Memleket gibi bir şeydi varlığın
Bu nedenle sensizlik gurbettir bana
Şimdi ya yokluğuna ağlayacağım
Ya da yanı başımdan eksik olmayacak yoldaşlığın...
İtirazın ve alternatifin insanı
17 Mart’ta Mehmet Eren’i sonsuzluğa uğurladık. Onu anlatmak hem zor hem kolay. Kolay, çünkü göğsüne baktığınızda yüreğini, yüzüne baktığınızda düşüncelerini göreceğiniz kadar şeffaftı; samimiydi. Zor, çünkü tüm açıklığına rağmen onun devrimci bir iç dünyası, içinde büyüttüğü bir çocuk, bir gençlik hali vardı. Bize yansıtmasa da içinde hiç dinmeyen fırtınalar taşırdı.
Bir yetişkinin günde 15 kez, bir çocuğun ise günde 400 kez gülümsediği söylenir. Mehmet’in yüzünde hep o içindeki çocuğu yaşatmış/korumuş olmanın gülümsemesi vardı.
Pek çok insan onu nereden tanımışsa oradan bakardı; o ise son 55 yılını bir bütün halinde devrimci kimliğinde barındırırdı; onun için dün, bugünün hem tercümesi hem temeliydi; her ne yaşandıysa bu, bir yaşam biçimiydi.
Devrimciliği bir yaşam biçimi olarak benimseyen, gündelik yaşamı devrimcileştiren niteliği ile pek çok insanın hayatına dokundu. Öyle ki bazen etrafına hissettirmeden insanların hayatını kolaylaştıracak dokunuşlarda/müdahalelerde bulunurdu.
Mehmet Eren’in mücadelesi, 12 Eylül sonrasında da kesintisiz biçimde devam etti; 1983 Ekim’inde tutsak düştü. Tutsaklık sonrasında dışarı çıktığı andan sonsuzluk yürüyüşüne kadar hemen hiçbir dönem mücadeleden kopmadı. İtirazın ve alternatifin insanıydı; kendine bile isyanı vardı.
Sevgi ve dayanışma insanı
Devrimcilik, yaşama sevgi eksenli bakmaktır; insanın içindeki iyiyi açığa çıkarmaktır; tanımlı toplam değerler eşliğinde anı güzelleştirirken aynı zamanda ütopya sahibi olmaktır.
Bazı insanlara devrimcilik çok yakışır. Öyle çok yakışır ki onlar yaşamının her kesitinde devrimciliği hayata tercüme eder gibidir. Hayatının her kesitinde devrim yapar gibidir. Yaşamın her kesitinde değdiği her insanla yoldaşlaşır gibidir. Onların devrimciliğine tanık olmak için geçmişe gitmeye veya olağanüstü pratikler içindeki rolüne bakmaya gerek yok. Çünkü onlar, olağanüstülüklerin değil her anın, yaşamın bizzat kendisinin devrimcisidir. “Nöbetçi” devrimcilerden, part-time devrimcilerden, devrimciliği boş zaman işi olarak görenlerden farkları budur. Onlar, hayatın bizzat kendisini devrimci normlarla ören insanlardır. Tam da Che Guevara gibi.
Mehmet’in Che’ye özel bir ilgisi vardı. Che’ye devrimcilik sorulduğunda doğruluk aşkından, insanlık aşkından, adalet aşkından söz eder. Mehmet’in “Che aşkı” buradan geliyordu. Düşünün ki yumruğu havadaymış gibi gülmek, daha çok yıldıza yumruk değdirmek için en yükseklere uzanmak, mimiklerinin her çizgisinde şiirsel anlam taşımak, devrimciliği ruhen ve bedenen içselleştirmiş olanların işidir. İşte Mehmet bunlardan biriydi. Bu bir devrimcilik tarzıdır. Bu tür insanlar ne kadar yaş alırsa alsın genç kalır. Onlar Dev-Gençlidir. Mehmet tüm zamanların Dev-Gençlisidir.
Evet o kimilerinin bildiği gibi Bostancı’nın “Bıyık Mehmet”iydi ama aynı zamanda Kadıköylüydü, Maltepeliydi, Kartallıydı.
O, dünden devraldığı ve koruduğu nitelikleriyle, bugünkü çözülmenin, yozlaşmanın, savrulmanın, yaşamı boş geçirmenin antiteziydi. Bunun tam tersi olan yaşam biçiminin öznelerindendi. Bugün artık kimileri 25’inde ölüp 75’inde gömülüyor. Çünkü boş yaşıyorlar, amaçsız ve niteliksiz yaşıyorlar.
O, 73’ünde öldü ve yaşamının bütününü dolu dolu yaşadı. En güzel, en örnek, en şanslı kuşaktandı. Hayatı, devrimciliği çok sevdi, biz de onu çok sevdik. Sevdiğimiz oranda da son yolculuğunu kabullenemedik; özellikle ben, hiç kabullenemedim. Bu nedenle, yazının bundan sonrasında ona doğrudan sesleniyorum...
Ne ölümü, ne yaşlanması be kuzum?
Senin gözlerindeki Dev-Genç gülümsemesi yaşlanır mı sanıyorsun? Daha bir çok düşmesi, kalkması, gülümsemesi olacak bu yolculuğun. Hadi gel, yine gözyaşlarımız karışırcasına gülelim seninle; anlatılması zor meseleleri konuşmadan, sessizce, duygu dökerek anlatalım birbirimize. Daha önce de yüreğimde senin için yazdığım metinleri, düşsel fiilleri kimseyle paylaşamasam da iyi gelirdi bana; bundan sonra da yapacağım ama “ah keşke” yaşamasaydım o eksilme hissini.
Süreyya plajı değişmiş, Maltepe eski Maltepe değilmiş; yüreğim takar mı böyle şeyleri? Biz yine sanki ‘80 öncesiymiş gibi konuşacağız eskileri, yeniymiş gibi yaşayacağız o deneyimleri; Ben seni eskitir miyim hiç?
Ben seni çok sevdim be gülüm; sana hiç yakışmadı ölüm. Sana öyle yakışmıştı ki Maltepelilik, “Erenlik,” üzerine toz konmamış çocuk yüreği, yoldaş güzelliği, “abi kapsayıcılığı” diyeceğim ama sen onu “yaşlılık” gibi algılama. Sen hiç yaşlanmadın ki be gülüm.
Sana itiraf ediyorum, hayatımda nadiren (mesela Kadir için) yaptığım şeyi yaptım; mendirekten denize götürüp döktüm gözyaşlarımı. Bir martılar tanık oldu; bir tek martılara gösterdim ağlama anlarımı. Denizin tuzuna kattım gözlerimin tuzunu; başka türlü ifade edemedim içimdeki fırtınalı/dalgalı halleri.
Gözün arkada kalmasın Mehmedim
Seni heyecanlandıracak, sıkça olduğu gibi gözlerini dolduracak gelişmeler yaşanıyor; baharla beraber sadece doğa değil gençlik de uyanıyor.
Bugüne kadar kitap okuyan, ders çalışan gençler şimdi meydan okuyor. Çok umut verici bir süreç bu; karşıtlar arasındaki nitelik farkını görünür kılıyor.
Bizim duruşumuzu anlatan tarihsel diyalektiktir; insanlık adına tüm üretimleri ve ileri adımları kapsayan bir kesintisizliktir; her basamağı kendinde ve bütün içinde değerlidir.
Onlarınki yamalı bohçadır; tutrasızlıktır, ileri giden motoru durdurma veya geriye götürme çabasıdır; tarihsel akışa fren oluşturmaktır. İçi dolu dolu akan, bir pusula gibi yön gösteren, anlam kazanarak derinleşen gençlik nehrine “Nihilizm, emperyalizme uşaklık” vb. yakıştırmaları yapmaları, onların kendi açmazlarıdır/paradokslarıdır. Çok sıkıştılar; yalan da çıkar da bir yere kadar iş görüyor. Gerçekliğin ışığı ve gençliğin rüzgarı altında artık hiçbir şey gizlenemiyor.
Hani sevda tarifine benzetirdik ya devrim tarifini; şimdi o tarifi daha inandırıcı, daha dinamik ve daha gerçekçi olarak kılıyor; genç diyalektik. “Şimdi sen olsan” demeyeceğim, senin gözlerinle bakacağım, akan haklılık nehrine ve bir ucu geleceğe dayalı olan kesintisizlik merdivenine.
Bir arkadaşım “Her devrimcinin ölümü güneşin solmasıdır, yıldız kayması değil” demişti ardından. Güzel bir tanım ama senin güneşinin etrafımıza ve içimize yaydığı ışığı karartmamak bize düşüyor; bu da sana sözümüz olsun...
Tuzun tuza değdiği ilişkilerin insanıyım ben,
Kalınlaşmış derilerle uzlaşamam.
Sevda yüklü kervanların insanıyım ben,
Kalpsiz ilişkilerle anlaşamam.
Özgürleştirici notalarla bestelenmiş şarkıların insanıyım ben,
Meta ve mülkiyet ilişkilerini kanıksayamam.
73 yıl önce bitimsiz bir şarkı başladı.
Öznesine kıyamam, bitimine dayanamam...
(MY/VC)