Doktor Şeyhmus Gökalp, 20 Kasım saat 05.00’te eşi ve kızlarıyla birlikte yaşadığı evine yapılan baskınla gözaltına alındı ve 23 Kasım’da tutuklandı. Hep birlikte derhal serbest bırakılmasını istiyoruz, Şeyhmus’un yanındayız.
Şeyhmus Gökalp. Tıp doktoru, 2002 yılı mezunu, Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden.
Türkiye’de meslek icra eden 175 bin hekimden biri.
Tanınmış bir hekim, tanınmış bir isim mi? Türkiye’deki 175 bin hekimin herhangi birine göre evet ama hekimlerin büyük bir çoğunluğunun bildiği biri mi derseniz hayır. Nihayetinde 18 yıllık bir hekim, henüz 40’lı yılların ilk yarısına ulaşmış bir yaşanmışlık.
Nasıl bir yaşanmışlık?
Şeyhmus daha 3-4 yaşlarındayken, 12 Eylül askeri darbesinden kısa bir süre sonra babası işçi olarak Beyrut’a gider, iç savaşın ve çatışmaların içinde mahsur kalan babasından uzun süre haber alamazlar. Şeyhmus doğduğu yerde, Mardin’in Nusaybin ilçesinde olumsuzluklar içinde ilkokulu bitirir. Ortaokul eğitimini yine kısıtlı imkânlarla gittiği Nusaybin Yatılı Bölge Okulu’nda tamamlar.
1980’lerin sonunda daha çocuk yaştayken ekonomik nedenlerle mevsimlik işçi olan ailesiyle birlikte Kocaeli, Manisa ve ardından İzmir’e giderek fındık bahçelerinde, pamuk tarlalarında çalışır, simit satar. İşçilerin, yoksulların ezilmişliğini görmekle kalmaz kendisi de yaşar.
Ömrünün ilk yarısı kabaca böyle. Böyle bir yaşanmışlık. Öbür yarısı da Elazığ’da tıp eğitimi ve devamında hekimlikle kazanılan ekmek, tıp eğitimi dışında Diyarbakır’da ikamet, evlilik, canının parçası iki güzel kız çocuğu.
Kürt hekim
175 bin hekimin içerisinde benzer öyküsü olanlar var mıdır? Elbette. Madem tanıtıyoruz, yukarıda doğum yeriyle bir biçimde söylemiş olsak da “ekleyelim”: Şeyhmus bir Kürt, bir Kürt hekim. Önemli mi? Özel olarak buraya “sokuşturmaya” gerek var mı? Ben yazayım, Türkiye’de yaşıyoruz hep birlikte, siz karar verin, “nasıl bir yaşanmışlık” sorusuna etkisi var derseniz, siz ekleyin.
Şeyhmus’un Tıpta Uzmanlık Kurulu’nda tanımlanmış bir uzmanlığı yok, yok ama hekimlikte biriktirdiği, tecrübe ettiği, geliştirdiği, yetkinleştiği “beceriler” bulunuyor. Doğduğu topraklarda yaşayan Kürt hekimlerin (onlarla sınırlı olmasa da) azımsanmayacak bir kısmı için de geçerli olduğu gibi. Eşit bir insan olarak yaşama ve sağlık hizmetine ulaşma önündeki engellerle uğraşmak, hekimlik yaparken bunun için bitmez tükenmez bir çaba harcamak. İnsan haklarını gözeterek hekimlik yapmak. Daha doğru bir ifadeyle sağlık hakkının, yaşam hakkının, insan haklarının ayrı olmayacağını bilerek hekimlik yapmak.
Nerede? Diyarbakır’da.
Buraya kadar Şeyhmus Gökalp’i ne övdüm ne de yerdim. Aktardım. Gelelim bugüne.
Neden tutuklandı?
Şeyhmus 20 Kasım Cuma sabahı saat 05.00’te eşi ve kızlarıyla birlikte yaşadığı evine yapılan baskınla gözaltına alındı ve sevk edildiği mahkeme tarafından 23 Kasım’da tutuklandı.
Neden? Katılmadığı Demokratik Toplum Kongresi (DTK) için adına düzenlenen delege belgesinin 2 yıl önce açık olan DTK merkezinden alınmış, “ele geçirilmiş olması” ve herhangi bir sağlık kuruluşunda birlikte çalışmadığı ispatlı bir itirafçı sanığın 2 yıl önceki beyanları (güvenlik güçlerine taş, molotof kokteyli atanları tedavi etme, örgüte sağlık malzemesi gönderme). Başka? Ona suç diye polisin, hakimin sordukları bunlar.
Hakkında bildiğim ama “gizlediğim” bilgiler var mı?
Şeyhmus Gökalp, 2014-2018 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nde (MK) görev yaptı. O dönemde MK olarak yaptıkları “savaş bir halk sağlığı sorunudur” açıklaması nedeniyle gözaltına alındı ve diğer 10 MK üyesi ile birlikte ceza aldı, karar kesinleşmedi, istinaf incelemesi sürüyor.
Eylül ayında yapılan 2020-2022 dönemi seçimlerinde Yüksek Onur Kurulu’na (YOK) aday oldu ve seçildi.
Neredeyse 1 yıldır dünyanın da Türkiye’nin de ana gündemi olan pandemi konusunda kamuoyuna şeffaf olunması, toplum yararına pandemi yönetimi için uyarılarda bulunan, daha az hekim, sağlık çalışanı ve insanımız ölsün, daha az hastalansın diye çabalayan TTB’nin YOK üyesi. En yetkili ve yanı sıra etkili makamların “kapatın bu TTB’yi” dedikleri ve kuvvetle muhtemel bu yönde “kriminalize” edilmeye çalışılan meslek örgütü.
Başka?
Bana sanki suç olabilirmiş gibi ifade edenler olduğu için onu da “gizlemeyeyim”: Şeyhmus’un eşi, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş başkanlığı yapmış, Cumhurbaşkanı adayı olmuş ve halen cezaevinde olan Selahattin Demirtaş’ın kardeşi. Hani geçtiğimiz günlerde özgül ağırlığı olan Bülent Arınç’ın “cezaevinden bırakılmalı” falan dediği, Cumhurbaşkanı’nın öfkelenerek Bülent Arınç’ı “bırakmasına” vesile olan Selahattin Demirtaş. Bir de -hatırladığım kadarıyla- son seçimlerde aynı partiden, HDP’den milletvekili aday adaylığı var, olmamış.
Hani aslolan tutuksuz yargılamaydı?
Soru şu: Bu ülkede yaşayan bir insan, bir hekim ve bir meslek örgütü nasıl tutum almalı?
Beni üzüyor ama sorulabiliyor. Deniyor ki bu kişi hekimlik faaliyeti yüzünden tutuklanmamış ki! İddialar hekim olarak yaptığı eylemler değil ki? TTB’ye ne oluyor?
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, 13 Kasım’da, daha mürekkebi kurumadan derler ya, işte öyle, Şeyhmus’un tutuklanmasından 10 gün önce, şöyle demiş:
“Aslolan tutuksuz yargılamadır, tutukluluk istisnadır. Seneler geçmiş, deliller toplanmış, yeri yurdu belli, kaçma şüphesi yok; hadi tutuklayalım olmaz.”
Seyhmus Gökalp için de seneler geçmiş, deliller toplanmış, yeri yurdu belli, kaçma şüphesi yok ama “hadi tutuklayalım” oldu.
Bir insan olarak bu hukuksuzluğa, tutuklamaya karşı çıkmayacak mıyız? Tartışmasız, karşı çıkacağız.
Kişisel kanaatimi de ekleyeyim: Şeyhmus’un kaçma ve suçlu olma olasılığı onu gözaltına alan polis, tutuklama talebini yazan savcı ve kararı veren hakim için olur, Dr. Şeyhmus Gökalp için olmaz.
"Şeyhmus'un yanındayız"
Hekimlik sadece ameliyathanede, poliklinik odasında olmuyor. Yaşam hakkı, sağlık hakkı, insan haklarıyla birlikte hekimlik değerlerinin savunusu da -her hekimin olmasa da- kimi meslektaşlarımızın gurur duyduğumuz, hava kadar su kadar elzem bir “uğraşı”, ille benzetmek gerekirse uzmanlık alanı. Ne yazık ki Şeyhmus da tüm yaşamı boyunca ve devamında bir hekim olarak bu alanda biriktirdi, yetkinleşti ve hepimiz “adına da” konuştu, tutum aldı, hekimlik yaptı, hekimlik değerlerimizi savundu.
Üstüne üstlük “aksi ispatlanana kadar önce masum ilkesi” koruması altında ve Yüksek Onur Kurulu üyesi.
Bir insan, hekim ve TTB (üyesi) olarak (evet arkadaşı olarak da), insanların, hekimlerin, bu ülkede yaşayanların gönüllü-dostça-eşit-özgür bir aradalığı/bütünlüğü için Şeyhmus’a elimizi uzatacağız, uzatıyoruz. Hep birlikte derhal serbest bırakılmasını istiyoruz, bir müspet telaş* gösteriyoruz: Şeyhmus’un yanındayım, yanındayız.
*Bu çaba sırasında, Şeyhmus kıskanmasın ama ondan daha fazla tanınan, o da Yüksek Onur Kurulu üyeliği yapmış, artık aramızda olmayan bir arkadaşımızı, Dr. Ali Özyurt’un yüksek volumlü, enerjili, tempolu telaşının eksikliğini hissediyoruz.
Tıp doktoru, biyokimya uzmanı. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyinde1990-2012 yılları arasında değişik dönemlerde üyelik, genel sekreterlik (1996-2002) ve başkanlık (2010-2012) görevlerinde bulundu.
Akademisyen Özge Öner'e İsveç'ten 'İnsani Çiçeklenme Ödülü’
Ülkenin önde gelen düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü'nün verdiği ödüle, ‘insan refahını teşvik eden’ entelektüel çalışmaların sahipleri layık görülüyor.
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Doçenti ve Oksijen yazarı Dr. Özge Öner, İsveç'in saygın düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü tarafından verilen "İnsani Çiçeklenme Ödülü"ne layık görüldü.
Ratio Enstitüsü’nün, insan refahını artırmaya yönelik entelektüel katkıları onurlandırmak amacıyla verdiği bu prestijli ödül, bu yıl Öner’e takdim edildi.Ödülü, 2022 yılında bu ödülü ilk kez alan kurumsal iktisat profesörü Niclas Berggren’in elinden alan Öner için Berggren şöyle dedi:
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
2008 yılında Marmara Üniversitesi’nden iktisat lisans diplomasıyla mezun olan Öner, yüksek lisans ve doktora eğitimini İsveç’teki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamladı. 2014 yılında "Retail Location" başlıklı doktora tezini sundu. Mekânsal iktisat alanındaki bu çalışması, akademik kariyerinin temel taşlarından biri oldu.
Bu alanda Jönköping’de çeşitli akademik kurumlarda görev alan Öner, 2018 yılından bu yana Cambridge Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor. Uzun yıllar İsveç’in önde gelen gazetelerinden Svenska Dagbladet’te köşe yazarlığı yapan Öner, Mart 2024’ten bu yana Oksijen gazetesinde yazıyor.
Ne kahraman ne kurtarıcı: Bir hekim, bir aydın, bir hak savunucusu
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak.
Özen B. Demir ve Onur Erden’in “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım” söyleşisi, Dr. Selim Ölçer’in mütevazı, renkli, samimi, içten ve sahici kişiliğiyle bizi tanıştırıyor. Biyografi kitabı, akıcı ve sohbet havasında, nehir söyleşisi tarzında hazırlanmış; sürükleyici ve bir çırpıda okunacak bir kitap.
Kitapta ayrıca Şükrü Hatun ve Selçuk Mızraklı’nın sunuş yazıları ile Vecdi Erbay’ın İMC TV’de Diyarbakır Söyleşileri kapsamında 2013 yılında yaptığı söyleşi de yer alıyor.
Aile geçmişi ve politik bilincin oluşumu
Selim Ölçer, varlıklı bir aileden gelir. Annesinin ailesi bir tarafı toprak ağası, diğer tarafı şıh kökenlidir. Babası Adalet Partisi taraftarı; eve giren tek gazete Tercüman. Dindar bir ailede büyüyen Ölçer, ilkokul ve ortaokul yıllarında sağlam bir dini eğitim alır; Kur’an ve hadis okur, Ayet-el Kürsi’yi ezbere okuduğunu dile getirir.
Mehmet Ali Aybar Aybar’lı tarihi Türkiye İşçi Partisi (TİP), Mehdi Zana, Tarık Ziya Ekinci sayesinde Diyarbakır’da örgütlüdür. Selim Ölçer’in politik bilinci de TİP sayesinde şekillenir. İlk Doğu mitingi Silvan’da yapılır. Mehmet Ali Aybar’ın “Siz Kürt’sünüz, onun için eziliyorsunuz” sözü, Kürt kimliğinin oluşmasında etkili olur.
Anadili kişinin onurudur. “Kürtçe bilim dili değildir” savlarına karşın, anadilini tanıma, anadilde sağlık hizmeti sunma gibi gerekçelerle Mezopotamya Vakfı’nın kurulmasında ve Mezopotamya Tıp Kongresi’nin düzenlenmesinde aktif yer alır. Kürtlerin, “Başın sıkışırsa sırtını ya sağlam bir arkadaşa ver ya da dağlara,” deyişine uygun bir yaşam sürer. Gerek hekimlik pratiğinde, gerek insan hakları mücadelesinde…
Selim Ölçer’in akrabası olan Yusuf Azizoğlu (1917-1970) Silvan Belediye Başkanlığı, milletvekili, Sağlık Bakanlığı yapmıştır. Silvan’ın yetiştirdiği ilk hekimdir. Sonrasında Selim Ölçer gelir. Pek bilinmez ama sosyalizasyonun uygulayıcılarındandır. Onun Sağlık Bakanlığı (1962-1963) döneminde uygulanmıştır. Azizoğlu’nun müsteşarı olarak çalışan Nusret Hoca (Fişek), anılarında onu dürüst bir devlet adamı olarak anlatır.
Silvan, Ermeni yoğunluğunun olduğu bir ilçe. Bölgede birçok Ermeni köyü vardır. Orada bir şekilde kalmayı başaran, koruma altına alınanlar, yıllarca kimliklerini gizlerler. Nüfus cüzdanlarından İslam yazar. Silvan’da uzun yıllar kent sineması olarak kullanılan yapı, Ermeni cemaatine ait bir kilisedir. 1988 yılında camiye dönüştürülmüş. Bölgede birçok zanaat (dokumacılık, şalcılık), ticaret ve bağcılıkla uğraşırlar. Selim Ölçer’in annesinden dinlediği anekdot, 1915 olaylarını tüm çıplaklığıyla göstermesi açısından önemlidir: “1915’de Ali amcan Muş bölgesinde askerlik yaptı. Oradaki Ermeni köylerini yakarken, ertesi gün askerliği bitiyor. Son akşam gelmiş artık. Saat beşte askerlik bitecek. Son köyü yakarken orada bir kız çocuğuna rastlıyor, bir kız çocuğuna. Komutanına gidip diyor ki, ‘Benim kızım yok, izin verirsen ben bunu öldürmeyeyim, alıp götüreyim kendimle.’ Kimseye anlatmamak kaydıyla onaylıyor komutan…”
Özen B. Demir ve Onur Erden, Dr. Selim Ölçer: “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2025, 272 sayfa.
Eğitim ve meslek yolculuğu
Selim Ölçer henüz 14 yaşında (1962) ayrılır Silvan’dan. Lise, tıbbiye ve uzmanlık eğitimi Ankara’da. Diyarbakırlı olduğu kadar Ankaralı. Dostluğa, barışa, demokrasiye inanan bir Kürt aydınıdır. Siyasi, mesleki mücadelesi Ankara’da. 68 kuşağından. Tıbbiye’de 1970’lerde Fikir Kulübü Başkanlığı yapar. Faşistlerin, dönemin Ülkü Ocakları Başkanı ve Osman Durmuş’un (1999-2002 Sağlık Bakanı) içinde olduğu bir grubun, Ankara Tıp Fakültesi Morfoloji binasına basarak Selim Ölçer’i bir kamyonete bindirip kaçırma hikâyesi var. 60’lardan 2000’lere kadar Ankara. 2000 sonrası tekrar Diyarbakır.
“Sempatizanlık ve aidiyet” olarak kendisini 68 kuşağı içinde 68’in devrimcisi olarak tanımlar. “Öyle yüksek teorik donanımı olan, militanlık yapan bir sosyalist olmadım,” diyerek de ilave eder. Kendisini sosyalizme hayranlık duyan, yönelimi olan, sol değerlere bağlı birisi olarak ifade eder. 68 kuşağı içinde yer almıştır ama 12 Eylül öncesi 78’in militan, örgütlü mücadelesi içinde yer almamıştır. 1977-80 KBB ihtisas dönemi, 1980-84 aynı klinikte şef muavini olduğu, mesleki konularda yetkinleşmeye yoğunlaştığı dönemdir.
Mesleğinde başarılı bir hekimdir. Açık rinoplasti denilen ameliyatı ilk kez kendisinin getirdiğini söyler. 1987 yılında Yugoslavya Zagreb’de bu ameliyatı öğrendiğini, sonra Türkiye’ye getirdiğini ifade eder. Meslek yaşamında hekim olarak yoksulun yanında yer almıştır. 2000’li yıllardan sonra döndüğü Diyarbakır’da açlık sınırında yaşayan yoksul insanlara yardım için kurulan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği kurucuları arasında yer alır. Dernek 2016 yılında kapatılır. “Terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlaması ile yargılandığı dava şu an Yargıtay’dadır.
Genellemelerden kaçınmak gerektiğini bilerek yazıyorum. Doğu toplumlarında duygusallığın öne çıktığını, peşinden sürüklendikleri “kahramanları, liderleri, önderleri” olduğunu söylesek çok da hatalı yargıda bulunmuş olmayız. Bu anlamda Batı toplumları daha rasyoneldir. Bir Kürt aydını olarak Selim Ölçer de, “Ben ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanırım kardeşim. İnanmam. Bizler belki toplumun şöyle veya böyle önderleri olabiliriz, ufak tefek liderleri olabiliriz. Ama toplumun kahramanı, kurtarıcısı, bilmem nesi değiliz,” derken Batılı bir zihin dünyasını görüyoruz. Her ne kadar kendisi abiliği kabul etmese de, o Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarihinde saygın bir yeri olan abilerimizdendir.
Öbür yandan memleketi olan, çok kültürlü, çok kimlikli kadim şehir Diyarbekir’ın kültürel kodlarında da abilik vardır. Şair-yazar Veysel Öngören (1931-98), eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana (1940-…), yazar, siyasetçi, hekim Tarık Ziya Ekinci (1934-2024) hekim Mahmut Ortakaya (1938-…), gazeteci, şair Ahmet Arif (1923-91) bunlardan sadece birkaçıdır. O, klasik sol jargondaki şeflik, abilik kültürüne uzaktır. Başkanlık kültürüne, kurtarıcılık anlayışına yatkın değildir. Bu nedenle ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanır. Ama şurası bir gerçektir ki hekim hareketinde; 1986-90 Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı, 1990-95 TTB-MK Başkanı olarak yönetsel sorumluluklar üstlenmiş, TTB tarihinde bir döneme (1980-2000) damgasını vurmuştur. Övgüye ihtiyacı olmasa da, isminin anılması yakın tarih açısından önemlidir. Bu anlamda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun son dönem genel kurul konuşmalarıyla ilgili bir anekdotu kendisinden dinleyelim: “Her kongrede kalkar, Nusret Hoca’yı (Fişek) över, ‘Erdal Atabek şöyle yaptı’ der. Ata Soyer’leri zikreder… Bir tek defa bile ağzına almaz ismimi… Bu niye zor mesele?”
TTB ve ATO’da iz bırakan dönem
Ortak aklı öne çıkartan, katılımcılığı önemseyen, ortak üretme kültürüne yatkın birisi olarak, bir başkandan çok orkestra şefi gibi ATO’da ve TTB’de yönetsel görevler üstlenmiştir. Dostluğu, yoldaşlığı, birlikte bir şeyleri kurtarmayı önemser. Muhabbet adamıdır. Döneminde hekim mücadelesinde büyük işler başarılmıştır. Ama o, mütevazılığı elden bırakmaz.
80 sonrası ilk memur eylemi, 12 Eylül darbesine karşı ilk çıkış, hekimlerde ilk uyanış, ilk hekim hareketi, beyaz eylemler; onun ATO Başkanlığı döneminde hekimlerin oda çevresinde örgütlenmesiyle olmuştur. Muayene hekimleri bile bu eylemlere katılmıştır. Bakanlık önünde beyaz önlük atmalar, hastanelerde toplu nöbetler, sessiz yürüyüşler (1988)… 90 yıllarda eylem otobüsü ile Numune Hastanesi’nin önüne girmeleri, o dönemi yaşayanlar için hâlâ hafızalardadır. Dinamik, etiğe, sendikalaşmaya, demokrasiye ve insan haklarına sıcak bakan bir TTB’yi güçlü bir ekip olarak birlikte yaratmışlardır.
İskender Sayek’in katkılarıyla ilk kredilendirme kurulu kurulmuştur. Toplum ve Hekim daha canlı hale getirilmiş, Tıp Dünyası yayına başlamış, STED (Sürekli Tıp Eğitim Dergisi) çıkarılmıştır. UDEK (Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu) kurulmuştur. Katılımcılık ve kitleselleşme adına GYK, kol ve komisyonların kurulması, var olan komisyonların aktifleştirilmesi bu dönemdedir. Hekim mücadelesini insan hakları mücadelesinden ayrı düşünmemiştir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) kuruluş süreçlerinde yer almıştır.
*Dr. Selim Ölçer (Fotoğraf: TTB/X)
O, meslek odası çalışmalarında dinamik siyaset ile meslek aktivizmini dengelemiştir. Politik ama politize olmayan bir TTB’nin yaratılmasında katkıları büyüktür. Her olayda “hekimler bu işe ne der?” sorusunu aklından çıkarmamıştır. Nusret Hoca’ya olan saygısını, sevgisini her daim ifade eder. Selim Abi ve o döneme damgasını vuran herkesin söylediği “Nusret Hoca TTB’nin çok önünde bir insan” olmasıdır. Bir generalin oğludur ama gerek 12 Mart’ta gerek 12 Eylül’de darbecilere karşı durmuştur. Sosyalizasyonun mimarı, duayen bir hekim olarak idam cezasına ve işkenceye karşı tutumundan dolayı yargılanmıştır (1985).
Selim Ölçer; mecburi hizmet, uzmanlık ve meslek yaşamında onun öğretileriyle hekimlik yaptığını söyleyerek ona olan saygısında kusur etmez. 1986-90 yıllarında ATO çevresinde “çağdaş hekimler” olarak örgütlenen, daha mücadeleci, dinamik bir ekip ED-TTB’nin (Etkin Demokratik TTB / 1990) nüvesini oluştururlar. Ata Soyer’in mizahi anlatımıyla ekip; 68’den arta kalan, 78’den ucuz yırtan, 80 sonrası mezun olup hekimlik yapmak isteyenlerdir. “Nasıl bir TTB tartışmasına giriş” başlığı altında bir metinle ilkelerini, çizgilerini, yaklaşımlarını ortaya koyarlar. Nusret Hoca başkanlığındaki mevcut yönetim “Gerçekler bilinmeden hayal bile kurulamaz” adlı bir metinle tartışmaya katılır. Daha genç ve dinamik olan Selim Ölçer ekibi bir heyet oluşturarak (Selim Ölçer, Şükrü Hatun, Okan Akhan, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Recep Akdur) “Sensiz bir şey yapmak istemiyoruz, lütfen beraber girelim listeye” diyerek hocanın evine kadar gidip ikna etmek için çaba gösterirler. Nusret Hoca “Ben sizinle ortak programa girmem, ben sokak politikacılarıyla çalışmam” diyerek ayrı listeyle seçime girer. Sonuçta 7 kişilik TTB-MK’ye; Nusret Hoca’nın listesinden kendisi ve oğlu Gürhan Fişek, diğer listeden Selim Ölçer, Recep Akdur, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Ata Soyer girer.
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak. Yakın tarihi yazmak, bir noktada yakın gelecekle konuşmaktır. Bu hafızayı ortaya çıkardıkları ve akıcı bir nehir söyleşisi gerçekleştirdikleri için Özen Demir ve Onur Erden’e teşekkürler. Kaleminize sağlık.
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek...
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı, 2018 yılı Okan Üniversitesi Sağlık Yönetimi Yüksek Lisansı mezunu. 2020 yılında Mersin Barosundan avukatlık ruhsatı aldı. Aktif avukatlık yapmadı. 1998-2008 yılları arasında Mersin Tabip Odasında 4 dönem yönetim kurullarında yönetsel sorumluluklar aldı. 2020-24 TTB-Yüksek Onur Kurulu üyesidir. “TTB’ye Adanmış Bir Ömür: Dr Mahmut Ortakaya” kitabının yazarı.