Türkiye’de belli aralıklarla, fakat düzenli gündem olma şerefine nail olan konuların başında paramilitarizm geliyor. Çünkü her iktidar, G.Robinson’ın ‘Doğu Timor ve Endonezya'daki milisler’ üzerine yazdığı makalede ifade ettiği üzere “Devlet iktidarının farklı konfigürasyonları, farklı milis oluşumlarının ortaya çıkmasını kolaylaştırır.”
Her iktidar, her yapı kendi karakteristik özelliğine göre bir ‘gölge’ peşine düşüyor.
Türkiye, Kolombiya, Rusya, Kamboçya, Polonya, Meksika, İtalya, Arjantin ve daha nice ülkenin sadece son elli yıldaki iktidar değişimleri ve devlet-suç korelasyonuna bakarsak, her dönemin mevcut birikimi bazen yıkarak, bazen içererek kendi komplikasyonları ekseninde paramiliter oluşumunu yürüttüğünü görürüz.
Mesela Türkiye’nin 90’lı yıllarına dair çalışan Ayhan Işık’ın “Turkish Paramilitarism in Northern Kurdistan: State Violence in the 1990s (Kuzey Kürdistan'da Türk Paramilitarizmi: 1990'larda Devlet Şiddeti) çalışmasını referans alıp, 2025 yılına bir hat çizersek; bir paramiliter dönüşüm hikayesinin dolambaçlı dönüşümünü de gözlemleriz. Diğer birçok ülke için de benzer durum geçerli.
Özellikle soykırım ve kitlesel şiddet çalışan Uğur Ümit Üngör, çalışkan ve vicdanli bir akademisyen. Türkçe’ye kazandırılan “Modern Türkiye'nin İnşası: Doğu Anadolu'da Ulus, Devlet ve Şiddet” kitabından sonra Şubat 2025’te yeni bir kitabı İletişim Yayınları'ndan çıktı. Kitabın adı “Paramilitarizm: Devletin Gölgesinde Kitlesel Şiddet.”
Zeynep Şarlak da akıcı çevirisi ile bu kaotik konuyu gayet anlaşılır hale getirmiş.
***
Uğur hocanın “Paramilitarizm” kitabı sadece siyaset değil, antropoloji, yakın tarih, felsefe ve sosyolojinin harmanlandığı bir kapıya çıktığı için konuşmaya değer.
En önemli katkısı, bu başlıkla ilgili küresel düzeyde, derli toplu bir perspektif sunmasıdır. Dünyanın dört bir yanında uzun yıllar içinde işlerin nasıl ve ne kadar benzer bir “şiddet” ile yürütüldüğüne tanık olmak, elbette bünyeyi zorlayan bir durum.
“6 Ağustos 2015’te, bir Perşembe akşamı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın ilk yeğeni 19 yaşındaki Süleyman Esad, camları karartılmış, siyah renkli sportif arazi aracını bir sahil kenti olan Lazkiye’de sürüyordu…” sözleri ile Lazkiye’de Esad’ın yeğeninin işlediği bir cinayet ve onun ilginç hikayesi ile başlayan kitap, 5 bölüm 30 başlık devirdikten sonra “13 Haziran 2014’te Büyük Ayetullah Ali el Sistani, Iraklı erkeklerin IŞİD’e karşı kitlesel bir seferberlik başlatmaları yönünde nadir bir fetva verdi” sözleri ile açılan ve Haşdi Şabi üzerinden paramilitarizmin karmaşıklığını anlatan bölüm ile kapanıyor.
Kitabın her bölümü özellikle devlet, şiddet, güç, toplum, iktidar, elitler, algılar ile olgular etrafında şekilleniyor. Bilimci titizliği ve sağduyuyu elden bırakmadan çizilen tabloda öncelikle kavram ve kuramlar yerli yerine yerleştiriliyor, sonra tarihsel bağlam içinde devletin arazide nasıl yol aldığını, ideolojik safsatası için her şeyi nasıl ters yüz ettiğini gösteriyor. Daha sonra paramilitarizmin örgütlenme şekli, devamlılık motivasyonları, farklılık arz eden zaman ve mekanlarda nasıl örgütlendiğini, toplumsal katmanda ne gibi sonuçlar doğurduğunu genişçe aktarıyor Üngör.
Kitabın genelinde paramilitarizm sadece silahlı unsurlar olarak değil, devletin resmi şiddet kapasitesi ve “gölgede kalan” bir güç odağı olarak tasvir ediliyor.
***
Bilindiği üzere paramiliter gruplar devletler için son derece işlevsel alanlardır. En önemlisi devletin “inkâr” edebildiği bir fenomendir. Buna özel parantez açmak gerekiyor. İnkâr, sistematik şiddeti sürdürülebilir kılan en önemli etkendir. Emir komuta zincirinde kopukluklar yaratarak takip edilmesini imkânsız hale getiren, sorumlulukları ve şiddeti buharlaştıran bir makul alandır inkâr…
Bu gruplara sığınmanın; resmi olmaması, ekonomik olması, görmezden gelinebilmesi, kullan-at şansı vermesi, hukuksal alandan muaf olması gibi birçok işlevsel nedeni var. Bastırma, çevreleme, gizliden anlaşma ve içerme gibi dörtlü ayrımı içeren devlet dışı bir mesele olarak tarif edilir. Oysa kitabı bitirdiğimizde paramilitarizmin devlet dışı değil, aksine devletin içi, devletle simbiyotik ilişkide olan canlı bir mekanizma olduğunu anlıyoruz.
Bu argüman, kitabın ana çatısını oluşturan çıktılardan biridir.
Bir diğer durum, bu yapıların sadece otoriter-totaliter-faşist sistemlerde değil demokratik sistemlerde de var olması. Devletlerin kendi şiddet dilini, içinde bulunulan rejim fark etmeksizin yeniden nasıl ürettiğini haritalandırması da önemli duraklardan biri.
Çünkü son tahlilde paramilitarizm, devletin şiddet tekelinin bir imtiyazıdır.
Uğur hoca, bu çalışma ile paramilitarizmin farklı veçhelerine uzanırken, bu konunun bir zihniyet, inşa edilmiş bir durum olduğuna özellikle dikkat çekiyor ve geride kalan bir şey değil, sürekli güncellenen bir siyasal süreç olduğunu gösteriyor. Resmi ve resmi olmayanın iç içe geçtiği, şeffaflık ile görünmezliğin, aydınlık ile karanlığın gri alanda buluştuğu bir tabloya bakmamızı salık veriyor.
Devlet ve suç ilişkisini takip ederseniz bu konunun neden devasa bir ekonomi olduğunu da görürsünüz diyor, bunu da sahadan örneklerle sunuyor.
Geniş bir spektrumdan bakıldığında mahalledeki bekçiden, silahlı örgütlere, çetevari oluşumlardan raconcu kartellere, iktidarın ses etmediği özel birliklerden devlet destekli mafyalara uzanan bir çeşitlilik görürüz. Genel olarak, paramilitarizmi bir devlet oluşum biçimi, aşaması ve dinamiği olarak görsek de faaliyetleri sadece cinayetten ibaret olmayıp mülksüzleştirme, istihbarat toplama, güvenlik sağlama ve diğer devlet işlevlerini de kapsıyor.
Kitapta Paul Amar’a referansla verilen “parastatal koalisyon” ve Aldo Civico’nun “intreccio” kavramları bu manada iş görebilir. Amar, paramiliterlerin devletle "parastatal koalisyonlar" aracılığıyla bağlantılı olduğunu ve bunun "hesap verebilirliğin azaldığı, gücün denetimsiz kaldığı paralel bir alan" yarattığını savunur. Civico’nun etnografik çalışması, İtalyanca intreccio (iç içe geçme) terimini, paramiliterler ile devlet yetkilileri arasındaki ilişki türlerini betimlemek için bir metafor olarak kullanır.
***
Üngör, paramilitarizmi sadece devlet destekli cinayet aygıtları olarak ele almıyor. Bir performans aygıtı olduğunun da altını çiziyor. Yani onların sadece fiziksel değil, psikolojik bir güç olduğunu da ülke ülke anlatıyor. Yarattıkları semboller, kontrol mekanizmaları ve daha birçok şey, kendilerine ait bir sosyolojinin ispatı gibidir.
Kitabın bir yerinde paramilitarizm için “güneş tutulması” diyor Üngör. Bu doğayı anlamak açısından verimli bir metafor olabilir. Karanlık olarak tarif edilen bu organize suç halinin dünya genelinde vardığı ‘toplumsallaşma’ hali, gerçekten ürkütücü. Diğer ürkütücü durum ise bu yapıların devleti şiddet ve güvenlik alanında nasıl dönüştürdüğüdür. Kurumsal yapılara sızabilen bu dönüşüm, topluma ağır faturalar çıkarabilmektedir.
Kitapta dikkatimi çeken farklı bir tartışmaya da değinip öyle bitireyim. Ki bence en özgün tartışmalardan biriydi. “Paramiliterler genellikle zayıf devletin bir sonucu, bütünüyle suç faillerinin, devlet terörünün taşeronları, reaksiyoner kapitalistler olarak görülür ve onlara sorunlu devletlerin patika bağımlı tarihleri bağlamında yaklaşılır.”
O halde paramiliter yapılar/oluşumlar zayıf devlet olmanın belirtisi midir? Uğur hocanın tüm tartışma sonucundan çıkardığı şey “hayır”dır. Bu kolaya kaçmak olur.
Bu çalışma bunu eksik görüyor.
Sonuç olarak elimizde “devletin şiddeti dışsallaştırması” konusunu etraflıca işleyen bir eser var. Suriye iç savaşından Latin Amerika’daki ölüm mangalarına, Balkanlardan Afrika’ya uzanan spektrumda; her yerde olan, her yerde başvurulan, her yerde farklı kılıflarla görünür kılınan bu savaş örüntüleri, karanlık bir yüz olarak kalmaya devam ediyor. Peki bu nasıl oluyor diye soruyor ve merak ediyorsanız, kitap sizin için de müthiş bir kaynak olacaktır.
(ÖA/Mİ)