Kadınların tiyatroda kendi alanlarını açmaları yüzyıllar sürdü. Tüm dünyada olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda da tiyatro, sadece erkeklerin alanı olarak görüldü.
*Fotoğraf: tiyatrogünlügü/ Kadınlar, Filler ve Saireler oyunundan
Uluslararası Tiyatro Enstitüsü 1962’den beri Dünya Tiyatro Günü’nü kutluyor. 2021 yılı için yayınlanan mesaj özetle söyle: Dünya Tiyatro Günü, tiyatronun değerini ve önemini görebilenler için bir kutlama günüdür. Ama aynı zamanda, sanatın toplum için değerini henüz anlamamış hükümetler, politikacılar ve kurumlara da tiyatronun öneminin anlatıldığı bir gündür.
Tiyatroda toplumsal cinsiyet eşitliği
Tiyatronun değerlerini anlatırken, aynı zamanda tiyatrodaki toplumsal cinsiyet eşitliği konusunu da anlatmak çok önemli. İnternet tiyatro dergisi Nachkritik yazarı Anne Peter, Almanya’da farklı yıllarda yapılmış araştırmaların verileriyle, tiyatroda halen kadın erkek eşitliğinden bahsetmenin mümkün olmadığını ortaya koyuyor.
Tiyatro yöneticisi, yönetmen ve oyun yazarları kategorilerinde durum vahim: Kadın yönetmen oranı yüzde 30, tiyatro yöneticisi oranı yüzde 22 ve kadın oyun yazarı oranı yüze 24. Seyirci profili araştırmaları, tiyatrolardaki kadın seyirci oranının yüzde 67,2 olduğunu olduğunu gösteriyor. Demek ki, çoğunluğunu kadınların izledigi bir sanat alanında, üreticilik büyük oranda erkeklerin tekelinde.
Yüzde 69’la kadın öğrenciler tiyatro eğitiminde çoğunlukta fakat meslek yaşamı başladığında tiyatroda profesyonel kadın oranları giderek düşüyor: Rejisör asistanı kadınların oranı yüzde 51, kadın rejisörlerin oranı yüzde 30. Büyük tiyatrolarda kadın rejisör oranlarıysa yüzde 22 ile daha da azalma gösteriyor. Cinsiyete dayalı ücret farkı, kadın tiyatro oyuncularının, erkek meslekdaşlarından yüzde 46 daha az, kadın rejisörler ve koreografların ise erkek meslekdaşlarından yüzde 36 daha az kazandığını gösteriyor. Makalede, Berlin tiyatrolarının yönetimleri de cinsiyet dağılımına göre incelenmiş.
Berlin Eyaleti senato bütçesinden en fazla malî destek alan tiyatroların, hepsinin yöneticisi erkek. Küçük bütçeli iki tiyatronun yöneticileriyse kadın. Kadınların yönettiği tiyatroların en belirgin özelliğiyse, bu tiyatrolarda daha fazla kadın rejisör angaje edilmesi, daha fazla kadın yazarın eserinin sahnelenmesi.
Türkiye’den iyi haberler
Tiyatro konusunda Türkiye’den iyi haberler var! 2021’de Şehir Tiyatroları, kurum bünyesinde şimdiye dek sadece yüzde 10 olan kadın yazar ve yönetmenlerin, 2021 sezonunda çoğunlukta olduğunu, 8 Mart 2020’de müjdeledi. Tiyatro yönetmeni ve oyuncu Aslı Öngören, bu gelişmeyi „Kadınlar onlara sunulan alanlarla yetinmezler, yetinmeyecekler. Her zaman olduğu gibi kendi alanlarını açıyorlar” sözleriyle yorumlamıştı.
Erkekler klübünden kadın alanına
Kadınların tiyatroda kendi alanlarını açmaları yüzyıllar sürdü. Tüm dünyada olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda da tiyatro, sadece erkeklerin alanı olarak görüldü. 1928’de Darülbedayi‘nin dramaturji kurulu, bir erkekler klübüydü.
Dârülbedâyi’in, ilk okuma kurulu üyeleri. Oturanlar(soldan sağa): Emin Bülent, Mehmed Rauf, Abdullah Cevdet, Ahmed Hâşim, Tahsin Nâhid, Andre Antoine, Abdülhak Hâmid, Rıza Tevfik, Yahya Kemal, Yakup Kadri; ayaktakiler: Âsım Bey ve mütercim Bedî Bey.
Tiyatro oynayan gruplarda da başlangıçta durum farklı değildi. Milli Osmanlı Tiyatro Heveskeran Cemiyeti üyelerinin fotoğrafında iki kadın oyuncu var. Grup poz verirken öndeki kadının sağ ve sol omuzlarına „dostluk ifadesi“ olarak dayanmış eller ve kollar, söz hakkını ve yetkiyi vurguluyor.
Osmanlı Tiyatro Heveskeran Cemiyeti Üyeleri Kadın olmak - Sahnede olmak
Antik Yunan tiyatro geleneğinde kadınlar sahnede yer alamazdı. Roma devrindeyse, tiyatro, ancak erkek kölelerin meşgul olabileceği bir sanat türüydü. Bu dönemlerde kadın rollerini, kadınlıktan anladıkları kadarıyla, erkekler oynuyordu. Roma devrinde kadın kölelere eğlencelik seyirlerde bir çeşit „striptiz“ gösterisi yaptırılıyordu.
Crotalum çalan dans eden köle kadın ve Scabellum çalan aulet olarak adlandırılan Romalı köle müzisyen Hristiyan dini yayılmaya başladığında, kilise striptiz yapmaya zorlanan kadın köleleri koruma altına aldı. Diğer bir deyişle, Hristiyan kadınlara tiyatroda oynama yasağı getirildi. Bu yasak giderek genel geçer toplumsal bir kural oldu. Sahnedeki kadın, ahlak kurallarına uymayan kadın olarak etiketlendi.
Yol açıcı Arusyak Papazyan
Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni kadınlar tiyatroda yol açıcı oldular. Fakat onlar için, bu yol açıcılığının ne anlama geldiğini, nasıl mücadelelerle sahneyi kazandıklarını bilmiyoruz. Türkiye tiyatro tarihi konulu araştırmalarda, bu sorunun yanıtı henüz verilmedi. Fakat Ermeni kadınlar için sahnede var olmanın, kolay bir adım olmadığını tahayyül edebiliriz.
1841'de İstanbul'da dünyaya gelen, 1907'de gene İstanbul'da vefat eden Arusyak Papazyan, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk profesyonel Ermeni kadın tiyatro sanatçısıdır. Arusyak Papazyan'nın ilk profesyonel Ermeni kadın tiyatro sanatçısı unvanını taşıması ve 1858'de İstanbul'da sahneye çıkmış olması, kilisenin ahlak normları dikkate alındığında, Aruşyak'ın kişisel cesaretine ve kararlılığına işaret eden bir eylem olarak görülmelidir.
Arusyak’ın bu cesur eylemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer kültür gruplarındaki tüm kadınlar için artık engellenmesi mümkün olmayan bir yolu açtı. Arusyak Papazyan’nın sahneye çıkma cesaretini göstermesinin yol açıcılık yanında, iki önemli anlamı daha var: Arusyak’ın önünde bir rol model yoktu. Kendi yolunu, kendi açma güç ve kararlılığına sahip bir kadın olmalıydı. Ve oldu. Aynı zamanda sahnedeki varlığıyla, kadın rollerini oynayan erkek tiyatrocular için de bir rakip teşkil etti.
Aruşyak‘ın sahneye çıkma kararı nedeniyle karşılaştığı zorluklar, bu zorluklarla nasıl başa çıktığı ve dönemindeki tartışmalar, Türkiye kadın tarihinin araştırılacak önemli konuları olarak bekliyor.
Tarihimizi yeniden öğrenmenin dayanılmaz cazibesi
Tiyatronun kadın tarihini yazarken, Ermeni, Rum, Musevi tüm kadın sanatçıların da entellektüel ve eylemsel katkılarını, kadınların tiyatro serüveninin doğal öyküsü olarak görmek, Türkiye kadın tarihini zenginleştirecek ve „Biz” sözcüğünün genişletilmiş anlamıyla tarihimizi yeniden öğrenmenin dayanılmaz cazibesini hissettirecektir.
Hiç bir kadın ona sunulan alanla yetinmedi. Her zaman kendi alanlarını açtı. Bu sürekliligin içinde hepimiz varız.
Dünya Tiyatro Günü, İstanbul Kadın Müzesi sürekli sergisinin tiyatro bölümünde yer alan yol açıcı tiyatro sanatçısı kadınlarla buluşmak için güzel bir fırsat.
Sosyolog. 1973 yılından itibaren Almanya´da kültürlerarası karşılaştırmalı kadın araştırmaları alanında çalıştı. Kazakistan (1992–2000) ve Ukrayna'da (2003–2010) kadın politikaları eğitim projeleri danışmanlığı ve koordinatörlüğü yaptı.
1989´da Almanya'nın ilk Kültürlerarası...
Sosyolog. 1973 yılından itibaren Almanya´da kültürlerarası karşılaştırmalı kadın araştırmaları alanında çalıştı. Kazakistan (1992–2000) ve Ukrayna'da (2003–2010) kadın politikaları eğitim projeleri danışmanlığı ve koordinatörlüğü yaptı.
1989´da Almanya'nın ilk Kültürlerarası Kadın Araştırmaları Merkezi'ni (Zentrum für interkulturelle Frauenalltagsforschung und internationalen Austausch, Nürnberg) ve 2003´te Bavyera Eyaleti‘nin ilk ve Almanya'nın altıncı Kadın Müzesi'ni (Museum Frauenkultur Regional – International, Fürth) kurdu.
2010’da Türkiye’nin ilk kadın müzesi İstanbul Kadın Müzesi’nin ortak kimlik anlayışını yaşama geçiren, kültürler ve nesiller arası diyalog hedefli konseptini hazırladı. 2012–2021 arasında, küratörlüğünü yaptı. 2021’den itibaren kurucuları arasında olduğu İstanbul Toplumsal Cinsiyet Müzesi’nin küratör kolektifi üyesidir.
Yiğit Akın, Birinci Dünya Savaşı’nın toplumsal tarihine bakıyor; başka bir deyişle, savaşı salt askerî-siyasi boyutunun ötesinde, toplumsal bir olay olarak inceliyor.
Hapishaneden Mektuplar - Antonio Gramsci (Çev. Cemal Erez, Meral Erez) (717 sayfa)
Ölümünden yıllar sonra bir araya getirilen Hapishaneden Mektuplar, 1926-1937 yılları arasında Gramsci’nin kaleme aldığı, bilinen 489 mektubun tamamını içeriyor. Bir entelektüelin düşünce dünyasını, insani yönlerini en açık biçimde sergileyen mektupların her satırında küçük sevinçler ve kederler kadar derin ahlâki ve entelektüel yargılar da yer alıyor.
Cemal Erez ve Meral Erez’in titiz çalışmalarıyla, tamamı ilk kez Türkçe yayımlanan Hapishaneden Mektuplar, Antonio Gramsci’nin düşünsel mirasının önemli bir parçası…
Doğana - Gündüz Vassaf (166 sayfa)
Baba olacağını öğrenen Gündüz Vassaf, çocuğunun doğumuna aylar kala kaleme sarılır ve ona mektuplar yazmaya başlar... Yazılmalarının üzerinden 40 yıla yakın zaman geçtikten sonra nihayet gün yüzüne çıkan bu mektuplar, baba adayı Vassaf’ın iç dünyasını tüm samimiyetiyle ortaya koyuyor: Hamileliğin öğrenilmesinden ebeveynlik sorumluluklarını düşünmenin yarattığı baskılara, kendi anne-babasıyla ilişkilerini sorgulamasından çocuğunun geleceği için kurduğu hayallere, ilk ultrason görüntüsünden insanlık üzerine düşüncelere...
Ziyafet Güzin - Yalın (168 sayfa)
Güzin Yalın, Ziyafet’te bazen bir sofradan, bazen kaynayan tencerenin başından; bazen de iki arada bir derede ağza ancak bir lokma atılabilen sıkışık anlardan ve kalabalık zamanlardan yola çıkarak hayatın tam ortasına gelip kurulan öyküler anlatıyor: aşklar, ayrılıklar, yeni yeni heyecanlar, yalnızlıklar…
Unutma Bizi Dolması - Gülhan Davarcı (109 sayfa)
Gülhan Davarcı’nın kahramanları hayatın akışı içerisinde önemsizmiş gibi görünen ama aslında o akışa yön veren duygularla baş başalar: Bazen, her şey yoluna girecekmiş hissi veren, bazen de bir lekeymişçesine üzerimize yapışıp kalacağını gelişinden anladığımız…Duygular gibi kahramanlar da gelgitli, temkini elden bırakmadıkları anlarda coşkunun ya da karamsarlığın esiri etmiyorlar kendilerini, bir köşede başlarına gelecekleri kabullendikleri anlarda ise dünyanın hemen yok olacağına inanmış insanların o umutsuz gözleriyle bakıyorlar etrafa.
Bilinmeyen Bir Tanrıya - John Steinbeck (Çev. Mehmet Harmancı) (242 sayfa)
Joseph Wayne genişleyen ailesi için yeni yerler kapmak üzere Kaliforniya’ya taşınır ve burada bir çiftlik kurar. Babaları öldükten sonra diğer kardeşleri de aileleriyle birlikte buraya gelirler. Joseph kendisinin toprakla özel bir bağı olduğunu ve ölen babasının evin bahçesindeki ağaçtan kendisini izlediğini düşünür. Onları kuraklık ve kötülüklerden koruduğuna inandığı bu ağaca neredeyse bir put gibi tapar. İnsan iradesi, yalnızlık, inanç ve doğayla kurulan mistik bağ üzerine derinlemesine bir anlatı sunan Bilinmeyen Bir Tanrıya, Steinbeck’in edebi mirasında özel bir yere sahip.
Çok Şeker Armud-Komiser Entürk’ün Asayiş Hikâyeleri - Roni Margulies (168 sayfa)
Çok Şeker Armud, Christie’den ve Simenon’dan ilhamla yazılan, ama yaşadığımız memleketin tüm dertleriyle, ilginçlikleriyle karılan hikâyelerden müteşekkil; bunlar "cinai hiciv" denebilecek yeni bir türün örnekleri.
Ateş'in Güneş'i-Galatasaray’da ve Siyasi Elitte Bölünme - Mehmet Şenol (384 sayfa)
Mehmet Şenol, Ateş’in Güneş’i’nde Türkiye’de futbol-siyaset ilişkisinin sansasyonel bir tarihsel vakasını bir roman gibi anlatırken aynı zamanda Tek Parti döneminde siyasi elitler arasındaki mücadelenin kritik bir “muharebesini” ele alıyor. Bir tarafta, Cumhuriyet’in müesses nizamı karşısında, “politikacılar bankası” diye anılan İş Bankası Grubu, Denizcilik Bankası, Celal Bayar… Bir tarafta Galatasaray Lisesi merkezli seçkinler karşısında Peyami Safa’nın deyişiyle “Galatasaray’da cumhuriyet ilanı zamanı geldiğini” ileri sürenler...
Nurgül Certel, Türkiye’nin aşina olduğu fakat araştırma konusu olarak çoğunlukla gözden kaçmış bir hususu ele alıyor: Çokeşlilik. Suriye iç savaşının neden olduğu zorunlu göç sonrası, Suriyeli kadınlarla yapılan çokeşli evlilikleri yerinde gözlemlediği çalışmasında, bu evliliklerin taraflarından olan erkeklerin, çokeşli evlilikleri nasıl meşrulaştırdıklarını gösteriyor. Erkeklerin, “mağdur olana sahip çıkmak”, “çocuk sahibi (ağırlıkla erkek çocuğu) olamamak”, “sevgisiz ve geçimsiz evlilikler” gibi sebeplerle yapıldığını iddia ettikleri çokeşli evliliklerin diğer tarafları olan kadınların da sesi oluyor. Hem Türkiyeli “ilk eşlerle” hem de Suriyeli “ikinci-üçüncü eşlerle” yapılan görüşmeler neticesinde kadınların bu evliliklere nasıl ve neden “razı olduklarını/edildiklerini”, evlilik içi dinamikleri ve ilişkileri açıklama çabasının yanı sıra bu evliliklerin “aracılarını”, kadınların bir meta gibi pazarlık konusu haline getirilmelerini, kadınlar üzerinden kurulan çıkar ilişkilerini ve sağlanan kazançları da es geçmiyor.
Devrim öncesi Rusya’nın başkentinde, 20. yüzyılın başlarında geçen Petersburg, siyasi kaosun ve bireysel varoluş sancılarının gölgesinde bir baba-oğul çatışmasını merkeze alır. Senatör Apollon Ableuhov ve devrimci fikirlerle “zehirlenmiş” oğlu Nikolay’ın hikâyesi, Petersburg’un sisli sokaklarında, patlamaya hazır bir bomba metaforu etrafında şekillenir. Beliy, şehrin mimarisini ve atmosferini canlı bir karaktere dönüştürerek, mekânı hem bir dekor hem de bir anlatıcı olarak kullanır. Dilsel oyunlar, ritmik anlatım ve simgesel imgelerle zenginleşen Petersburg, Dostoyevski’nin ahlâki derinliğiyle Gogol’ün grotesk mizahını buluşturur. James Joyce’un Ulysses’i ile kıyaslanan bu başyapıt, modern roman sanatının kilometre taşlarından biri.
Klinik psikolog Jessamy Hibberd Sahtekârlık Sendromundan Kurtulmak’ta öğrencilerden üst düzey yöneticilere kadar geniş bir yelpazede çok sayıda insanı etkileyen bu durumdan sıyrılmanın basit ve uygulanabilir yollarını açıklıyor ve mağdurlara kendi kabiliyetlerine inanabilecekleri daha iyi bir gelecek için umut veriyor.
Festival, kuir filmlerin yer aldığı “Nerdesin Aşkım?” bölümünün kaldırılmasının film seçkisinin içeriğini etkilemediğini açıkladı; İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası ise festivalin her sansür vakasını benzer tepkilerle karşıladığını savundu.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 11-22 Nisan 2025’te 44. kez düzenlenecek olan İstanbul Film Festivali (İFF), bu yıl programında önemli bir değişikliğe gitti.
2014 yılından bu yana festivalde yer alan ve kuir filmleri bir araya getiren "Nerdesin Aşkım?" bölümü, festivalin 2025 programında yer almadı. Festivalin kararı, kültürel alandaki sansür mekanizmalarının derinleştiği ve kuir sinemanın sistematik olarak dışlandığı yönünde eleştirilere neden oldu.
İFF, eleştiriler ve boykot çağrısıyla ilgili bianet'e ilettiği açıklamada “İstanbul Film Festivali programı bu yıl daha çok film içeren daha az sayıda bölümden oluşuyor. Bölümlerde yapılan değişiklik, festivaldeki film seçkisinin içeriğini etkilemiyor. Önceki yıllarda Nerdesin Aşkım?, Çiçek İstemez ve Musikişinas bölümlerinde yer alabilecek filmler, bu yıl diğer bölümlerin altında yer alıyor," dedi.
İFF’nin yanıtıyla ilgili konuştuğumuz İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi ise festivalin sansür iddialarına somut bir yanıt vermediğini ve bu nedenle boykot çağrısına devam edeceklerini belirtti.
Komite, açıklamasını şöyle sürdürdü:
Birkaç kez üst üste okunsa bile anlaşılmayacak kadar karışık yazılmış bir cevap. Ne sansür yok diyen bir tavır var, ne de olanları samimiyetle açıklama çabası. Festival geçmişte de her sansür vakasında gelen tepkileri böyle karşılıyor.
Sansür yapmak zorunda kalmaktansa bölümleri komple kaldırmak gibi bir çözüm üretiyorlar son yıllarda ve çözüm olarak gördükleri bu tutum sansür mekanizmalarının daha da derinden işleyebilmesi için ona alan açıyor. Bu tavrı kabul etmiyoruz, festival ifade özgürlüğünü savunana ve sansüre karşı durana dek boykota devam edeceğiz.
“İfade özgürlüğüne sahip çıkın”
Öte yandan, sosyal medyada yer alan yorumlarda da festivalin kararının Türkiye’de "Aile Yılı" kapsamında LGBTİ+’ları hedef alan politikaların bir parçası olduğu vurgulandı.
Eleştirilerde Ulusal Yarışma ve Ulusal Belgesel Yarışması’nı da iptal eden İstanbul Film Festivali’nin sinemada ifade özgürlüğü alanlarını daraltan adımlar attığı ve özellikle Kürt Sineması’na yönelik sansür mekanizmalarına zemin hazırladığı belirtildi.
Sansüre karşı boykot çağrısı yapan sinemaseverler ve LGBTİ+ hak savunucuları, festivalin ifade özgürlüğüne sahip çıkması gerektiğini vurguladı. İzleyicilerden bazıları boykot kapsamında Lale Kart üyeliklerini iptal edeceğini ve bilet almış bile olsa festivaldeki filmleri izlemeyeceğini duyurdu.
Festival, “Nerdesin Aşkım?” bölümünü 2014 yılında şöyle duyurmuştu:
“Sinemaseverler için İstanbul'da yaşamanın güzelliklerinden biri olan festivalin bu yılki sürprizlerinden biri yepyeni bir bölüm ve adı Gezi'nin gülümseten sloganlarından biri: Nerdesin Aşkım? Festivalin, aşkın ne yaşı ne de cinsiyeti olduğunun altını çizen bu yeni bölümü, aşkı bulmanın bin bir yolu olduğunu anlatan filmleri bir araya getiriyor.” (TY)
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından...
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından beri "Küba" isimli köpekle ev arkadaşı.