krizi pestisit kullanımını azaltmak bir yana daha fazla kullanılması sonucuna yol açabilir.
Sıcaklık ve yağış değişiklikleri nedeniyle haşere popülasyonlarının genişlemesi ve yeni habitatlara göç etmesinin pestisit kullanımını artırabileceği tahmini yapılıyor.
Ek olarak, pestisitler kullanıldıktan sonra çevresel ortamlara dağılır ve toprakta, suda ya da havada kalıntı bırakır; değişen iklim koşulları nedeniyle pestisitlerin çevresel ortamlardaki kalıcılıklarının, yani zehirli etkilerinin daha uzun sürebileceğine dair kaygılar da var. Bu durum gıdalara ve sulara pestisitlerin daha çok bulaşmasına yol açacaktır.
Pestisitler sadece bir örnek. Dünya genelinde son derece kontrolsüz bir şekilde kullanılan çok sayıda toksik kimyasal maddeden kaynaklanan kirliliğin çocuklar için büyük bir tehdit oluşturduğunu vurgulamalıyım.
Bu tehdit ve ortaya çıkması muhtemel yeni sorunlardan kaynaklanabilecek tehditler gıda güvenliği anlayışımızı fetüs, bebekler ve küçük çocuklar odağında yeniden ele almamızı gerektiriyor. Ama öncelikle çocukların neden daha hassas olduğuna açıklık getirmeliyim.
Fetüs, bebek ve çocuk, bir dizi biyolojik ve davranışsal faktör nedeniyle iklimle ilgili çevresel etkilere ve hava kirliliğine karşı benzersiz şekilde savunmasızdır.
Fetüste, bebek ve çocuklarda doku ve organ gelişiminin hızı ve bu esnada dikkatle programlanmış metabolik süreçler, toksik kimyasalların (ve diğer stres faktörlerinin) neden olduğu bozucu etkilere karşı çok hassastır.
Ek olarak, kimyasalları detoksifiye etmek (zararsız kılmak), DNA hasarını onarmak ve bağışıklık koruması sağlamak için gerekli biyolojik savunma mekanizmaları da bebekler ve çocuklarda olgunlaşmamıştır.
Bütün bu nedenlerle psikososyal strese ve fiziksel toksik maddelere karşı savunmasızlıkları yetişkinlere kıyasla çok daha fazladır. Dolayısıyla gıda güvenliği, beslenme ve sağlık odaklı kamusal yaklaşımların odak noktasına çocukları koymak gerekmektedir. Çocuk sağlığını korumak genel olarak halk sağlığını korumak, sağlıklı beslenmeyi ve gıda güvenliğini sağlamak anlamına gelecektir.
Bu konuda çeşitli disiplinlerin katkısıyla çok sayıda öneri geliştirilebileceği açık. Önemli gördüğüm bazı önerilere değineceğim.
Bu öneriler içinde olduğumuz siyasal ahvalde ütopik geliyor olabilir. Ama öyle düşünmemeli. Bu önerileri (ve benzerlerini) hayata geçirmek, bir süre sonra bir siyasal tercih olmaktan çıkıp zorunluluk haline dönüşecek. İş ki geç kalmış ve bir toplum olma vasfımızı bütünüyle yitirmiş olmayalım.
Bu hafta boyunca bianet’te yer alan diğer yazılarımda da (Link1, Link2, Link3) vurguladığım gibi çocuk sağlığını korumaya yönelik bir kamusal bakışla oluşturulmuş destek programları çok ciddi toplumsal fayda yaratacaktır. Mesele bir bütçe meselesi değil bir kamusal talep ve siyasal irade meselesidir.
(BŞ/EMK)