Çevre yatırımlarını tamamlamayan termik santraller hala çalışıyor
Temiz Hava Hakkı Platformu, 2020'de mevzuata uygun olmadıkları gerekçesiyle faaliyeti durdurulan santrallerden dördünün çevre yatırımları tamamlanmadığı halde GFB ile çalışmaya devam ettiğini, çevre izni alan iki santralde ise izin süreçlerinin usulüne uygun işletilmediğini açıkladı.
Hava kirliliğinin sağlık etkisi hakkında araştırmalar yapan Temiz Hava Hakkı Platformu, özel sektöre devredilen Türkiye’nin en eski ve en kirli termik santrallerinin 2019’dan bu yana geçici faaliyet belgesi (GFB) ile çevre mevzuatı yükümlülüklerinden sürekli muaf tutulduğuna ilişkin açıklama yaptı.
Santrallerin güncel durumunu değerlendiren Platform, söz konusu santrallerin çevre yatırımlarını tamamlamadan çalışmalarına izin verilmemesi gerektiğini söyledi.
GFB sürecine nasıl gelindi?
“Çevre Kanunu” ve “Çevre İzin ve Lisans Yönetmeliği”ne göre tesislerin, hava emisyon izni, atıksu deşarj izni ve atık depolama sahalarına yönelik lisansını birlikte, entegre çevre izni olarak almaları gerekiyor.
Halen özelleştirme kapsamında olan ve özelleştirilen termik santrallere, entegre çevre izni alabilmeleri için gerekli baca gazı filtreleme ve arıtma tesisleri, atıksu arıtma üniteleri ve atık depolama sahalarını inşa etmeleri ve/veya yenilemeleri adına 2013 yılında Elektrik Piyasası Kanunu’na (EPK) eklenen Geçici Madde 8 ile ek süre tanınmıştı.
2013-2019 yıllarını kapsayan bu muafiyet, süresinin tekrar uzatılması için Aralık 2019’da Meclis’ten geçirilmeye çalışılan düzenleme sivil toplum örgütlerinin ve kamuoyunun yoğun tepkisi sonucu Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmişti.
Ancak ek süre tanınmamasına rağmen Çevre İzin ve Lisans Yönetmeliğinin uygulamaları ve Atıkların Düzenli Depolanmasına Dair Yönetmelikte yapılan değişikliklerle düzenlenen “geçici faaliyet belgesi” kapsamında bu santrallerin çevre yatırımları tamamlanmadan çalıştırılmasına izin verildi. Yani muafiyet süresi fiilen uzatılmış oldu.
İDBAP raporu 2019 sonrası süreci inceledi
İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği’nin (İDPAD), Haziran 2021’de yayınladığı rapora göre, 2020 yılının başında kapatıldığı iddia edilen kömürlü termik santraller yaklaşık 1.5 yıldır geçici faaliyet belgeleri ile hiçbir çevre yatırımını tamamlamadan çalıştırıldı ve tesislerin tamamı toksik atıklarını vahşi depolama yöntemi ile depolamaya devam etti.
Bu raporu temel alarak güncel bir inceleme daha yapan İDPAD, çevre yatırımlarını yapmadan çalışan santraller hakkında idari yaptırımların hala devre dışı olduğu anlaşıldığını açıkladı.
Buna göre, 2020 Ocak ayında mevzuata uygun olmadıkları gerekçesiyle faaliyeti durdurulan santrallerden dördünde hala çevre yatırımları tamamlanmadı ama buna rağmen santraller GFB ile çalıştırılmaya devam ediliyor. Çevre izni alan iki santralde ise izin süreçleri usulüne uygun işletilmedi.
Santrallerde son durum ne?
Temiz Hava Hakkı Platformu, İDPAD’ın termik santrallere yönelik güncel incelemesi ile HEAL-Sağlık ve Çevre Birliği’nin Türkiye’de 50MW üzerinde güce sahip hala çalışan kömürlü termik santrallerin sağlık maliyeti hakkında yaptığı güncel araştırmasını inceleyerek santrallerle ilgili şu sonuçlara ulaştı:
Afşin Elbistan A Termik Santrali (Çelikler Holding, Kahramanmaraş):Haziran 2020’de GFB alarak yeniden çalıştırılmaya başlandı. Geçen iki yıl içerisinde üç defa GFB aldı. Hala GFB ile çalıştırılıyor. 1984 yılında işletmeye alınan Afşin A termik santralinin, 1984’ten bugüne sadece hava kirletici emisyonlarından kaynaklı yarattığı sağlık sorunlarının maliyeti 380 milyar TL. Santralin 16 binden fazla erken ölüme, yaklaşık 35 milyon günün hasta geçirilmesine neden olduğu tahmin ediliyor.
Tunçbilek Termik Santrali (Çelikler Holding, Kütahya): Haziran 2020’de iki ünitesine GFB verilerek işletmeye alındı. Ocak 2021’de GFB’si iptal edildi, ancak yasal olarak kapalı kalması gereken süre içinde yeniden çalıştırıldı. 1956 yılında açılan ve Türkiye’de şu anda hala işletilen en eski kömürlü termik santral olan Tunçbilek santrali, geçtiğimiz 55 yılda 500 milyar TL’den fazla sağlık yükü oluşturdu. 20 bin erken ölüme ve 44 milyondan fazla hasta geçirilen güne neden olduğu tahmin edilen santralin hala çevre izni bulunmuyor.
Seyitömer Termik Santrali (Çelikler Holding, Kütahya): Haziran 2020’de iki ünitesinde GFB alarak işletilen ve daha sonra kapasite artışına da gidilen Seyitömer termik santralinin şu an geçerli GFB’si 12.02.2022 tarihinde bitti. GFB’sinin süresinin dolmuş olmasına, henüz gerekli çevre yatırımlarını yapmamış ve çevre izni almamış olmasına rağmen santral faaliyetine devam ediyor. 1973 yılında açılan santral, işletmeye girdiği yıldan bugüne yaklaşık 490 milyar TL sağlık maliyeti oluştururken, yaklaşık 20 bin erken ölüme ve 43 milyondan fazla günün hasta geçirilmesine neden oldu.
Soma Termik Santrali (Konya Şeker A.Ş., Manisa):Santral 2020 Ocak ayında tamamen durdurulması gerekirken, bölgesel ısı sağlıyor olduğu gerekçesi ile iki ünitesi çalıştırıldı. İki kez GFB verildi ve halen çevre izni olmadan çalıştırılıyor. 1984 yılında açılan santralin toplam sağlık maliyeti 800 milyar TL.
Çatalağzı Termik Santrali (Bereket Holding, Zonguldak):Haziran 2020’de GFB alarak tekrar işletmeye sokulan Çatalağzı termik santrali, GFB süresi 08.06.2021’de bittikten 3 ay sonra 02.09.2021’de çevre iznini almış. Arada geçen süre için uygulanması gereken idari yaptırımların hayata geçirilip geçirilmediği bilinmiyor. HEAL sağlık etki analizinde daha önce işletilip kapatılmış ÇATES-A üniteleri veri eksikliği sebebiyle hesaba katılamadığından; 1989’dan beri işletmede olan ÇATES-B’nin ünitelerinin yol açtığı hava kirliliği analize dahil edildi. ÇATES-B’nin bu süre içinde 1.110 erken ölüme, 2,6 milyon hasta geçirilen güne ve 34 milyar TL sağlık maliyetine neden olduğu tahmin ediliyor.
Kangal Termik Santrali (Konya Şeker A.Ş., Sivas): Santralin Haziran 2021’de alınmış bir çevre izni var. Ancak, GFB'si 04.06.2021 yılında bitmesine rağmen çevre izni bu süreçte değil daha sonra, 30.07.2021 tarihinde alınmış. Çevre izni bitiş süresi ise GFB'nin bitiş tarihinden itibaren başlatılmış ve aradaki izinsiz süreç için bir yaptırım uygulanmamış. 1986’da açılan Kangal Termik Santralinin işletmeye alındığı günden beri topluma yüklediği toplam sağlık maliyeti 446 milyar TL.
Bakanlık zaman ve kirlilik bilgisi vermiyor
GFB ve çevre izni verilen santrallerin, çevre yatırımlarını tamamlamalarına ilişkin zaman planları ve Bakanlığın denetim raporları takip edilemiyor.
Bunun yanı sıra, “ticari sır” gerekçesiyle, zararlı partikül maddeleri açığa çıkararak hava kirliliğine ve halk sağlığına etkisi olan baca gazı emisyon değerleri de kamuoyuna açık değil.
Raporlar kirliliği gösteriyor
Temiz Hava Hakkı Platformu’nun en son yayınladığı Kara Rapor 2021’de, 2017 yılından beri havanın sürekli olarak yüksek derece kirli olduğu illerden biri olan Maraş’ta ve Manisa’da hava kirliliğinin kronikleştiği belirtiliyor. Her iki ilde de hala GFB ile çalıştırılan eski ve kirli büyük termik santraller var.
Türkiye’de hava kalitesini izlemek için yeterli istasyon olmadığının altını çizen Temiz Hava Hakkı Platformu Koordinatörü Deniz Gümüşel şunları söylüyor:
“Kahramanmaraş’ta, 2020 yılında toz (partikül madde) kirliliğine dair yeterli veri üretilemedi. Yetersiz veri nedeniyle hava kirliliğinin halk sağlığına etkisi tam olarak hesaplanamaz iken geçici faaliyet belgesi ve izinlerle en tehlikeli gazları açığa çıkaran termik santraller çeşitli muafiyetlerle mevzuatın etrafından dolanabiliyor. Kamunun bu konuda yaptırım uygulamaması oldukça düşündürücü.”
HEAL-Sağlık ve Çevre Birliği Kıdemli Danışmanı Funda Gacal ise şu ifadeleri kullanıyor:
“Kömür yakıtlı termik santraller iklim değişikliğinin yanı sıra başta hava kirliliği olmak üzere, hem insan sağlığına zarar veren hem de alıcı ortamda kaybolmayan ağır metaller gibi pek çok kirletici maddenin sorumlusu. Şu anda yüzleştiğimiz enerji kriziyle beraber, kömürün ucuz bir yakıt olmadığı bir kez daha kanıtlanmış iken, yaptığımız araştırmalar elektrik üretmek için kömür kullanmanın sağlık maliyetini de gözler önüne seriyor.
“Araştırmalarımız veri kısıtlılığı sebebiyle iyimser tahminler olmakla beraber, santrallerin sadece hava kirliliği nedeniyle son 55 yılda yarattığı sağlık maliyetinin Türkiye’nin 2020 yılı gayrisafi yurtiçi hasılasına eşit olduğunu gösteriyor. Bu maliyetin bedeli toplumun sağlığı, uzun erimli çevre etkileri ve kamu bütçesine maddi yük.”
Çevre Mevzuatı muafiyetleri hakkında
2013 yılında yürürlüğe giren 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu Geçici 8. Maddesinde, kamunun elinde bulunan, özelleştirme sürecinde olan ve özelleştirilmiş elektrik üretim şirketlerine ve bunların tesislerine çevre mevzuatına uyuma yönelik yatırımların gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı kapsamında gerekli izinlerin tamamlanması amacıyla 31/12/2018 tarihine kadar süre tanındı. Bu süre Bakanlar Kurulu kararı ile 3 yıl (yani 2021 yılı sonuna kadar) daha uzatılabilir diye de bir açık kapı bırakıldı.
Bu düzenleme çevre örgütlerinin ısrarlı takibi ile ana muhalefet partisi tarafından Anayasa Mahkemesine (AYM) taşındı. AYM, 2014 yılında verdiği kararla1, EPK Geçici 8. Madde’nin Anayasanın 2., 5. ve 56. Maddelerine aykırı olduğu gerekçesi ile iptal etti. AYM kararında şöyle diyordu: “Anayasa'nın 5. maddesiyle kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlama ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlama ödevi Devlete verilirken; 56. maddesiyle de herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu belirtilerek bu hakkı korumanın yine Devletin ödevi olduğu vurgulanmaktadır.”
Ancak 2016 yılında kanunlaşan bir torba yasa ile, iptal edilen Geçici 8. Madde, çevre mevzuatına uyum için geçiş süresi 2019 yılı sonuna kadar uzatılarak yeniden Elektrik Piyasası Kanunu’na tekrar dahil edildi. Ardından çıkarılan bir uygulama yönetmeliği ile madde kapsamındaki santrallerin çevre yatırımlarının ve çevre izin ve lisanslarını alma süreçlerinin izlenmesi için, enerji ve çevre bakanlıklarından oluşan bir komisyon kuruldu. Ancak ilerlemeler kamuoyu ile hiç paylaşılmadı.
Son olarak yine bir torba yasa (7194 sayılı Dijital Hizmet Vergisi Yasası) kapsamında yapılan düzenleme santrallerin çevre mevzuatına uyumuna yönelik yatırımlarını gerçekleştirmesi ve çevre mevzuatı açısından gerekli izinleri alması için tanınan süre, 30 Haziran 2022’ye kadar ertelenmek istendi. Sivil toplum örgütlerinin yoğun kampanyası ile Madde 50 adıyla kamuoyuna yansıyan düzenleme TBMM’den geçmiş olmasına rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından veto edildi ve kanun teklif metninden çıkarıldı.
Buna göre veto edilen kanun değişikliğinin ardından özelleştirilen termik santrallerin tamamının çevre mevzuatına uygun olmadıkları ve çevreyi kirlettikleri için 1 Ocak 2020 tarihinde kapatılması gerekiyordu. Bu durumda olan santrallerin faaliyetleri durduruldu.
Süreçte çevre izni alarak işletilmesine devam eden santrallerin (Yeniköy, Kemerköy ve Çan termik santrallerinin) aslında çevre mevzuatına uyumlarını tamamlamadıklarına, ama buna rağmen çevre izin belgesi aldıklarına dair ise Makine Mühendisleri Odası ve Kimya Mühendisleri Odası gibi meslek örgütlerinin tespit ve itirazları var.
Sektör uzmanları bu santrallerin her birinin çevre mevzuatına uyumlarını tamamlayabilmeleri için yüz milyonlarca dolarlık yatırım yapmaları gerektiğini, şirketler açısından kârlı biçimde özelleştirilebilmeleri için bu yatırımların hukuki ve gayri hukuki yöntemlerle sürekli ertelendiği görüşündeler.
Geçici Faaliyet Belgesi hakkında
Çevre İzin ve Lisans Yönetmeliğinde tanımlanan, 1 yıl süresi olan, beyana dayalı ve daha basit kriterleri olan bir belgedir ve çevre izni almak için ön koşuldur. Santralin, ilgili çevre yatırımını yapmaya başladığını ifade eder.
Yönetmelik gereğince, GFB'si olan ancak 1 yıl içerisinde hala çevre izni/çevre izin ve lisans belgesi alamayan tesislerin ise 1 yılın sonunda GFB'si iptal olur. Tesisin tekrar GFB'ye başvurması gerekir. Ancak, tekrar GFB başvurusu yapılması için ise tesisin 60 gün kapalı kalması gerekir. Eğer tekrar çevre izni alamazsa, 90 gün kapalı kalır.
GFB sürecinde bir defa çeşitli gerekçelerle (yakıtın veya yakma sisteminin değişmesi, faaliyetin değişmesi, kapasite artışı, prosesteki çeşitli değişiklikler vb.) GFB alındıktan 6 ay içerisinde GFB yenileme işlemi yapılabilir.
(TP)
* Temiz Hava Hakkı Platformu'nun söz konusu termik santrallerin çalıştırılmasına karşı başlattığı imza kampanyasına destek vermek için tıklayın.
Cezaevinde yalnız olmadığınız hissi gerçekten çok mühim. En önemli kısım: NEŞE! Neşeniz size yardım edecek. Neşenizi, kahkahanızı kaybetmeyin, ağız dolusu gülün!
Çiğdem Mater’in mektubu, ilk olarak BirGün’de yayımlanmıştır.
Sevgili herkes,
Aslında cezaevi adeti yeni tutuklanana postayla mektup, kart göndermek, ismiyle cismiyle “merhaba” demek. Ama son altı yedi ayda o kadar kalabalıklaştınız ki, çareyi sizlere içeriden içeriye mektup yazarak, BirGün üzerinden “merhaba” demekte buldum. Sizlere isimlerinizle hitap etmeyi çok isterdim ama hepinizin adını yazmaya kalksam, birkaç gün tam sayfaya ihtiyacım olurdu, mazur görün!
İlk tutuklandığımız günlerde, gelen giden herkese “biz hızlıca çıkamazsak, hepiniz ufak ufak yanımıza gelirsiniz” diyordum, muhtemelen benden önce tutuklanan pek çok kişinin kurduğu bir cümleydi bu. Kehanetim, kehanetimiz doğru çıktı diye sevinecek değilim ama bir yandan hapse girmenin “normalleşmesi”ni saçma ve tuhaf olsa da iyi buluyorum. Eskiden utanılan fısıldanan bir şeydi, şu anda nerdeyse gurur duyulan bir hal oldu.
Geçen de şunu düşündüm: Cumhurbaşkanı seçilme koşullarından (-bence epeyce manasız olan) üniversite mezuniyeti şartı kaldırılsın yerine hapse girmiş olma şartı konsun. Önümüzdeki 20-30 yıl siyasi yelpazenin herhangi bir kanadında aday sıkıntısı yaşamayız. Biz, 2022 Nisan’ında tutuklandığımızda Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinden “merhaba”lar almıştık, tanıdık, tanımadık, aynı hukuksuzluğu paylaştığımız bir sürü insandan kartlar, mektuplar…
Cezaevlerinden gelen “merhabalar”ın kıymeti çok, yalnız olmadığınız hissi paha biçilemez, ayrıca “yeni girdiğiniz” ortama dair mekanın sahiplerinden gelen öneriler altın değerinde! Eminim sizler de böyle çok mektup alacaksınız, son birkaç ayın tutuklanma sayılarındaki delirmeye bakarsak, muhtemelen almaya başladınız bile! Bu mektupların bir kıymeti de bence tarihin bizimle “bizim başımıza gelenle” başlamadığını kanıtlamaları.
Sadece bugünlerden bahsetmiyorum, hadi Osmanlı'yı geçelim, cumhuriyet tarihini esas alalım, 100 yıldır herkese oldu, herkese olabilir, herkese olacak…
Son birkaç aydır pek çok yerde sarı öküz göndermeleri çıkıyor karşıma. Doğrudur sarı öküzü kestirmeyeydik iyiydi de, herkesin de anlaşılan sarı öküzü kendine, İstiklal Mahkemeleri’nden Takrir-i Sükun’a, Varlık Vergisi’nden Yassıada’ya, Deniz Gezmiş-Hüseyin İnan-Yusuf Aslan’a, 12 Mart’a, 12 Eylül’e, 28 Şubat’a, Cumhuriyet davasına, ilk kayyımlardan Gültan Kışanak’la Fırat Anlı’ya, ilk parti eş genel başkanları Selahattin Demirtaş’la Figen Yüksekdağ’a, Kobanî’den Gezi davasına, aradaki sayısız kayyıma, öyle çok sarı öküz kestirdik ki “senin sarı öküzün hangisi?” diye test yapsak, şıklar A’dan Z’ye yol olur, bu andıklarım bir avazda aklıma gelenler…
Ama biz, “içerdekiler”e , bize dönersek, gerçekte aslolan sade bize olmadığı, herkese her zaman olduğu, ve ne yazık ki böyle giderse, olmaya devam edeceği bilgisi, bu bilgi, tuhaf ve saçma ama insanı ayakta tutuyor.
Cezaevinde yalnız olmadığınız hissi gerçekten çok mühim. Bir de, bence, gündelik hayatın akmasını sağlayan rutin! İlk aldığım mektuplarda, herkes “rutinini yarat” diyordu. İlk günler far görmüş tavşan, sudan çıkmış balık gibi olduğumdan çok anlamamıştım. (-merak etmeyin, o şaşkın haliniz, çok çabuk geçecek, “telefonum nerede?” falan diye düşünmeyi hızlıca terk edeceksiniz!), sonra anladım. Cezaevinde zaman, rutininizi oturttuğunuzda şaşırtıcı ama epeyce hızlı akıyor. Rutin kırılırsa, ki memleket sağolsun, rutini kıracak malzeme üretme manasında dünya markası, o günler saatler geçmiyor, o yüzden rutine sarılın!
Benim için rutinin bel kemiği okumak ve yazmak, dolayısıyla en mühim yer kütüphane. Neden belli değil, memleketteki her cezaevinin kuralı, kaidesi farklı, yıllarca akademi özerk olsun dedik, meğer cezaevleri özerkmiş. Her cezaevinin kitap kaidesi,kuralı da farklı ama yolunuzu, yönünüzü hemen bulacaksınız, eminim. Okuma ritmimi oturttuğumda, en şaşırdığım şey cezaevinin doğası gereği, hemen hemen hiç dış uyaran olmadığından, ne kadar hızlı ve içselleştirerek okuduğumdu. Yani, durduk yere cezaevi övmek istemem ama dikkatinizi dağıtacak hiçbir şey olmayınca, okumak bambaşka bir ritim kazanıyor.
Gündelik hayatta en dikkat etmeniz gereken şey elbette sağlığınız. Aslolan kendinizi iyi tutmanız. İlk zamanlar kilo vereceksiniz, panik olmayın ama yeme-içmenize (-elbette koşullar dahilinde, mümkün olduğunca!) dikkat edin. Koğuşların ve hücrelerin efsaneleri semaver ve kettle’ların neler pişirebildiğine inanamayacaksınız! Hem mutfakta hem de gündelik hayatta o kadar yaratıcı fikirler bulacaksınız ki, kendinizle gurur duyacaksınız.
Hakkınızdır, duyun! Kendinize imkanlar ölçüsünde “alanlar” yaratın, kendinize ait bir masa, bir kenar, köşe, kalabalıkta zor biliyorum ama deneyin!
Sırrı Süreyya Önder: “Uzun bir geleceği düşünüyoruz”
Kürt sorununda çözüm tartışmalarının en önemli isimlerinden biri olarak İmralı Heyeti’nde yer alan Sırrı Süreyya Önder ile barış süreçlerinde çoğu zaman göz ardı edilenleri konuştuk.
Sırrı Süreyya Önder, nereli? Kürt mü, Alevi mi? Hangi filmleri çekti? Dijital bilgi kaynaklarında adını arattığınızda onun hakkında en çok merak edilen sorular bunlar. Ama onun hikâyesi, arama motorlarına sığmayacak kadar derin ve virajlı.
1962’de Adıyaman’da başlayan hayatı, uzun yol şoförlüğünden cezaevi yıllarına, sinemadan siyasete uzanan bir yolculuk oldu. Türkiye’nin her köşesinde bir hikâye biriktirdi; o da hikâyeleri hem perdeye hem de meydanlara taşıdı. Siyasete adım attığında da hikâye anlatıcılığını bırakmadı —bu kez barışın, ortak bir geleceğin mümkün olduğunu haykırarak. Çözüm Süreci döneminde, 21 Mart 2015'te milyonlarca insana barış mektubunu okuyan yine o oldu.
Sırrı Süreyya Önder, şimdi yine “Yüreğimiz elimizde, barış için geziyoruz,” diyerek yollarda. Kürt sorununda çözüm tartışmalarının en önemli isimlerinden biri olarak, İmralı Heyeti’nde.
Uzun yolların ve ağır kelimelerin insanı Sırrı Süreyya Önder’le, barış süreçlerinde çoğu zaman göz ardı edilenleri ve sürecin halet-i ruhiyesini konuştuk.
Öcalan’la yeniden görüşme
Abdullah Öcalan’la görüşen heyette olmak sizin için nasıl bir his? Onu yıllar sonra gördünüz. İlk anda aklınızdan neler geçti?
Bu soruya kişisel bir bağlam ekleyerek cevap vermek isterim.
Benim için öncü siyasetçiler, birçok özelliğinin yanında hakikat arayışında olan kişilerdir ve bu hakikat de herkese alenidir. Siyasette kişinin konumu değil, dile getirilenin, konuşulanın, çözülmek istenenin içeriği daha çok dikkatimi çeker. Yani hedef ya da amaç benim için birincildir. Söz konusu ettiğimiz şey, toplumsal barıştır. Bunun için küçük ya da birileri tarafından basit olabilecek kanaatler bile, değerler kadar kıymetlidir. Kürt sorunu, barış gibi konular, hep düşünülen ama hissetme noktasında tıkanan konular olmuştur.
Hissetmek denildiğinde bir şeyi ya da bir fikri temsil etme anlaşılmıştır. Aynı zamanda his, kavramsız bir görüyle sınırlandırılarak duygusal bir alana hapsolunca ya bir yanda kalakalmış ya da içeriksizleştirilmiştir. Bu anlamda Öcalan, neredeyse şirazesi kopmuş bir kitabı, Kürtler ve Türkler bahsini yeniden ele alıyor ve ben de tanıklık ediyorum; aklıma gelen ilk şey, bu tarihi bir an ve fırsattır. Uzun bir geçmişten geliyoruz ve uzun bir geleceği düşünüyoruz, buradan da diri, eşit, adil ve özgür bir insan soyu duygusu… Kurutulmuş bir dalı yeniden yeşertme çabası. Bu, aklımdan geçen bu…
*İmralı Heyeti üyeleri, Abdullah Öcalan ve İmralı’da bulunan diğer mahpuslar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş, 27 Şubat 2025. (Fotoğraf: DEM Parti)
Görüşmelere giderken heyette nasıl bir duygu paylaşımı vardı? Yol boyunca sizi hangi düşünceler meşgul etti? Üstelik dozu bir hayli yüksek eleştiri, kaygı ve sitem sağanağı altında.
Bir şeyi çözemediğimizde burkuluruz. Toplumsal ve siyasal olarak kimi sorunlar babında bir demans tutumumuz vardır. Kimi ilaçlar alıyoruz ancak ilaçlar kadar (öneri, çözüm ve söz) yürümek de önemlidir. Biz ikinci keredir yola çıktık… Bizi ‘boş yapanlar’dan ayıran da budur: Hareket etmek. Hareket ettikçe beynimiz ve kalbimiz açılır; algılarımız artar, bilinç düzeyimiz yükselir; böylece ruhsal erozyona karşı durulur. Biz yürümek istiyoruz ve birileri de elbette durdurmak isteyecektir.
Bu anlamda Schopenhauer’ın bir zamanlar felsefe için söylediği kimi imaları siyaset için de söyleyebilirim: “Siyaset çok kafalı bir canavardır ki her biri ayrı bir lisanla konuşur… Siyasetçi ise gece vakti nara atıp insanları rahatsız eden külhanbeyleri gibidir…” İşte biz, yola çıkmıştık, elimizdeki tek harita da İmralı’ydı… Yol burayı gösteriyordu ve bizim idealimizdeki siyasetçi sürekli yolda olan kimseydi… Biz de yoldaşlarımızla beraber yoldaydık yine… Herkes tarafından anlaşılmak önemli, kendimizi de bu yolda anlamak ve geliştirip dönüştürmek daha önemli. Önümüzdeki yol da arkamızdaki yol da bizimdi. Üstelik arkamızda bin yıllar vardı ve Öcalan, egemenler tarafından yıllarca derinleştirilen bir kuyudan çıkmak için ip örüyordu…
Ben ve Pervin Buldan, bu yolculukta bunları konuşuyorduk durmadan.
“Tarih meleği”
Bunca yıl sonra hem ilk sürecin içinde bulunmuş hem de bugün yeniden bu sürecin parçası olmuş biri olarak, barış mücadelesini insan ömrü üzerinden nasıl tanımlarsınız?
Barış için savaşmak insanı genç kılar, sonuç alınırsa da mutlu olunur. Tarih Meleği diye Walter Benjamin’den bize kalan bir metafor vardır. Bu meleğin yüzü geçmişe çevrilidir… Bize bir olaylar zinciri olarak görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. Burada biraz daha kalmak istiyor melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek için. Ben de şu üç günlük dünyada bu melek gibi çekip gitmeden bunları yapmak istiyorum ve bunları yapmak isteyenlerle de bir arada olmak mutlu ediyor beni. Melek bunu başaramıyor, çünkü cennete çağrılıyor ve ölüm diye bir şey yok onun hayatında. Bense, barışı görmek istiyorum… Yürüdüğüm yol da bana daha çok yürü diyor. Türküdeki gibi.
Ömür bir nefes arası…
Her kişi hayatını anlamlandırmaya çalışır. Barışla ve özgürlükle anlamlandırmak hoştur. İnsana yakışandır. Bazen bir insan ömrünü aşar. Bizden önce hayatını buna adayanlara da borcumuzdur.
*Önder ve kızı Ceren, Kocaeli 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'ndeki görüşte.
İlk Çözüm Süreci’ndeki hislerinizle bugünküler arasında nasıl bir fark var? O dönemki umutlarınızla bugünkü beklentileriniz arasında nasıl bir değişim oldu? Bir kıyaslama yapacak olsanız, neyin daha zor/kolay ya da daha farklı olduğunu söylersiniz?
Tarih meleğinden bahsettim, tekrara düşmek istemem; hislerimi de dile getirdim zaten. İki dönem ya da iki süreç arasındaki fark, tarafların değişimiyle ilgili bir durumdur ki fark zaten değişim demektir ve her değişim hareketi üretir; her taraf kendince farkı belirler, karşılaştırma ve anlamlar yükleme dönemi diyebiliriz belki buna. Nihai çözüm ise farkların ortadan kalkıp bir çözüme ulaşmaktır…
“Çağların günahından arınmaya çalışıyoruz”
Geriye dönüp baktığınızda “Keşke şunu daha farklı yapabilseydik” dediğiniz bir şey var mı?
Yapabilseydik, ya da olmadı, oldu gibi ifadelerin açıldığı tek kapı suçluluktur ve bu kapıdan içeri girdiğiniz zaman sizi iki şey karşılar: Pişmanlık ve günahkârlık. Benim pişman olduğum ve günahını üstüme aldığım bir durum yok. Çağların günahından arınmaya çalışıyoruz. Bu meselede de tarihte, felsefe ve sanatta gördüğümüz bir şeyler vardır: Bağışlama ve bağışlanma. Amaç da acının ortadan kalkması… Acı ortada var oldukça ceza ve suç da büyüyor. Denedik, bir daha deniyoruz, hayatımızı buna verdiğimiz için de keşkelerim yoktur. Ne zaman ve ne kadarını yapabiliriz derdindeyim…
Bu süreçte en çok zorlandığınız ya da yalnız hissettiğiniz anlar hangileriydi?
Ahmaklıktan başka beni yalnız hissettirecek hiçbir şey yoktur. Onunla baş etmek zordur. Mesela Nevşin Mengü benim İran’da ya da Suudi Arabistan’da irtica deneyimleme stajına gönderilmemi istedi. Üstelik de çok lümpen bir dille talep etti bunu. Ertuğrul Özkök hep gülen yüzüme taktı kafayı ve tam üç yazı yazdı. Bir gün bile yerinden kıpırdamadığı hak mücadelesi kulvarında benim hakkı yenenler arasında bir hiyerarşi oluşturduğumu söyledi. Bence takıldığı gülümsememdi. Bir gün ona ameliyata girerken, cezaevine girerken, hep gülümseyen fotoğraflarımı göndereceğim. Beni tanıyanlardan dinleyebilir, anılarını yazanlardan okuyabilir, ben işkencelerde ve ölüm oruçlarında bile gülmeyi unutmayan birisiyim. İşte bu ve benzeri ahmaklıkların karşısında zorlanıyorum bazen.
Ne yaparsınız böyle zamanlarda?
Sakinlik ve cesaret limanına demirlerim. Orada bileşimi çok sağlam bir dip kayalığı vardır çünkü. Gerisi tarihin hükmüdür. Birlikte ya da birkaç eksikle birlikte göreceğiz.
*Önder, Pervin Buldan ve Ahmet Türk. (Fotoğraf: DEM Parti)
Barış
Barışı sadece bir müzakere süreci olarak mı görmek gerekir, yoksa barış aynı zamanda bir toplumsal hafıza ve duygu değişimi mi?
Barışı barış olarak görmek gerekli…
Sizce bu tür süreçlerde en büyük yanılgılar neler oluyor?
Hatalı bilgilerden, bu mesele çözülmez gibi dogmatik söylemlerden kaçınmak gerekli. En büyük yanılgı, hatalı bilgiler ve hatalı bilgileri kategorize ederken kullanılan kimi ölçütlerdir, buradan bir fikir çıkmaz. Şimdi Öcalan üzerinden bir fikir ortaya çıktı ve hepimiz bu fikrin ete kemiğe bürünme aşamasındayız. Fikri olgunlaştıran da sabır ve zamandır…
Daha önce yaşanan sürecin nasıl sonuçlandığını düşündüğünüzde, sizi en çok endişelendiren ihtimal ne?
Olumsuzlukları ve kötü sonları düşünmek istemem ve şimdiden endişeden söz etmek de pek yerinde değildir. Korku ve endişe, bir fikir olmadığı zamandır ama şimdi, bir fikir var.
Devlet Bahçeli ile görüşmelerinizde nasıl bir psikolojik ortam vardı? Sizinle konuşurken samimi miydi, yoksa daha çok politik bir mesafe mi hissediyordunuz? Ve şunu da merak ediyorum, Habertürk yayınında onu “övdüğünüz” için eleştirildiniz, bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Eleştiri ciddi bir şeydir; olduğu zaman değil, olmadığı zaman üzülmek gereklidir. Bir soruyu yanıtlamak, bir sorunu çözmek için de eleştiri şarttır ve hatta, deminden beridir dile getirdiğim yürümek bahsi için de yol göstericidir, haritadır; yeter ki tutarlı, uygun ve yeterli olsun… Sayın Bahçeli bir fiskeyle birçok tabuyu yerle bir etti. Neler bunlar hatırlayalım. Bu cumhuriyet Kürdün de cumhuriyetidir dedi, ve ‘Kürt kökenli’ inkarını dil ve resmi söylem alanından defetti. Sayın Öcalan’ı Meclis'e davet etti. “Kurucu Önder” kavramını kullandı. En önemlisi “Geleceği birlikte kuralım,” dedi. Bunun yarısını söyleyen herkese teşekkürü bir borç bilirim.
Barış, sizin için siyasi bir mesele olduğu kadar da…
Soruyu bir cümleyle tamamlayayım: Barış, herkesin kendi hayatını yaşamasıdır… (TY)
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından...
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından beri "Küba" isimli köpekle ev arkadaşı.