Pandemide çocukların ekran başında geçirdiği süre arttı, bu süreçte siber zorbalık vakalarında da artış gözlendi. Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Bilgiç, yapılan araştırmalara göre pandemi öncesine göre ekran süresindeki artışın yüzde 500 olduğunu söylüyor.
Karantina ve uzaktan eğitim döneminde çocuklar ekran başında daha çok vakit geçirdi. UNICEF'in verilerine göre dünya çapında 1,5 milyar çocuk pandemi nedeniyle okuldan uzak kaldı. Parents Together vakfının 3000 ebeveynle gerçekleştirdiği bir anket, pandemi öncesine göre ekran süresindeki artışın yüzde 500 olduğunu gösteriyor.
Bu süreçte siber zorbalık vakalarında da artış gözlendi. Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi ve Dijital Medya ve Çocuk sitesi yöneticisi Dr. Esra E. Bilgiç, öğrencisi Begüm Suyolcubaşı'nın yaptığı araştırmayı dayanak göstererek, "Özellikle ortaokul yaş grubu, literatüre geçen siber zorbalıkların en fazla görüldüğü dönem" bilgisini veriyor.
"Etkileşimli iletişim önemli"
Dijital medya kullanımında yaş sınırlamaları nelerdir? Hangi yaşta çocuğu nasıl yönlendirmeliyiz?
Öncelikle her yaşta çocuk için temel bir yaklaşım olarak ailenin bu konuda çocuğuyla gireceği etkileşimli iletişimin önemini vurgulamakta fayda var. En önemli prensip hiçbir yaşta, hiçbir çocuğu dijital araçlarla süresiz olarak tek başına bırakmamak. Anne babaların, her yaşta çocukla, dijital araçlarla neler yapılabileceği, dijital dünyanın ne gibi riskleri olabileceği hakkında konuşmaları her şeyi olumlu yönde değiştiriyor. Bununla birlikte her yaşta günlük hayat dengesi gözetmenin önemi de unutulmamalı. Yani çocuğunuz günlük yaşamı içinde uykuyu, fiziksel aktiviteyi, beslenmeyi, akranları ve aile bireyleriyle sosyalleşmeyi, çevrimdışı oyunu, deneyimle öğrenmeyi, açık havada vakit geçirmeyi yeterli ve dengeli bir şekilde sürdürüyor mu?
3-6-9-12 yaş kuralı
Bundan sonra 3-6-9-12 yaş kuralını akılda tutmakta fayda var. 3 yaşından önce hiçbir dijital mecra ile çocuğu tek başına bırakmamak, 6 yaşından sonra kontrollü bir şekilde ve doğru içerik seçerek dijital oyunlar oynamasına izin vermek, çocukların 9 yaşından önce tek başına internete girmemelerine dikkat etmek, 12 yaşından önce sosyal medya mecralarında olmamalarını sağlamak gibi temel prensipleri gözetmekte yarar var. Bir de benim çok önemsediğim bir husus, çocukların çevrimiçi araçlarla odalarında tek başlarına kalmamaları. Çocuklar dijital araçları ailenin ortak alanlarında kullanmalı.
"1,5 milyar çocuk pandemi nedeniyle okuldan uzak kaldı"
Pandemi sürecinde çocukların dijital medya kullanımı arttı. Uzaktan eğitimle birlikte ekran önünde daha sık vakit geçirmeye başladılar. Bu süreçte çocuklar dijital medya kullanımından nasıl etkilendi, ne gibi veriler, bulgular çıktı ortaya?
UNICEF'in verilerine göre dünya çapında 1,5 milyar çocuk pandemi nedeniyle okuldan uzak kaldı, bunların büyük çoğunluğu dijital ortamda eğitim almaya ve sosyalleşmeye başladı. Farklı ülkelerde yapılan farklı araştırmalar, örneğin Quostudio araştırması, pandemi sonrasında çocukların online aktivitelerle geçirdikleri zamanın pandemi öncesine göre yüzde 100'den fazla arttığını ortaya koyuyor.
Hatta Parents Together vakfının 3000 ebeveynle gerçekleştirdiği bir anket, pandemi öncesine göre ekran süresindeki artışın yüzde 500 olduğunu gösteriyor. UNICEF, WHO, Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) gibi bazı kuruluşlar artan ekran süresiyle birlikte artan çevrimiçi risklere dikkat çekiyor. BM verilerine göre, ABD'de 2019'da çocukların cinsel istismarına yönelik yaklaşık 70 milyon görsel ve video tespit edilmişken, bu oranın pandemi sonrasında artışa geçtiği belirtiliyor.
"Online eğitim için hiç duymadığımız platformlara kişisel verimizi verdik"
21 Eylül'de yüz yüze eğitim tekrar başlayacak. Uzun süre ekran başında kalan ve dersleri internetten takip eden çocukları ve eğitimcileri neler bekliyor? Bu süreçte, takip edebildiyseniz eğer, çocukların, ebeveynlerin dönüşleri nasıldı?
Çocukların daha uzun süre ekran başında kalmaları, daha fazla riske maruz kalma ihtimalini de arttırıyor. Örneğin bu süreçte kişisel verilerin korunması meselesi asla göz ardı edilmemeli. Aileler olarak hepimiz online eğitim için birden ve hızlı bir şekilde, daha önce hiç duymadığımız platformlara pek çok kişisel bilgi ve verimizi vermeyi kabul ederek üye oluverdik. Oysa kişisel verilerin korunması meselesi asla gözardı edilmemeli, bu konuda bilinçlenmeye gerek var.
Bunun için İstanbul Bilgi Üniversitesi Bilişim ve Teknoloji Hukuku Enstitüsü'nün #KişiselVerimOyuncakDeğil diyerek hazırladığı "Çocuklara Dijital Öğütlerimiz" kitapçığının okunmasını şiddetle öneriyorum. Çocukların çevrimiçi ortamda daha uzun sürelerle kalmaları, daha fazla riske maruz kalma ihtimallerini arttırıyor.
"Pandemide siber zorbalık vakalarında artış oldu"
Siber zorbalığın türleri nelerdir, çocuklar ne gibi zorbalıklara maruz kalıyor? Böylesi bir durumda ebeveynler çocuklara nasıl yaklaşmalı? Siber zorbalığa maruz kalmış kişinin ve arkadaşlarının, zorbalığı tekraren üretmemek adına, tutumu nasıl olmalı? Pandemiyle birlikte siber zorbalık da arttı diyebilir miyiz?
Pandemi sürecinde siber zorbalık vakalarında artış olduğunu duyuyorum. Siber zorbalık eden kişi dijital ortamda arkadaşlarını tehdit edebilir, küçük düşürebilir, gruptan dışlamak amacıyla ayrımcılığa maruz bırakmaya çalışabilir. Yüksek lisans öğrencim Begüm Suyolcubaşı'nın bu konuda benim danışmanlığımda yazdığı yüksek lisans tezinin bulgularını paylaşarak yanıt vereyim.
Özellikle ortaokul yaş grubu, literatüre geçen siber zorbalıkların en fazla görüldüğü dönem. Ergenliğe giriş, eski arkadaşlardan ayrılma ve farklı bir dönemece girmek sebepler arasında. Sınıf öğretmeni kavramının olmadığı ve adaptasyonun zor olduğu bir dönem olduğu için çocuklar ortaokul döneminde hırçınlaşabiliyor.
"Temel sorun, 'zorbalık' adının tanımlanmaması"
Yeni sınıf ortamında çocuklar akranlarını kendileri gibi görüyorlar. Daha önce sosyal medya hesapları varsa ve ailelerinin denetiminde kullanmışlarsa, ortaokul döneminde çevrimiçi hayata da bireysel katılım göstermeye başlıyorlar. Siber zorbalıkla ilgili en temel sorun çocukların veya ergenlerin yaşadıkları zorbalığı çoğu zaman adını koyarak "zorbalık" olarak tanımlayamamaları. Bunu bu şekilde tanımlayabilmeleri için öncelikle bu konuda bilgilendirilmeleri gerekiyor. Bu bilgilendirme sürecinde çocuklara yaşadıkları sıkıntılar karşısında sessiz kalmamaları, yaşadıklarını aile veya öğretmenleriyle paylaşarak onlardan destek almak üzere yüreklendirilmeleri çok önemli.
"Çocukların YouTube'da var olmalarını yasaklamak doğru değil"
Çocuklar-özellikle youtube'da- içerik de üretiyor. Bu dijital medya ve çocuk hakları açısından dünyadaki uzmanlar tarafından nasıl yorumlanıyor, siz nasıl bakıyorsunuz?
Bu konuya tek bir perspektiften yanıt vermeyi doğru bulmuyorum. Çok boyutlu, çok perspektifli bir mesele. Şöyle ki paternalist ve korumacı bir yaklaşımla çocukların YouTube'da var olmalarını yasaklamak gibi bir yaklaşımı doğru bulmuyorum. Çocuk hakları perspektifinden bakıldığında YouTube çocukların ifade ve katılım haklarını kullanmaları için ortam sağlayan önemli bir platform.
"Ebeveynlerin rolü önemli, endüstri de destek olmalı"
Öte yandan çocukların kişisel verilerin gizliliği ve mahremiyet bakımından da çok sorunlu bir alan. Çocukların istismara ve siber zorbalığa açık hale gelmesine sebep olabilecek pek çok risk barındıran bir platform. Çocuğun yüksek yararı, çocuğun iyi olma hali, çocuğun kişilik haklarının korunması gibi pek çok hususun da göz önünde bulundurulması ve çocuğa özne olarak yaklaşılması gerekiyor. Burada asıl mesele şu; YouTube kurumsal bir şirket olarak tüm bunları bir arada gözeten nasıl bir politika benimsemeli? Çocukları çevrimiçi risklerden uzak tutma sürecinde ebeveynlere elbette önemli bir yönlendirme rolü düşüyor ancak endüstri de destek olmalı.
Geçen hafta, iki youtuber'ın Diyarbakır'daki çocuklara "sosyal deney" adı altında yaklaşımları ve görüntülerini yayınlamaları konuşuldu. Çocuklar sosyal medyada üreten, tüketen olmanın yanı sıra bu tip durumlarla da karşı karşıya kalıyorlar. Siz alanınız açısından bu haberi nasıl yorumladınız?
Çocuk hakları ve medya perspektifinden bakıldığında çok sorunlu bir vaka. Söz konusu video veya fotoğrafın çocuğun yararına paylaşıldığı iddia edilse bile, hiç kimsenin, hiçbir çocuğun görüntüsünü, izinli veya izinsiz, çocuğun veya ailesinin rızasını alarak veya almayarak, sosyal medyada yayınlama hakkı yoktur.
Yasaklama, yönlendir
Dijital Medya ve Çocuk patformunun "Yasaklama yönlendir" mottosu nedir?
Dijital medya çocuk ve gençlerin tartışılmaz gerçeği; dijital dünya onların sosyalleşme, üretme, öğrenme, eğlenme, kendilerini ifade etme alanı. Yapılan araştırmalar, doğru ebeveyn yönlendirmesi ve arabuluculuğuyla dijital dünyada doğru yaşta doğru şekilde var olmayı öğrenen çocukların risklerden en iyi şekilde korunabileceğini gösteriyor. Dijital medya kendisine yasaklandığı için dijital dünyada var olmayı hiç öğrenememiş olan veya ebeveyn yönlendirmesi olmadan çevrimiçi ortamlarda tamamen kendi başına, sınır konmadan bırakılan çocukların ise potansiyel risklerden gerçekten zarar görme ihtimalinin çok yüksek olduğunu biliyoruz. Bu nedenle kurucusu olduğum Dijital Medya ve Çocuk platformunun hedef kitlesi olan ebeveynlere, hak temelli pozitif ebeveynlik yaklaşımı doğrultusunda, çocuklarını bu dünyada nasıl yönlendirebileceklerini anlatmayı amaçlıyoruz.
Cumhuriyet gazetesinde kültür-sanat muhabirliği, haber merkezi ve yazı işlerinde editörlük yaptı. Kurum içi iletişim ve sektör dergilerinde çalıştı. Sözlü tarih belgesellerinin yapım aşamalarında görev aldı....
Cumhuriyet gazetesinde kültür-sanat muhabirliği, haber merkezi ve yazı işlerinde editörlük yaptı. Kurum içi iletişim ve sektör dergilerinde çalıştı. Sözlü tarih belgesellerinin yapım aşamalarında görev aldı. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü mezunu. 2019-Haziran 2024 arasında bianet'te editör ve muhabirdi.
Cezaevinde yalnız olmadığınız hissi gerçekten çok mühim. En önemli kısım: NEŞE! Neşeniz size yardım edecek. Neşenizi, kahkahanızı kaybetmeyin, ağız dolusu gülün!
Çiğdem Mater’in mektubu, ilk olarak BirGün’de yayımlanmıştır.
Sevgili herkes,
Aslında cezaevi adeti yeni tutuklanana postayla mektup, kart göndermek, ismiyle cismiyle “merhaba” demek. Ama son altı yedi ayda o kadar kalabalıklaştınız ki, çareyi sizlere içeriden içeriye mektup yazarak, BirGün üzerinden “merhaba” demekte buldum. Sizlere isimlerinizle hitap etmeyi çok isterdim ama hepinizin adını yazmaya kalksam, birkaç gün tam sayfaya ihtiyacım olurdu, mazur görün!
İlk tutuklandığımız günlerde, gelen giden herkese “biz hızlıca çıkamazsak, hepiniz ufak ufak yanımıza gelirsiniz” diyordum, muhtemelen benden önce tutuklanan pek çok kişinin kurduğu bir cümleydi bu. Kehanetim, kehanetimiz doğru çıktı diye sevinecek değilim ama bir yandan hapse girmenin “normalleşmesi”ni saçma ve tuhaf olsa da iyi buluyorum. Eskiden utanılan fısıldanan bir şeydi, şu anda nerdeyse gurur duyulan bir hal oldu.
Geçen de şunu düşündüm: Cumhurbaşkanı seçilme koşullarından (-bence epeyce manasız olan) üniversite mezuniyeti şartı kaldırılsın yerine hapse girmiş olma şartı konsun. Önümüzdeki 20-30 yıl siyasi yelpazenin herhangi bir kanadında aday sıkıntısı yaşamayız. Biz, 2022 Nisan’ında tutuklandığımızda Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinden “merhaba”lar almıştık, tanıdık, tanımadık, aynı hukuksuzluğu paylaştığımız bir sürü insandan kartlar, mektuplar…
Cezaevlerinden gelen “merhabalar”ın kıymeti çok, yalnız olmadığınız hissi paha biçilemez, ayrıca “yeni girdiğiniz” ortama dair mekanın sahiplerinden gelen öneriler altın değerinde! Eminim sizler de böyle çok mektup alacaksınız, son birkaç ayın tutuklanma sayılarındaki delirmeye bakarsak, muhtemelen almaya başladınız bile! Bu mektupların bir kıymeti de bence tarihin bizimle “bizim başımıza gelenle” başlamadığını kanıtlamaları.
Sadece bugünlerden bahsetmiyorum, hadi Osmanlı'yı geçelim, cumhuriyet tarihini esas alalım, 100 yıldır herkese oldu, herkese olabilir, herkese olacak…
Son birkaç aydır pek çok yerde sarı öküz göndermeleri çıkıyor karşıma. Doğrudur sarı öküzü kestirmeyeydik iyiydi de, herkesin de anlaşılan sarı öküzü kendine, İstiklal Mahkemeleri’nden Takrir-i Sükun’a, Varlık Vergisi’nden Yassıada’ya, Deniz Gezmiş-Hüseyin İnan-Yusuf Aslan’a, 12 Mart’a, 12 Eylül’e, 28 Şubat’a, Cumhuriyet davasına, ilk kayyımlardan Gültan Kışanak’la Fırat Anlı’ya, ilk parti eş genel başkanları Selahattin Demirtaş’la Figen Yüksekdağ’a, Kobanî’den Gezi davasına, aradaki sayısız kayyıma, öyle çok sarı öküz kestirdik ki “senin sarı öküzün hangisi?” diye test yapsak, şıklar A’dan Z’ye yol olur, bu andıklarım bir avazda aklıma gelenler…
Ama biz, “içerdekiler”e , bize dönersek, gerçekte aslolan sade bize olmadığı, herkese her zaman olduğu, ve ne yazık ki böyle giderse, olmaya devam edeceği bilgisi, bu bilgi, tuhaf ve saçma ama insanı ayakta tutuyor.
Cezaevinde yalnız olmadığınız hissi gerçekten çok mühim. Bir de, bence, gündelik hayatın akmasını sağlayan rutin! İlk aldığım mektuplarda, herkes “rutinini yarat” diyordu. İlk günler far görmüş tavşan, sudan çıkmış balık gibi olduğumdan çok anlamamıştım. (-merak etmeyin, o şaşkın haliniz, çok çabuk geçecek, “telefonum nerede?” falan diye düşünmeyi hızlıca terk edeceksiniz!), sonra anladım. Cezaevinde zaman, rutininizi oturttuğunuzda şaşırtıcı ama epeyce hızlı akıyor. Rutin kırılırsa, ki memleket sağolsun, rutini kıracak malzeme üretme manasında dünya markası, o günler saatler geçmiyor, o yüzden rutine sarılın!
Benim için rutinin bel kemiği okumak ve yazmak, dolayısıyla en mühim yer kütüphane. Neden belli değil, memleketteki her cezaevinin kuralı, kaidesi farklı, yıllarca akademi özerk olsun dedik, meğer cezaevleri özerkmiş. Her cezaevinin kitap kaidesi,kuralı da farklı ama yolunuzu, yönünüzü hemen bulacaksınız, eminim. Okuma ritmimi oturttuğumda, en şaşırdığım şey cezaevinin doğası gereği, hemen hemen hiç dış uyaran olmadığından, ne kadar hızlı ve içselleştirerek okuduğumdu. Yani, durduk yere cezaevi övmek istemem ama dikkatinizi dağıtacak hiçbir şey olmayınca, okumak bambaşka bir ritim kazanıyor.
Gündelik hayatta en dikkat etmeniz gereken şey elbette sağlığınız. Aslolan kendinizi iyi tutmanız. İlk zamanlar kilo vereceksiniz, panik olmayın ama yeme-içmenize (-elbette koşullar dahilinde, mümkün olduğunca!) dikkat edin. Koğuşların ve hücrelerin efsaneleri semaver ve kettle’ların neler pişirebildiğine inanamayacaksınız! Hem mutfakta hem de gündelik hayatta o kadar yaratıcı fikirler bulacaksınız ki, kendinizle gurur duyacaksınız.
Hakkınızdır, duyun! Kendinize imkanlar ölçüsünde “alanlar” yaratın, kendinize ait bir masa, bir kenar, köşe, kalabalıkta zor biliyorum ama deneyin!
Sırrı Süreyya Önder: “Uzun bir geleceği düşünüyoruz”
Kürt sorununda çözüm tartışmalarının en önemli isimlerinden biri olarak İmralı Heyeti’nde yer alan Sırrı Süreyya Önder ile barış süreçlerinde çoğu zaman göz ardı edilenleri konuştuk.
Sırrı Süreyya Önder, nereli? Kürt mü, Alevi mi? Hangi filmleri çekti? Dijital bilgi kaynaklarında adını arattığınızda onun hakkında en çok merak edilen sorular bunlar. Ama onun hikâyesi, arama motorlarına sığmayacak kadar derin ve virajlı.
1962’de Adıyaman’da başlayan hayatı, uzun yol şoförlüğünden cezaevi yıllarına, sinemadan siyasete uzanan bir yolculuk oldu. Türkiye’nin her köşesinde bir hikâye biriktirdi; o da hikâyeleri hem perdeye hem de meydanlara taşıdı. Siyasete adım attığında da hikâye anlatıcılığını bırakmadı —bu kez barışın, ortak bir geleceğin mümkün olduğunu haykırarak. Çözüm Süreci döneminde, 21 Mart 2015'te milyonlarca insana barış mektubunu okuyan yine o oldu.
Sırrı Süreyya Önder, şimdi yine “Yüreğimiz elimizde, barış için geziyoruz,” diyerek yollarda. Kürt sorununda çözüm tartışmalarının en önemli isimlerinden biri olarak, İmralı Heyeti’nde.
Uzun yolların ve ağır kelimelerin insanı Sırrı Süreyya Önder’le, barış süreçlerinde çoğu zaman göz ardı edilenleri ve sürecin halet-i ruhiyesini konuştuk.
Öcalan’la yeniden görüşme
Abdullah Öcalan’la görüşen heyette olmak sizin için nasıl bir his? Onu yıllar sonra gördünüz. İlk anda aklınızdan neler geçti?
Bu soruya kişisel bir bağlam ekleyerek cevap vermek isterim.
Benim için öncü siyasetçiler, birçok özelliğinin yanında hakikat arayışında olan kişilerdir ve bu hakikat de herkese alenidir. Siyasette kişinin konumu değil, dile getirilenin, konuşulanın, çözülmek istenenin içeriği daha çok dikkatimi çeker. Yani hedef ya da amaç benim için birincildir. Söz konusu ettiğimiz şey, toplumsal barıştır. Bunun için küçük ya da birileri tarafından basit olabilecek kanaatler bile, değerler kadar kıymetlidir. Kürt sorunu, barış gibi konular, hep düşünülen ama hissetme noktasında tıkanan konular olmuştur.
Hissetmek denildiğinde bir şeyi ya da bir fikri temsil etme anlaşılmıştır. Aynı zamanda his, kavramsız bir görüyle sınırlandırılarak duygusal bir alana hapsolunca ya bir yanda kalakalmış ya da içeriksizleştirilmiştir. Bu anlamda Öcalan, neredeyse şirazesi kopmuş bir kitabı, Kürtler ve Türkler bahsini yeniden ele alıyor ve ben de tanıklık ediyorum; aklıma gelen ilk şey, bu tarihi bir an ve fırsattır. Uzun bir geçmişten geliyoruz ve uzun bir geleceği düşünüyoruz, buradan da diri, eşit, adil ve özgür bir insan soyu duygusu… Kurutulmuş bir dalı yeniden yeşertme çabası. Bu, aklımdan geçen bu…
*İmralı Heyeti üyeleri, Abdullah Öcalan ve İmralı’da bulunan diğer mahpuslar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş, 27 Şubat 2025. (Fotoğraf: DEM Parti)
Görüşmelere giderken heyette nasıl bir duygu paylaşımı vardı? Yol boyunca sizi hangi düşünceler meşgul etti? Üstelik dozu bir hayli yüksek eleştiri, kaygı ve sitem sağanağı altında.
Bir şeyi çözemediğimizde burkuluruz. Toplumsal ve siyasal olarak kimi sorunlar babında bir demans tutumumuz vardır. Kimi ilaçlar alıyoruz ancak ilaçlar kadar (öneri, çözüm ve söz) yürümek de önemlidir. Biz ikinci keredir yola çıktık… Bizi ‘boş yapanlar’dan ayıran da budur: Hareket etmek. Hareket ettikçe beynimiz ve kalbimiz açılır; algılarımız artar, bilinç düzeyimiz yükselir; böylece ruhsal erozyona karşı durulur. Biz yürümek istiyoruz ve birileri de elbette durdurmak isteyecektir.
Bu anlamda Schopenhauer’ın bir zamanlar felsefe için söylediği kimi imaları siyaset için de söyleyebilirim: “Siyaset çok kafalı bir canavardır ki her biri ayrı bir lisanla konuşur… Siyasetçi ise gece vakti nara atıp insanları rahatsız eden külhanbeyleri gibidir…” İşte biz, yola çıkmıştık, elimizdeki tek harita da İmralı’ydı… Yol burayı gösteriyordu ve bizim idealimizdeki siyasetçi sürekli yolda olan kimseydi… Biz de yoldaşlarımızla beraber yoldaydık yine… Herkes tarafından anlaşılmak önemli, kendimizi de bu yolda anlamak ve geliştirip dönüştürmek daha önemli. Önümüzdeki yol da arkamızdaki yol da bizimdi. Üstelik arkamızda bin yıllar vardı ve Öcalan, egemenler tarafından yıllarca derinleştirilen bir kuyudan çıkmak için ip örüyordu…
Ben ve Pervin Buldan, bu yolculukta bunları konuşuyorduk durmadan.
“Tarih meleği”
Bunca yıl sonra hem ilk sürecin içinde bulunmuş hem de bugün yeniden bu sürecin parçası olmuş biri olarak, barış mücadelesini insan ömrü üzerinden nasıl tanımlarsınız?
Barış için savaşmak insanı genç kılar, sonuç alınırsa da mutlu olunur. Tarih Meleği diye Walter Benjamin’den bize kalan bir metafor vardır. Bu meleğin yüzü geçmişe çevrilidir… Bize bir olaylar zinciri olarak görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. Burada biraz daha kalmak istiyor melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek için. Ben de şu üç günlük dünyada bu melek gibi çekip gitmeden bunları yapmak istiyorum ve bunları yapmak isteyenlerle de bir arada olmak mutlu ediyor beni. Melek bunu başaramıyor, çünkü cennete çağrılıyor ve ölüm diye bir şey yok onun hayatında. Bense, barışı görmek istiyorum… Yürüdüğüm yol da bana daha çok yürü diyor. Türküdeki gibi.
Ömür bir nefes arası…
Her kişi hayatını anlamlandırmaya çalışır. Barışla ve özgürlükle anlamlandırmak hoştur. İnsana yakışandır. Bazen bir insan ömrünü aşar. Bizden önce hayatını buna adayanlara da borcumuzdur.
*Önder ve kızı Ceren, Kocaeli 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'ndeki görüşte.
İlk Çözüm Süreci’ndeki hislerinizle bugünküler arasında nasıl bir fark var? O dönemki umutlarınızla bugünkü beklentileriniz arasında nasıl bir değişim oldu? Bir kıyaslama yapacak olsanız, neyin daha zor/kolay ya da daha farklı olduğunu söylersiniz?
Tarih meleğinden bahsettim, tekrara düşmek istemem; hislerimi de dile getirdim zaten. İki dönem ya da iki süreç arasındaki fark, tarafların değişimiyle ilgili bir durumdur ki fark zaten değişim demektir ve her değişim hareketi üretir; her taraf kendince farkı belirler, karşılaştırma ve anlamlar yükleme dönemi diyebiliriz belki buna. Nihai çözüm ise farkların ortadan kalkıp bir çözüme ulaşmaktır…
“Çağların günahından arınmaya çalışıyoruz”
Geriye dönüp baktığınızda “Keşke şunu daha farklı yapabilseydik” dediğiniz bir şey var mı?
Yapabilseydik, ya da olmadı, oldu gibi ifadelerin açıldığı tek kapı suçluluktur ve bu kapıdan içeri girdiğiniz zaman sizi iki şey karşılar: Pişmanlık ve günahkârlık. Benim pişman olduğum ve günahını üstüme aldığım bir durum yok. Çağların günahından arınmaya çalışıyoruz. Bu meselede de tarihte, felsefe ve sanatta gördüğümüz bir şeyler vardır: Bağışlama ve bağışlanma. Amaç da acının ortadan kalkması… Acı ortada var oldukça ceza ve suç da büyüyor. Denedik, bir daha deniyoruz, hayatımızı buna verdiğimiz için de keşkelerim yoktur. Ne zaman ve ne kadarını yapabiliriz derdindeyim…
Bu süreçte en çok zorlandığınız ya da yalnız hissettiğiniz anlar hangileriydi?
Ahmaklıktan başka beni yalnız hissettirecek hiçbir şey yoktur. Onunla baş etmek zordur. Mesela Nevşin Mengü benim İran’da ya da Suudi Arabistan’da irtica deneyimleme stajına gönderilmemi istedi. Üstelik de çok lümpen bir dille talep etti bunu. Ertuğrul Özkök hep gülen yüzüme taktı kafayı ve tam üç yazı yazdı. Bir gün bile yerinden kıpırdamadığı hak mücadelesi kulvarında benim hakkı yenenler arasında bir hiyerarşi oluşturduğumu söyledi. Bence takıldığı gülümsememdi. Bir gün ona ameliyata girerken, cezaevine girerken, hep gülümseyen fotoğraflarımı göndereceğim. Beni tanıyanlardan dinleyebilir, anılarını yazanlardan okuyabilir, ben işkencelerde ve ölüm oruçlarında bile gülmeyi unutmayan birisiyim. İşte bu ve benzeri ahmaklıkların karşısında zorlanıyorum bazen.
Ne yaparsınız böyle zamanlarda?
Sakinlik ve cesaret limanına demirlerim. Orada bileşimi çok sağlam bir dip kayalığı vardır çünkü. Gerisi tarihin hükmüdür. Birlikte ya da birkaç eksikle birlikte göreceğiz.
*Önder, Pervin Buldan ve Ahmet Türk. (Fotoğraf: DEM Parti)
Barış
Barışı sadece bir müzakere süreci olarak mı görmek gerekir, yoksa barış aynı zamanda bir toplumsal hafıza ve duygu değişimi mi?
Barışı barış olarak görmek gerekli…
Sizce bu tür süreçlerde en büyük yanılgılar neler oluyor?
Hatalı bilgilerden, bu mesele çözülmez gibi dogmatik söylemlerden kaçınmak gerekli. En büyük yanılgı, hatalı bilgiler ve hatalı bilgileri kategorize ederken kullanılan kimi ölçütlerdir, buradan bir fikir çıkmaz. Şimdi Öcalan üzerinden bir fikir ortaya çıktı ve hepimiz bu fikrin ete kemiğe bürünme aşamasındayız. Fikri olgunlaştıran da sabır ve zamandır…
Daha önce yaşanan sürecin nasıl sonuçlandığını düşündüğünüzde, sizi en çok endişelendiren ihtimal ne?
Olumsuzlukları ve kötü sonları düşünmek istemem ve şimdiden endişeden söz etmek de pek yerinde değildir. Korku ve endişe, bir fikir olmadığı zamandır ama şimdi, bir fikir var.
Devlet Bahçeli ile görüşmelerinizde nasıl bir psikolojik ortam vardı? Sizinle konuşurken samimi miydi, yoksa daha çok politik bir mesafe mi hissediyordunuz? Ve şunu da merak ediyorum, Habertürk yayınında onu “övdüğünüz” için eleştirildiniz, bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Eleştiri ciddi bir şeydir; olduğu zaman değil, olmadığı zaman üzülmek gereklidir. Bir soruyu yanıtlamak, bir sorunu çözmek için de eleştiri şarttır ve hatta, deminden beridir dile getirdiğim yürümek bahsi için de yol göstericidir, haritadır; yeter ki tutarlı, uygun ve yeterli olsun… Sayın Bahçeli bir fiskeyle birçok tabuyu yerle bir etti. Neler bunlar hatırlayalım. Bu cumhuriyet Kürdün de cumhuriyetidir dedi, ve ‘Kürt kökenli’ inkarını dil ve resmi söylem alanından defetti. Sayın Öcalan’ı Meclis'e davet etti. “Kurucu Önder” kavramını kullandı. En önemlisi “Geleceği birlikte kuralım,” dedi. Bunun yarısını söyleyen herkese teşekkürü bir borç bilirim.
Barış, sizin için siyasi bir mesele olduğu kadar da…
Soruyu bir cümleyle tamamlayayım: Barış, herkesin kendi hayatını yaşamasıdır… (TY)
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından...
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından beri "Küba" isimli köpekle ev arkadaşı.