Tarım Zehirleri, Sadece Otu Böceği Değil, İnsanı da Öldürüyor
"Otu, böceği öldüren; insanı da öldürüyor" diyor Şaban Burhan. O pek çok üreticinin aksine yaklaşık 22 yıldır ürünlerini organik tarım yöntemleriyle yetiştirmeye devam ediyor. Onun gibi pek çok doğa dostu üreticinin deneyimleri, zehirsiz üretimin mümkün olduğunu kanıtlıyor.
Türkiye'de son dört yıl içinde pestisit kullanımı yüzde 51 oranında arttı.
Çoğumuzun yanlış bir kullanımla "tarım ilacı" olarak bildiğimiz pestisitler, ilaçların aksine iyileştirmiyor.
Pestisitler, doğurdukları zararlar nedeniyle uzun süre silinmeyecek izler bırakıyor ve gıda güvenliğimizi tehdit ediyor; insanların sinir ve hormonal sistemlerine zarar veriyor, pek çok kanser türüne, kısırlığa neden oluyor, çocuklarda gelişim bozukluklarına yol açıyor, arılara ve diğer canlılara verdiği zararla biyoçeşitlilik kaybına sebep oluyor, ekosistemi tahrip ediyor; suyumuzu ve havamızı zehirliyor.
"Otu, böceği öldüren; insanı da öldürüyor" diyor Şaban Burhan. O pek çok üreticinin aksine yaklaşık 22 yıldır ürünlerini organik tarım yöntemleriyle yetiştirmeye devam ediyor.
Şaban Burhan'ın ve onun gibi pek çok doğa dostu üreticinin deneyimleri, zehirsiz üretimin mümkün olduğunu kanıtlıyor.
Yararlı böcekleri de öldürüyor
Tarım ve Ormancılık Bakanlığı verilerine göre 2014-2018 yılları arasında pestisit kullanımı %51,10 artmasına rağmen, hektar başına ton olarak buğdaydaki verim artışı %14,17, meyve grubunda %13,85, sebze de %7,82, ayçiçeğinde %6,4, patateste %4,4. Mercimekte ise verim kaybı söz konusu. Tarım zehirleri tahmin edildiği gibi bir verim artışı yapmıyor, aksine zararlıların yanında yararlı böcekleri, mikroorganizmaları da yok ederek doğanın dengesini bozuyor.
Zararlılar zamanla pestisitlere direnç kazanıyor
Üstelik pek çok zararlı, zamanla pestisitlere direnç kazandığı için, pestisit kullanımı bu zararlılar üzerinde etkisiz kalıyor. Bu nedenle her yıl daha fazla ve daha etkili pestisit türleri kullanılıyor.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından pestisitlerin zararları konusunda yürütülen Zehirsiz Sofralar projesi kapsamında Şaban Burhan'ın çiftliğini ziyaret ettik.
Perakendecilik ve toptancılık deneyimlerinin ardından, doğduğu topraklar olan Bursa, Karacabey'de Kıranlar köyünde yaklaşık 20 yıl önce sadece ailesinin ihtiyacına yetecek kadar meyve-sebze yetiştirmeye başlıyor Burhan.
Yıllarca sürdürdüğü çabasının sonucu olarak bugün Karacabey'de 200 dönüm alan üzerinde, yaklaşık 85 çeşit ürün yetiştiriyor.
1958 yılında Karacabey'de dünyaya gelen Burhan pestisite karşı verdiği mücadeleyi şöyle özetliyor:
"Eskiden, gıda toptancılığı yaptığım zaman son kullanma tarihi geçen ürünleri eve getirip yerdik. Tarih geçmesine rağmen o yoğurtlar bozulmazdı. Oysaki annemin yoğurtları üç beş günde ekşirdi. Kafamda soru işaretleri oluşunca, bari kendi çocuklarım doğru beslensinler diye bir bahçe satın aldım."
"Bitkilerin uykuya ihtiyacı var"
Burhan, ürünlerini İstanbul ve Ankara'daki ekolojik pazarlarda satıyor, aynı zamanda bazı marketlerin organik bölümlerinde de bulunabiliyor.
Pestisit yerine toprağa koku ve renk tuzakları kurarak alternatif yöntemler kullandığını söylüyor Şaban Burhan.
Karacabey özelinde de şu bilgileri veriyor:
"1970-80'li yıllarda sentetik ürün yok, pestisit yoktu Karacabey'de. Sonraki dönemlerde araştırmalarda suyun ph'ı 6-7 iken 8'e çıktı. 9'a çıkarsa çöl olacaktır. 50-60 sene sonra buradaki insanlar kanser olacak, bu kaçınılmaz. Aşırı ilaçlamadan yılanı öldürüyoruz, fare popülasyonu artıyor. Bu sene kış kuraklığı yaşanmadı. Yapraklar dökülmedi. Uykuya ihtiyacı var bu bitkilerin."
"Ahkâm değil, gerçekler"
"Ahkâm kesmiyorum" diyor Şaban Burhan, "Sebepler, gerçekler hep bunu olgunlaştırıyor. Bu el birliğiyle çözülebilir. Organik tarımın dostu yok, tek dostu müşteri kitlesi. Müşteri çok iyi bilinçlenirse ne yediğini sorgularsa bunun önüne geçebiliriz. Yediğimizi felsefesiyle anlatırsak doğru yola ulaşacağız.
Şaban Burhan üretici pazarlarının çoğalması ve özellikle belediyelerin alım garantisi vermesi gerektiğini de söylüyor.
"Yol olmayınca, ürün mamul olamıyor"
Kendi çiftliği için de ayrıca başka bir sorundan söz ediyor. Çiftliğine ulaşan resmi yol olmaması.
"Resmi yol, kadastro yolu yapılsa müşteriye ulaştırma imkanımız daha kolay olabilirdi ve ürünümüz mamule dönüşebilirdi. Müşteri kitlesi en büyük sorun organik üretici için. Üreticiyi yönlendiren tüketicidir. Müşteri kaybından dolayı ürünümüzü satamıyoruz. Yirmi yıldır işin içindeyim son üç- dört yıldır para kazanıyorum. Sadece sebze yetiştirmekle bir yere varılamıyor. Ürün mamul haline gelmeli."
"Belediyeler alım garantisi vermeli"
Buğday Derneği'nden Oya Ayman, 13 pestisitin yasaklanmasını Bakanlıktan talep ettiklerinin altını çiziyor:
"Bunlar kanserojen olduğu kanıtlanmış ürünler. Yerel yönetimlerin desteği çok önemli. Pazarların kurulması yerel yönetimlerin destetiğiyle olur. Ama aynı zamanda zehirsiz sofralar için bir takvim oluşturulmalı. Alım garantisi vererek kendi kaynaklarında mesela Halk Ekmek'te kullanabilirler. Yerel yönetimlerin yapacağı çok şey var. Ürünlerde ne olduğunu bilmek Anayasal hakkımız. Sağlıklı beslenmek bizim hakkımız. Arılar yoksa bizim gıdamız da yok. Bu bir denge. Toprak ve su kirlenmişse diğer canlılar ortada yoksa bizim gıdamız da yok."
"Bir elmaya 16 kez zehir atılıyor"
Dernekten Turgay Özçelik ise şunları söylüyor:
"Bir elma bizim soframıza gelene kadar 16 kez zehir atılıyor. Özellikle gelişme çağındaki çocuklar ve anne karnındaki bebekler için zararlı. Bakanlığın son yıllarda denetleme paylaşımlarını sorunlu görüyoruz. Sivil toplum kuruluşlarının işi değil pestisit analizi yapmak. Yıllar önce yasaklanan pestisitler hala ürünlerde bulunuyor. Yasal bir boşluk var. Öte yandan bütün sorumluluğu üreticiye de yıkamayız. Bu bir halk sağlığı problemidir. Üç talebimiz var; yasaklansın, alternatif yöntem gelişsin ve bilgi paylaşımı yapılsın. Sonuçları bilmek istiyoruz."
41 Pestisit İçin Yapılan Araştırmada Öne Çıkan Sonuçlar • 8 Etken madde ölümcül: Bakanlığın listesindeki 41 etken maddeden 8'i solunduğunda ölümcül etki gösteriyor. • 12 Madde kanser tehlikesi taşıyor: 41 pestisit etken maddesinin 7'si muhtemel, 5'i olası karsinojenik. Karsinojenik maddeler solunduğunda, ağız yoluyla alındığında veya deriye nüfuz ettiğinde kanser oluşumuna neden olabiliyor. • 19 Madde çocuklar için çok tehlikeli: 5'i şüpheli olmak üzere, 19 etken madde hormonal sistem bozucu özellik taşıyor. İnsan ve hayvan bedeninin birçok işlevini hormon sistemi düzenlediği için, hormonal sistem bozucu pestisitler vücudu pek çok açıdan etkiliyor. Bu etkilerden bazıları: Hormonla ilişkili kanser türleri (prostat, testis, meme), metabolizma bozuklukları (obezite, diyabet), üreme fonksiyonu bozuklukları (doğurganlığın azalması, çocuklarda cinsiyet gelişim bozukluğu, örneğin erken ergenlik), kalp ve damar hastalıkları, zihin ve davranış bozuklukları. Hormonal sistem bozucu pestisitler, özellikle çocuklar ve anne karnındaki bebekler için daha tehlikeli. • 13 Madde beyne zarar veriyor: 4'ü şüpheli olmak üzere, 13 etken madde nörolojik gelişime zarar veren özellikte. Hiperaktivite, davranış bozuklukları, düşük IQ, yol açtığı zararlardan bazıları. • 26 Madde üreme sistemini bozuyor: 9'u şüpheli olmak üzere, 26 etken madde üreme sistemi için zararlı niteliğe sahip. Bunlar, üreme sistemine toksik etkiler gösteren, üreme fonksiyon ve kapasitesini azaltan, doğurganlığa veya doğmamış çocuğa zarar verebilen maddelerdir. • Çiftçiler tehlikede: 13 etken madde çiftçiler ve tarım işçileri için çok zararlı. • Ekosisteme zarar veriyor: 10 etken madde arılar, 10 etken madde faydalı böcekler, 3 etken madde kuşlar, 10 etken madde suda yaşayan canlılar, 1 etken madde su yosunları için çok zehirli. • Biyolojik birikim ve kalıcı kirlilik: 3 Etken madde biyolojik birikim yapıyor ve 5 etken madde ise uzun süre çevrede kalarak zehirli etkisini koruyabiliyor.
Cumhuriyet gazetesinde kültür-sanat muhabirliği, haber merkezi ve yazı işlerinde editörlük yaptı. Kurum içi iletişim ve sektör dergilerinde çalıştı. Sözlü tarih belgesellerinin yapım aşamalarında görev aldı....
Cumhuriyet gazetesinde kültür-sanat muhabirliği, haber merkezi ve yazı işlerinde editörlük yaptı. Kurum içi iletişim ve sektör dergilerinde çalıştı. Sözlü tarih belgesellerinin yapım aşamalarında görev aldı. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü mezunu. 2019-Haziran 2024 arasında bianet'te editör ve muhabirdi.
Akademisyen Özge Öner'e İsveç'ten 'İnsani Çiçeklenme Ödülü’
Ülkenin önde gelen düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü'nün verdiği ödüle, ‘insan refahını teşvik eden’ entelektüel çalışmaların sahipleri layık görülüyor.
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Doçenti ve Oksijen yazarı Dr. Özge Öner, İsveç'in saygın düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü tarafından verilen "İnsani Çiçeklenme Ödülü"ne layık görüldü.
Ratio Enstitüsü’nün, insan refahını artırmaya yönelik entelektüel katkıları onurlandırmak amacıyla verdiği bu prestijli ödül, bu yıl Öner’e takdim edildi.Ödülü, 2022 yılında bu ödülü ilk kez alan kurumsal iktisat profesörü Niclas Berggren’in elinden alan Öner için Berggren şöyle dedi:
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
2008 yılında Marmara Üniversitesi’nden iktisat lisans diplomasıyla mezun olan Öner, yüksek lisans ve doktora eğitimini İsveç’teki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamladı. 2014 yılında "Retail Location" başlıklı doktora tezini sundu. Mekânsal iktisat alanındaki bu çalışması, akademik kariyerinin temel taşlarından biri oldu.
Bu alanda Jönköping’de çeşitli akademik kurumlarda görev alan Öner, 2018 yılından bu yana Cambridge Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor. Uzun yıllar İsveç’in önde gelen gazetelerinden Svenska Dagbladet’te köşe yazarlığı yapan Öner, Mart 2024’ten bu yana Oksijen gazetesinde yazıyor.
Ne kahraman ne kurtarıcı: Bir hekim, bir aydın, bir hak savunucusu
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak.
Özen B. Demir ve Onur Erden’in “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım” söyleşisi, Dr. Selim Ölçer’in mütevazı, renkli, samimi, içten ve sahici kişiliğiyle bizi tanıştırıyor. Biyografi kitabı, akıcı ve sohbet havasında, nehir söyleşisi tarzında hazırlanmış; sürükleyici ve bir çırpıda okunacak bir kitap.
Kitapta ayrıca Şükrü Hatun ve Selçuk Mızraklı’nın sunuş yazıları ile Vecdi Erbay’ın İMC TV’de Diyarbakır Söyleşileri kapsamında 2013 yılında yaptığı söyleşi de yer alıyor.
Aile geçmişi ve politik bilincin oluşumu
Selim Ölçer, varlıklı bir aileden gelir. Annesinin ailesi bir tarafı toprak ağası, diğer tarafı şıh kökenlidir. Babası Adalet Partisi taraftarı; eve giren tek gazete Tercüman. Dindar bir ailede büyüyen Ölçer, ilkokul ve ortaokul yıllarında sağlam bir dini eğitim alır; Kur’an ve hadis okur, Ayet-el Kürsi’yi ezbere okuduğunu dile getirir.
Mehmet Ali Aybar Aybar’lı tarihi Türkiye İşçi Partisi (TİP), Mehdi Zana, Tarık Ziya Ekinci sayesinde Diyarbakır’da örgütlüdür. Selim Ölçer’in politik bilinci de TİP sayesinde şekillenir. İlk Doğu mitingi Silvan’da yapılır. Mehmet Ali Aybar’ın “Siz Kürt’sünüz, onun için eziliyorsunuz” sözü, Kürt kimliğinin oluşmasında etkili olur.
Anadili kişinin onurudur. “Kürtçe bilim dili değildir” savlarına karşın, anadilini tanıma, anadilde sağlık hizmeti sunma gibi gerekçelerle Mezopotamya Vakfı’nın kurulmasında ve Mezopotamya Tıp Kongresi’nin düzenlenmesinde aktif yer alır. Kürtlerin, “Başın sıkışırsa sırtını ya sağlam bir arkadaşa ver ya da dağlara,” deyişine uygun bir yaşam sürer. Gerek hekimlik pratiğinde, gerek insan hakları mücadelesinde…
Selim Ölçer’in akrabası olan Yusuf Azizoğlu (1917-1970) Silvan Belediye Başkanlığı, milletvekili, Sağlık Bakanlığı yapmıştır. Silvan’ın yetiştirdiği ilk hekimdir. Sonrasında Selim Ölçer gelir. Pek bilinmez ama sosyalizasyonun uygulayıcılarındandır. Onun Sağlık Bakanlığı (1962-1963) döneminde uygulanmıştır. Azizoğlu’nun müsteşarı olarak çalışan Nusret Hoca (Fişek), anılarında onu dürüst bir devlet adamı olarak anlatır.
Silvan, Ermeni yoğunluğunun olduğu bir ilçe. Bölgede birçok Ermeni köyü vardır. Orada bir şekilde kalmayı başaran, koruma altına alınanlar, yıllarca kimliklerini gizlerler. Nüfus cüzdanlarından İslam yazar. Silvan’da uzun yıllar kent sineması olarak kullanılan yapı, Ermeni cemaatine ait bir kilisedir. 1988 yılında camiye dönüştürülmüş. Bölgede birçok zanaat (dokumacılık, şalcılık), ticaret ve bağcılıkla uğraşırlar. Selim Ölçer’in annesinden dinlediği anekdot, 1915 olaylarını tüm çıplaklığıyla göstermesi açısından önemlidir: “1915’de Ali amcan Muş bölgesinde askerlik yaptı. Oradaki Ermeni köylerini yakarken, ertesi gün askerliği bitiyor. Son akşam gelmiş artık. Saat beşte askerlik bitecek. Son köyü yakarken orada bir kız çocuğuna rastlıyor, bir kız çocuğuna. Komutanına gidip diyor ki, ‘Benim kızım yok, izin verirsen ben bunu öldürmeyeyim, alıp götüreyim kendimle.’ Kimseye anlatmamak kaydıyla onaylıyor komutan…”
Özen B. Demir ve Onur Erden, Dr. Selim Ölçer: “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2025, 272 sayfa.
Eğitim ve meslek yolculuğu
Selim Ölçer henüz 14 yaşında (1962) ayrılır Silvan’dan. Lise, tıbbiye ve uzmanlık eğitimi Ankara’da. Diyarbakırlı olduğu kadar Ankaralı. Dostluğa, barışa, demokrasiye inanan bir Kürt aydınıdır. Siyasi, mesleki mücadelesi Ankara’da. 68 kuşağından. Tıbbiye’de 1970’lerde Fikir Kulübü Başkanlığı yapar. Faşistlerin, dönemin Ülkü Ocakları Başkanı ve Osman Durmuş’un (1999-2002 Sağlık Bakanı) içinde olduğu bir grubun, Ankara Tıp Fakültesi Morfoloji binasına basarak Selim Ölçer’i bir kamyonete bindirip kaçırma hikâyesi var. 60’lardan 2000’lere kadar Ankara. 2000 sonrası tekrar Diyarbakır.
“Sempatizanlık ve aidiyet” olarak kendisini 68 kuşağı içinde 68’in devrimcisi olarak tanımlar. “Öyle yüksek teorik donanımı olan, militanlık yapan bir sosyalist olmadım,” diyerek de ilave eder. Kendisini sosyalizme hayranlık duyan, yönelimi olan, sol değerlere bağlı birisi olarak ifade eder. 68 kuşağı içinde yer almıştır ama 12 Eylül öncesi 78’in militan, örgütlü mücadelesi içinde yer almamıştır. 1977-80 KBB ihtisas dönemi, 1980-84 aynı klinikte şef muavini olduğu, mesleki konularda yetkinleşmeye yoğunlaştığı dönemdir.
Mesleğinde başarılı bir hekimdir. Açık rinoplasti denilen ameliyatı ilk kez kendisinin getirdiğini söyler. 1987 yılında Yugoslavya Zagreb’de bu ameliyatı öğrendiğini, sonra Türkiye’ye getirdiğini ifade eder. Meslek yaşamında hekim olarak yoksulun yanında yer almıştır. 2000’li yıllardan sonra döndüğü Diyarbakır’da açlık sınırında yaşayan yoksul insanlara yardım için kurulan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği kurucuları arasında yer alır. Dernek 2016 yılında kapatılır. “Terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlaması ile yargılandığı dava şu an Yargıtay’dadır.
Genellemelerden kaçınmak gerektiğini bilerek yazıyorum. Doğu toplumlarında duygusallığın öne çıktığını, peşinden sürüklendikleri “kahramanları, liderleri, önderleri” olduğunu söylesek çok da hatalı yargıda bulunmuş olmayız. Bu anlamda Batı toplumları daha rasyoneldir. Bir Kürt aydını olarak Selim Ölçer de, “Ben ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanırım kardeşim. İnanmam. Bizler belki toplumun şöyle veya böyle önderleri olabiliriz, ufak tefek liderleri olabiliriz. Ama toplumun kahramanı, kurtarıcısı, bilmem nesi değiliz,” derken Batılı bir zihin dünyasını görüyoruz. Her ne kadar kendisi abiliği kabul etmese de, o Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarihinde saygın bir yeri olan abilerimizdendir.
Öbür yandan memleketi olan, çok kültürlü, çok kimlikli kadim şehir Diyarbekir’ın kültürel kodlarında da abilik vardır. Şair-yazar Veysel Öngören (1931-98), eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana (1940-…), yazar, siyasetçi, hekim Tarık Ziya Ekinci (1934-2024) hekim Mahmut Ortakaya (1938-…), gazeteci, şair Ahmet Arif (1923-91) bunlardan sadece birkaçıdır. O, klasik sol jargondaki şeflik, abilik kültürüne uzaktır. Başkanlık kültürüne, kurtarıcılık anlayışına yatkın değildir. Bu nedenle ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanır. Ama şurası bir gerçektir ki hekim hareketinde; 1986-90 Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı, 1990-95 TTB-MK Başkanı olarak yönetsel sorumluluklar üstlenmiş, TTB tarihinde bir döneme (1980-2000) damgasını vurmuştur. Övgüye ihtiyacı olmasa da, isminin anılması yakın tarih açısından önemlidir. Bu anlamda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun son dönem genel kurul konuşmalarıyla ilgili bir anekdotu kendisinden dinleyelim: “Her kongrede kalkar, Nusret Hoca’yı (Fişek) över, ‘Erdal Atabek şöyle yaptı’ der. Ata Soyer’leri zikreder… Bir tek defa bile ağzına almaz ismimi… Bu niye zor mesele?”
TTB ve ATO’da iz bırakan dönem
Ortak aklı öne çıkartan, katılımcılığı önemseyen, ortak üretme kültürüne yatkın birisi olarak, bir başkandan çok orkestra şefi gibi ATO’da ve TTB’de yönetsel görevler üstlenmiştir. Dostluğu, yoldaşlığı, birlikte bir şeyleri kurtarmayı önemser. Muhabbet adamıdır. Döneminde hekim mücadelesinde büyük işler başarılmıştır. Ama o, mütevazılığı elden bırakmaz.
80 sonrası ilk memur eylemi, 12 Eylül darbesine karşı ilk çıkış, hekimlerde ilk uyanış, ilk hekim hareketi, beyaz eylemler; onun ATO Başkanlığı döneminde hekimlerin oda çevresinde örgütlenmesiyle olmuştur. Muayene hekimleri bile bu eylemlere katılmıştır. Bakanlık önünde beyaz önlük atmalar, hastanelerde toplu nöbetler, sessiz yürüyüşler (1988)… 90 yıllarda eylem otobüsü ile Numune Hastanesi’nin önüne girmeleri, o dönemi yaşayanlar için hâlâ hafızalardadır. Dinamik, etiğe, sendikalaşmaya, demokrasiye ve insan haklarına sıcak bakan bir TTB’yi güçlü bir ekip olarak birlikte yaratmışlardır.
İskender Sayek’in katkılarıyla ilk kredilendirme kurulu kurulmuştur. Toplum ve Hekim daha canlı hale getirilmiş, Tıp Dünyası yayına başlamış, STED (Sürekli Tıp Eğitim Dergisi) çıkarılmıştır. UDEK (Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu) kurulmuştur. Katılımcılık ve kitleselleşme adına GYK, kol ve komisyonların kurulması, var olan komisyonların aktifleştirilmesi bu dönemdedir. Hekim mücadelesini insan hakları mücadelesinden ayrı düşünmemiştir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) kuruluş süreçlerinde yer almıştır.
*Dr. Selim Ölçer (Fotoğraf: TTB/X)
O, meslek odası çalışmalarında dinamik siyaset ile meslek aktivizmini dengelemiştir. Politik ama politize olmayan bir TTB’nin yaratılmasında katkıları büyüktür. Her olayda “hekimler bu işe ne der?” sorusunu aklından çıkarmamıştır. Nusret Hoca’ya olan saygısını, sevgisini her daim ifade eder. Selim Abi ve o döneme damgasını vuran herkesin söylediği “Nusret Hoca TTB’nin çok önünde bir insan” olmasıdır. Bir generalin oğludur ama gerek 12 Mart’ta gerek 12 Eylül’de darbecilere karşı durmuştur. Sosyalizasyonun mimarı, duayen bir hekim olarak idam cezasına ve işkenceye karşı tutumundan dolayı yargılanmıştır (1985).
Selim Ölçer; mecburi hizmet, uzmanlık ve meslek yaşamında onun öğretileriyle hekimlik yaptığını söyleyerek ona olan saygısında kusur etmez. 1986-90 yıllarında ATO çevresinde “çağdaş hekimler” olarak örgütlenen, daha mücadeleci, dinamik bir ekip ED-TTB’nin (Etkin Demokratik TTB / 1990) nüvesini oluştururlar. Ata Soyer’in mizahi anlatımıyla ekip; 68’den arta kalan, 78’den ucuz yırtan, 80 sonrası mezun olup hekimlik yapmak isteyenlerdir. “Nasıl bir TTB tartışmasına giriş” başlığı altında bir metinle ilkelerini, çizgilerini, yaklaşımlarını ortaya koyarlar. Nusret Hoca başkanlığındaki mevcut yönetim “Gerçekler bilinmeden hayal bile kurulamaz” adlı bir metinle tartışmaya katılır. Daha genç ve dinamik olan Selim Ölçer ekibi bir heyet oluşturarak (Selim Ölçer, Şükrü Hatun, Okan Akhan, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Recep Akdur) “Sensiz bir şey yapmak istemiyoruz, lütfen beraber girelim listeye” diyerek hocanın evine kadar gidip ikna etmek için çaba gösterirler. Nusret Hoca “Ben sizinle ortak programa girmem, ben sokak politikacılarıyla çalışmam” diyerek ayrı listeyle seçime girer. Sonuçta 7 kişilik TTB-MK’ye; Nusret Hoca’nın listesinden kendisi ve oğlu Gürhan Fişek, diğer listeden Selim Ölçer, Recep Akdur, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Ata Soyer girer.
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak. Yakın tarihi yazmak, bir noktada yakın gelecekle konuşmaktır. Bu hafızayı ortaya çıkardıkları ve akıcı bir nehir söyleşisi gerçekleştirdikleri için Özen Demir ve Onur Erden’e teşekkürler. Kaleminize sağlık.
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek...
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı, 2018 yılı Okan Üniversitesi Sağlık Yönetimi Yüksek Lisansı mezunu. 2020 yılında Mersin Barosundan avukatlık ruhsatı aldı. Aktif avukatlık yapmadı. 1998-2008 yılları arasında Mersin Tabip Odasında 4 dönem yönetim kurullarında yönetsel sorumluluklar aldı. 2020-24 TTB-Yüksek Onur Kurulu üyesidir. “TTB’ye Adanmış Bir Ömür: Dr Mahmut Ortakaya” kitabının yazarı.