"Metamfetamin ilk kullanılan madde olarak karşımıza çıkmaya başladı"
Günbegün daha yakıcı bir sorun haline gelen ve etkilediği insan sayısı artan metamfetamin maddesini ve etkilerini Doç. Dr. Vahap Karabulut bianet’e anlattı.
Halk arasında kristal, ateş buz, met gibi isimlerle de bilinen metamfetamin, kuvvetli bağımlılık yapıcı etkisi olan renksiz ve kokusuz bir madde. Kimyasal yapıları amfetaminlere benzese de merkezi sinir sisteminde daha güçlü etkilere sahip bir stimülan.
Metamfetaminin uzun ve kısa vadedeki etkilerini, Türkiye'de kullanım oranları ve nedenlerini, ölümlere dahi neden olan metamfetaminden nasıl kaçınılacağını Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Vahap Karabulut ile konuştuk.
İçişleri Bakanlığı'nın "Türkiye rekoru" olarak duyurduğu 25 Mayıs tarihli operasyonda bir seferde 1 ton 117 kilogram metamfetamin ele geçirildiği söylendi. Sizin gözleminiz nedir?
Her geçen gün daha fazla metamfetamin yakalama operasyonunu basından duyuyoruz; ama özellikle son yıllarda uyarıcı sınıfı uyuşturucu maddelerinin yakalama oranlarında daha da artış olduğunu biliyoruz. Hem yakalama oranlarından hem de tedaviye başvuran hasta sayısındaki ciddi artıştan da biliyoruz ki, metamfetamin kullanımı acil önlem alınmazsa daha ciddi boyutlara ulaşacak.
Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığını İzleme Merkezi'nin (EMCDDA) Avrupa Uyuşturucu 2021 Raporuna göre 2009-2019 yılları arasında ele geçirilen miktarlardaki en büyük artışlar metamfetamin, ekstazi ve kokain maddelerinde görülmüştür. En büyük yakalama oranları Türkiye'de. Avrupa'da metamfetamin kullanımı tarihsel olarak Çekya ve daha yakın zamanda Slovakya ile sınırlı kalmıştır. Ancak son yıllarda çarpıcı olan şu: Türkiye artık geçiş noktası olmaktan ziyade bir tüketim merkezi haline geldi. Bu koşullarda tabii ki geçiş noktası olarak kalamazdık.
Doç. Dr. Vahap Karabulut.
Maddenin içeriğinden biraz bahsedebilir misiniz? Vücuda nasıl bir etkisi var?
Metamfetamin ve benzeri maddeler, beynin ödül merkezinin yapısını bozarak başlangıçta geçici bir haz yaratıyor. Bir nevi beyin maddenin pekiştirici etkileriyle yanlış öğrenme sürecine giriyor. Ve dolayısıyla anormal derecede keyif veren madde, kullanım devam ettiği taktirde belli aralıklarla kendini hatırlatmaya başlıyor.
Kişiler eğer madde kullanımını sürdürürlerse bu hazza ulaşmak için tekrar maddeye başvurma gibi kısır bir döngüye giriyor. Bu kısır döngü içindeyken, kontrol kaybı yaşama ihtimalleri artmaya başlıyor. Nesne üzerindeki denetim yavaş yavaş kaybediliyor ve kontrol süreci sekteye uğruyor.
Metamfetamin, stimülan dediğimiz grupta yer alan maddelerden biri ve bağımlılık oranı yüksek. Kullanımı bir süre sonra beyinde fiziksel değişimi beraberinde getirmeye başlıyor. Maddeye başladıktan sonra denetlemek bu nedenle zor hale gelebiliyor.
Bizlere başvuran insanlar genelde bir çaresizlik haliyle geliyor. Vaziyetlerini çok güzel ifade ediyorlar, çünkü yaşadıkları çaresizliğin yakıcılığını en iyi onlar biliyor. Çünkü sadece bağımlılık gibi bir sorun değil ayrıca maddenin direkt etkilerinden kaynaklı psikolojik ve fiziksel sorunlar eklenebiliyor.
Psikilojik ve fiziksel, hangi etkileri gözlemleniyor metamfetamin?
Fiziksel açıdan şu etkilere yol açıyor metamfetamin: Tansiyon artışına bağlı olarak damar yapısında bozulmalara, ani yırtılmalara, kardiyovasküler hastalıklara, enfeksiyonlara ve tabii ani ölümlere.
Yine solunum sistemini ve beyni ciddi boyutlarda etkileyebiliyor. Havaleye ve inmelere neden olabiliyor, ciddi nöbetleri tetikleyebiliyor. Hastanelerdeki yataklı servislere baktığımızda, oradaki hastaların beyin kanaması ya da kardiyak belirtilerle nedeniyle yattığını ve buna metamfetaminin neden olduğunu biliyoruz. Özellikle böbrekte büyük bir yıkıma neden olabiliyor. Cilt ve diş sorunları önemli diğer sıkıntılardan.
Psikolojik etkileri
Bunlar fizyolojik etkisi; fakat biliyoruz ki psikolojik etkisi de hayli şiddetli maddenin. Kişinin psikozlarını tetikleme ihtimali çok yüksek. Metamfetamin kullananların neredeyse yüzde 30'unda metamfetamin ile ilişkili psikoz geliştiği tahmin ediliyor. Psikoz dediğimiz bir kişinin halüsinasyonlar ve sanrılar yaşaması ve gerçeklikle ilişkisinin yavaş yavaş kopma hâli. Uzun süreli kullanıcıların neredeyse üçte birinde bu tarz belirsiz psikolojik durumlar ortaya çıkıp çıkabiliyor. Şizofreni ile ayrımı da çok zor olabiliyor. Muhakemeyi bozan, nörolojik sistemi yerle bir eden bir maddeden bahsediyoruz çünkü.
Kronik kullanım sonrası madde olmadığında konsantre olmamızı güçleştiriyor, iş ve sosyal ilişkilerimizin bozulmasına neden oluyor. Depresyon, yorgunluk, anksiyete ve madde kullanımı için yoğun arzu, en çok gördüğümüz semptomlar. Yoksunluk döneminde görülen bu semptomlar intihar düşüncelerine neden olabiliyor.
Verilere ve sizin gözlemlerinize göre, özellikle hangi yaş grubunda daha yüksek metamfetamin kullanımı?
Narkolog 2022 Madde Kullanıcıları Profil Analizi çalışmasına madde kullanımında yaş ortalaması 21 civarında. Diğer maddelere, örneğin sigaraya oranla daha yüksek bir yaş bu. Gençlerde madde kullanımı konusunda 15-25 yaş arası kritik bir eşik. Bu yaş aralığındaki 10 kişiden dokuzu sigaraya başlıyor.
Madde kullanımı da alkol ve sigarayla başlıyor çoğu zaman. İlk kullanılan maddelerden biri de esrar. Diğer maddeler daha sonra eklenmeye başlıyor. Kişi o bağımlılık çarkından ya da maddeyi kullandığı sosyal çevreden çıkamadığında diğer maddelere geçiş yapmaya başlıyor. Metamfetamini ilk başlanılan madde olarak görmüyorduk normalde; ancak özellikle son iki yılda karşımıza ilk kullanılan uyuşturucu olarak da çıkmaya başladı.
Neden?
En önemli neden tabii maddeye erişimdeki kolaylık. Bir diğer neden diğer maddelere göre daha ucuz olması. Hastaya sorduğumuzda da aynı yanıtı sıkça duyuyoruz. Ucuz olması ve maddeye arzın fazla olması, maddeyi çok rahat bir şekilde erişilebilir kılıyor. Özellikle ağır iş kollarında çalışan insanlarda kullanımının yaygın olduğunu görüyoruz.
En yaygın kullanımı inşaat işçileri ve yoksul, kırılgan gruplar arasında. İnsanlar sonuçlarının farkında olmadan bu geçici haz nedeniyle kullanıma yöneliyor; fakat hasarlarından az evvel de bahsettik.
Şu an metamfetamin dışında yaygın olarak kullanılan maddeler hangileri ve bu maddeler neye göre değişiyor?
Bonzai 2010'dan itibaren bir artış gösterme başladı. Bonzaiden kaynaklanan ölümler artmaya başladı ve haberlerde, sosyal medyada bonzai nedeniyle hayatını kaybedenlerin videoları herkes tarafından izlenmeye başlandı. Ama bonzai başlangıçta basit bir esrar maddesi olarak sunuldu. Bir süre sonra hakikaten ne kadar etkili bir zehir olduğu anlaşılmaya başlanınca kullanımı büyük oranda sınırlandı, sınırlandırdık. İnsanlar daha fazla tedavi sürecine girmeye başladı. Yatış başvuruları arttı. Farkındalık arttıkça buna yönelik tedavi arayışları da artmaya başladı.
"Bir nesil tehdit altında"
Metamfetamin konusunda çalışmalara ve güçlü yaklaşımlara ihtiyacımız var. Ancak kullanım oranı o kadar vahim bir boyutta ki, acilen işin analizinin yanında eylem aşamasına geçmemiz gerekiyor. Herkesin, özellikle devletin bu konuda canla başla çalışması gerekiyor. Metamfetaminin yıkıcı ve ölümcül etkileri nedeniyle şu anda bir nesil tehdit altında.
Çevremizde metamfetamin ya da başka herhangi bir madde bağımlısı arkadaşımız ya da yakınımız varsa izlememiz gereken yol nedir?
Kişi bir kısır döngü içinde olduğunu hissediyorsa, hemen yakınlarına bu durumdan bahsetmeli. Yakınlarının desteği ve teşviği ile bir tedavi merkezine başvurulmalı. Burada kişinin ailesine, arkadaşlarına ve yakın çevresine büyük görev düşüyor. Kimse önyargıyla yaklaşmadan konuyu ele almalı ve önceliğimiz bu kısır döngüden çıkamayan kişiye destek olmalı.
Bağımlı beyin tuzak kurar. Bazen bu tür maddelerin vücudumuza ve bize neler yaptığını anlayamayabiliriz. Yaşanan kayıpların ne kadar yoğun olduğunu kavrayamayabiliriz.
Bu süreçten sonra ise kişinin yeniden maddeye yönelmemesi için ona bir alternatif bulmamız, yeni alanlar üretmemiz gerekiyor. Örneğin sosyal hayatta maddenin yarattığı etkiye alternatif bir somut cazibe alanları yaratmamız gerekiyor.
"Bağımlılık" meselesinin politik alandaki çözümlerine dair öneriniz nedir?
Bağımlılık meselesi yıllardır politika malzemesi olarak görülüyor ve sadece o alanda tartışmalar yürütülüyor. Ancak bizlerin gördüğü şey çok net: Türkiye'de bağımlı sayısı günbegün artıyor ve bu ciddi bir problem haline gelmiş durumda. Daha güçlü ilkelerin kurulması gerekiyor.
Ergenlik ve erken yetişkinlik dönemlerinde, kapasitelerinin ve yaratıcılıklarının maksimum düzeyde olduğu bir dönemde bu gençlerin yıkım sürecine doğru hızla ilerleyişlerini görüyoruz. İzliyoruz. Oysa bu insanların pozitif enerjileri, potansiyelleri doğru kullanıldığında ortaya nasıl muazzam, nasıl ideal işler çıkacağını hepimiz biliyoruz. Gençlerimiz bir yıkımın eşiğinde oluşunu büyük değer kaybı olarak görüyorum bunu. Umarım doğru politikalarla bu durumu tersine çevirebiliriz.
Habere dair ek bilgi:Narcotics Anonymous (İsimsiz Narkotikler) Grubu
Adsız Narkotik iyileşmekte olan bağımlılar için toplum tabanlı, kâr amacı gütmeyen, uluslararası bir organizasyondur ve 116'nın üzerinde ülkede çalışmaktadır. Adsız Narkotik (NA) üyeleri birbirlerinden uyuşturucularsız nasıl yaşayacaklarını ve bağımlılığın yaşamlarındaki etkilerinden nasıl iyileşeceklerini öğrenirler.
Eğer uyuşturucu maddeler konusunda sorun yaşayan biriyseniz ya da sorun yaşayan birini tanıyorsanız grubun sayfasından bilgi alabilirsiniz.
* Narcotics Anonymous bilgileri muhabirin habere ekidir.
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından...
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından beri "Küba" isimli köpekle ev arkadaşı.
Cezaevinde yalnız olmadığınız hissi gerçekten çok mühim. En önemli kısım: NEŞE! Neşeniz size yardım edecek. Neşenizi, kahkahanızı kaybetmeyin, ağız dolusu gülün!
Çiğdem Mater’in mektubu, ilk olarak BirGün’de yayımlanmıştır.
Sevgili herkes,
Aslında cezaevi adeti yeni tutuklanana postayla mektup, kart göndermek, ismiyle cismiyle “merhaba” demek. Ama son altı yedi ayda o kadar kalabalıklaştınız ki, çareyi sizlere içeriden içeriye mektup yazarak, BirGün üzerinden “merhaba” demekte buldum. Sizlere isimlerinizle hitap etmeyi çok isterdim ama hepinizin adını yazmaya kalksam, birkaç gün tam sayfaya ihtiyacım olurdu, mazur görün!
İlk tutuklandığımız günlerde, gelen giden herkese “biz hızlıca çıkamazsak, hepiniz ufak ufak yanımıza gelirsiniz” diyordum, muhtemelen benden önce tutuklanan pek çok kişinin kurduğu bir cümleydi bu. Kehanetim, kehanetimiz doğru çıktı diye sevinecek değilim ama bir yandan hapse girmenin “normalleşmesi”ni saçma ve tuhaf olsa da iyi buluyorum. Eskiden utanılan fısıldanan bir şeydi, şu anda nerdeyse gurur duyulan bir hal oldu.
Geçen de şunu düşündüm: Cumhurbaşkanı seçilme koşullarından (-bence epeyce manasız olan) üniversite mezuniyeti şartı kaldırılsın yerine hapse girmiş olma şartı konsun. Önümüzdeki 20-30 yıl siyasi yelpazenin herhangi bir kanadında aday sıkıntısı yaşamayız. Biz, 2022 Nisan’ında tutuklandığımızda Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinden “merhaba”lar almıştık, tanıdık, tanımadık, aynı hukuksuzluğu paylaştığımız bir sürü insandan kartlar, mektuplar…
Cezaevlerinden gelen “merhabalar”ın kıymeti çok, yalnız olmadığınız hissi paha biçilemez, ayrıca “yeni girdiğiniz” ortama dair mekanın sahiplerinden gelen öneriler altın değerinde! Eminim sizler de böyle çok mektup alacaksınız, son birkaç ayın tutuklanma sayılarındaki delirmeye bakarsak, muhtemelen almaya başladınız bile! Bu mektupların bir kıymeti de bence tarihin bizimle “bizim başımıza gelenle” başlamadığını kanıtlamaları.
Sadece bugünlerden bahsetmiyorum, hadi Osmanlı'yı geçelim, cumhuriyet tarihini esas alalım, 100 yıldır herkese oldu, herkese olabilir, herkese olacak…
Son birkaç aydır pek çok yerde sarı öküz göndermeleri çıkıyor karşıma. Doğrudur sarı öküzü kestirmeyeydik iyiydi de, herkesin de anlaşılan sarı öküzü kendine, İstiklal Mahkemeleri’nden Takrir-i Sükun’a, Varlık Vergisi’nden Yassıada’ya, Deniz Gezmiş-Hüseyin İnan-Yusuf Aslan’a, 12 Mart’a, 12 Eylül’e, 28 Şubat’a, Cumhuriyet davasına, ilk kayyımlardan Gültan Kışanak’la Fırat Anlı’ya, ilk parti eş genel başkanları Selahattin Demirtaş’la Figen Yüksekdağ’a, Kobanî’den Gezi davasına, aradaki sayısız kayyıma, öyle çok sarı öküz kestirdik ki “senin sarı öküzün hangisi?” diye test yapsak, şıklar A’dan Z’ye yol olur, bu andıklarım bir avazda aklıma gelenler…
Ama biz, “içerdekiler”e , bize dönersek, gerçekte aslolan sade bize olmadığı, herkese her zaman olduğu, ve ne yazık ki böyle giderse, olmaya devam edeceği bilgisi, bu bilgi, tuhaf ve saçma ama insanı ayakta tutuyor.
Cezaevinde yalnız olmadığınız hissi gerçekten çok mühim. Bir de, bence, gündelik hayatın akmasını sağlayan rutin! İlk aldığım mektuplarda, herkes “rutinini yarat” diyordu. İlk günler far görmüş tavşan, sudan çıkmış balık gibi olduğumdan çok anlamamıştım. (-merak etmeyin, o şaşkın haliniz, çok çabuk geçecek, “telefonum nerede?” falan diye düşünmeyi hızlıca terk edeceksiniz!), sonra anladım. Cezaevinde zaman, rutininizi oturttuğunuzda şaşırtıcı ama epeyce hızlı akıyor. Rutin kırılırsa, ki memleket sağolsun, rutini kıracak malzeme üretme manasında dünya markası, o günler saatler geçmiyor, o yüzden rutine sarılın!
Benim için rutinin bel kemiği okumak ve yazmak, dolayısıyla en mühim yer kütüphane. Neden belli değil, memleketteki her cezaevinin kuralı, kaidesi farklı, yıllarca akademi özerk olsun dedik, meğer cezaevleri özerkmiş. Her cezaevinin kitap kaidesi,kuralı da farklı ama yolunuzu, yönünüzü hemen bulacaksınız, eminim. Okuma ritmimi oturttuğumda, en şaşırdığım şey cezaevinin doğası gereği, hemen hemen hiç dış uyaran olmadığından, ne kadar hızlı ve içselleştirerek okuduğumdu. Yani, durduk yere cezaevi övmek istemem ama dikkatinizi dağıtacak hiçbir şey olmayınca, okumak bambaşka bir ritim kazanıyor.
Gündelik hayatta en dikkat etmeniz gereken şey elbette sağlığınız. Aslolan kendinizi iyi tutmanız. İlk zamanlar kilo vereceksiniz, panik olmayın ama yeme-içmenize (-elbette koşullar dahilinde, mümkün olduğunca!) dikkat edin. Koğuşların ve hücrelerin efsaneleri semaver ve kettle’ların neler pişirebildiğine inanamayacaksınız! Hem mutfakta hem de gündelik hayatta o kadar yaratıcı fikirler bulacaksınız ki, kendinizle gurur duyacaksınız.
Hakkınızdır, duyun! Kendinize imkanlar ölçüsünde “alanlar” yaratın, kendinize ait bir masa, bir kenar, köşe, kalabalıkta zor biliyorum ama deneyin!
Sırrı Süreyya Önder: “Uzun bir geleceği düşünüyoruz”
Kürt sorununda çözüm tartışmalarının en önemli isimlerinden biri olarak İmralı Heyeti’nde yer alan Sırrı Süreyya Önder ile barış süreçlerinde çoğu zaman göz ardı edilenleri konuştuk.
Sırrı Süreyya Önder, nereli? Kürt mü, Alevi mi? Hangi filmleri çekti? Dijital bilgi kaynaklarında adını arattığınızda onun hakkında en çok merak edilen sorular bunlar. Ama onun hikâyesi, arama motorlarına sığmayacak kadar derin ve virajlı.
1962’de Adıyaman’da başlayan hayatı, uzun yol şoförlüğünden cezaevi yıllarına, sinemadan siyasete uzanan bir yolculuk oldu. Türkiye’nin her köşesinde bir hikâye biriktirdi; o da hikâyeleri hem perdeye hem de meydanlara taşıdı. Siyasete adım attığında da hikâye anlatıcılığını bırakmadı —bu kez barışın, ortak bir geleceğin mümkün olduğunu haykırarak. Çözüm Süreci döneminde, 21 Mart 2015'te milyonlarca insana barış mektubunu okuyan yine o oldu.
Sırrı Süreyya Önder, şimdi yine “Yüreğimiz elimizde, barış için geziyoruz,” diyerek yollarda. Kürt sorununda çözüm tartışmalarının en önemli isimlerinden biri olarak, İmralı Heyeti’nde.
Uzun yolların ve ağır kelimelerin insanı Sırrı Süreyya Önder’le, barış süreçlerinde çoğu zaman göz ardı edilenleri ve sürecin halet-i ruhiyesini konuştuk.
Öcalan’la yeniden görüşme
Abdullah Öcalan’la görüşen heyette olmak sizin için nasıl bir his? Onu yıllar sonra gördünüz. İlk anda aklınızdan neler geçti?
Bu soruya kişisel bir bağlam ekleyerek cevap vermek isterim.
Benim için öncü siyasetçiler, birçok özelliğinin yanında hakikat arayışında olan kişilerdir ve bu hakikat de herkese alenidir. Siyasette kişinin konumu değil, dile getirilenin, konuşulanın, çözülmek istenenin içeriği daha çok dikkatimi çeker. Yani hedef ya da amaç benim için birincildir. Söz konusu ettiğimiz şey, toplumsal barıştır. Bunun için küçük ya da birileri tarafından basit olabilecek kanaatler bile, değerler kadar kıymetlidir. Kürt sorunu, barış gibi konular, hep düşünülen ama hissetme noktasında tıkanan konular olmuştur.
Hissetmek denildiğinde bir şeyi ya da bir fikri temsil etme anlaşılmıştır. Aynı zamanda his, kavramsız bir görüyle sınırlandırılarak duygusal bir alana hapsolunca ya bir yanda kalakalmış ya da içeriksizleştirilmiştir. Bu anlamda Öcalan, neredeyse şirazesi kopmuş bir kitabı, Kürtler ve Türkler bahsini yeniden ele alıyor ve ben de tanıklık ediyorum; aklıma gelen ilk şey, bu tarihi bir an ve fırsattır. Uzun bir geçmişten geliyoruz ve uzun bir geleceği düşünüyoruz, buradan da diri, eşit, adil ve özgür bir insan soyu duygusu… Kurutulmuş bir dalı yeniden yeşertme çabası. Bu, aklımdan geçen bu…
*İmralı Heyeti üyeleri, Abdullah Öcalan ve İmralı’da bulunan diğer mahpuslar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş, 27 Şubat 2025. (Fotoğraf: DEM Parti)
Görüşmelere giderken heyette nasıl bir duygu paylaşımı vardı? Yol boyunca sizi hangi düşünceler meşgul etti? Üstelik dozu bir hayli yüksek eleştiri, kaygı ve sitem sağanağı altında.
Bir şeyi çözemediğimizde burkuluruz. Toplumsal ve siyasal olarak kimi sorunlar babında bir demans tutumumuz vardır. Kimi ilaçlar alıyoruz ancak ilaçlar kadar (öneri, çözüm ve söz) yürümek de önemlidir. Biz ikinci keredir yola çıktık… Bizi ‘boş yapanlar’dan ayıran da budur: Hareket etmek. Hareket ettikçe beynimiz ve kalbimiz açılır; algılarımız artar, bilinç düzeyimiz yükselir; böylece ruhsal erozyona karşı durulur. Biz yürümek istiyoruz ve birileri de elbette durdurmak isteyecektir.
Bu anlamda Schopenhauer’ın bir zamanlar felsefe için söylediği kimi imaları siyaset için de söyleyebilirim: “Siyaset çok kafalı bir canavardır ki her biri ayrı bir lisanla konuşur… Siyasetçi ise gece vakti nara atıp insanları rahatsız eden külhanbeyleri gibidir…” İşte biz, yola çıkmıştık, elimizdeki tek harita da İmralı’ydı… Yol burayı gösteriyordu ve bizim idealimizdeki siyasetçi sürekli yolda olan kimseydi… Biz de yoldaşlarımızla beraber yoldaydık yine… Herkes tarafından anlaşılmak önemli, kendimizi de bu yolda anlamak ve geliştirip dönüştürmek daha önemli. Önümüzdeki yol da arkamızdaki yol da bizimdi. Üstelik arkamızda bin yıllar vardı ve Öcalan, egemenler tarafından yıllarca derinleştirilen bir kuyudan çıkmak için ip örüyordu…
Ben ve Pervin Buldan, bu yolculukta bunları konuşuyorduk durmadan.
“Tarih meleği”
Bunca yıl sonra hem ilk sürecin içinde bulunmuş hem de bugün yeniden bu sürecin parçası olmuş biri olarak, barış mücadelesini insan ömrü üzerinden nasıl tanımlarsınız?
Barış için savaşmak insanı genç kılar, sonuç alınırsa da mutlu olunur. Tarih Meleği diye Walter Benjamin’den bize kalan bir metafor vardır. Bu meleğin yüzü geçmişe çevrilidir… Bize bir olaylar zinciri olarak görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. Burada biraz daha kalmak istiyor melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek için. Ben de şu üç günlük dünyada bu melek gibi çekip gitmeden bunları yapmak istiyorum ve bunları yapmak isteyenlerle de bir arada olmak mutlu ediyor beni. Melek bunu başaramıyor, çünkü cennete çağrılıyor ve ölüm diye bir şey yok onun hayatında. Bense, barışı görmek istiyorum… Yürüdüğüm yol da bana daha çok yürü diyor. Türküdeki gibi.
Ömür bir nefes arası…
Her kişi hayatını anlamlandırmaya çalışır. Barışla ve özgürlükle anlamlandırmak hoştur. İnsana yakışandır. Bazen bir insan ömrünü aşar. Bizden önce hayatını buna adayanlara da borcumuzdur.
*Önder ve kızı Ceren, Kocaeli 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'ndeki görüşte.
İlk Çözüm Süreci’ndeki hislerinizle bugünküler arasında nasıl bir fark var? O dönemki umutlarınızla bugünkü beklentileriniz arasında nasıl bir değişim oldu? Bir kıyaslama yapacak olsanız, neyin daha zor/kolay ya da daha farklı olduğunu söylersiniz?
Tarih meleğinden bahsettim, tekrara düşmek istemem; hislerimi de dile getirdim zaten. İki dönem ya da iki süreç arasındaki fark, tarafların değişimiyle ilgili bir durumdur ki fark zaten değişim demektir ve her değişim hareketi üretir; her taraf kendince farkı belirler, karşılaştırma ve anlamlar yükleme dönemi diyebiliriz belki buna. Nihai çözüm ise farkların ortadan kalkıp bir çözüme ulaşmaktır…
“Çağların günahından arınmaya çalışıyoruz”
Geriye dönüp baktığınızda “Keşke şunu daha farklı yapabilseydik” dediğiniz bir şey var mı?
Yapabilseydik, ya da olmadı, oldu gibi ifadelerin açıldığı tek kapı suçluluktur ve bu kapıdan içeri girdiğiniz zaman sizi iki şey karşılar: Pişmanlık ve günahkârlık. Benim pişman olduğum ve günahını üstüme aldığım bir durum yok. Çağların günahından arınmaya çalışıyoruz. Bu meselede de tarihte, felsefe ve sanatta gördüğümüz bir şeyler vardır: Bağışlama ve bağışlanma. Amaç da acının ortadan kalkması… Acı ortada var oldukça ceza ve suç da büyüyor. Denedik, bir daha deniyoruz, hayatımızı buna verdiğimiz için de keşkelerim yoktur. Ne zaman ve ne kadarını yapabiliriz derdindeyim…
Bu süreçte en çok zorlandığınız ya da yalnız hissettiğiniz anlar hangileriydi?
Ahmaklıktan başka beni yalnız hissettirecek hiçbir şey yoktur. Onunla baş etmek zordur. Mesela Nevşin Mengü benim İran’da ya da Suudi Arabistan’da irtica deneyimleme stajına gönderilmemi istedi. Üstelik de çok lümpen bir dille talep etti bunu. Ertuğrul Özkök hep gülen yüzüme taktı kafayı ve tam üç yazı yazdı. Bir gün bile yerinden kıpırdamadığı hak mücadelesi kulvarında benim hakkı yenenler arasında bir hiyerarşi oluşturduğumu söyledi. Bence takıldığı gülümsememdi. Bir gün ona ameliyata girerken, cezaevine girerken, hep gülümseyen fotoğraflarımı göndereceğim. Beni tanıyanlardan dinleyebilir, anılarını yazanlardan okuyabilir, ben işkencelerde ve ölüm oruçlarında bile gülmeyi unutmayan birisiyim. İşte bu ve benzeri ahmaklıkların karşısında zorlanıyorum bazen.
Ne yaparsınız böyle zamanlarda?
Sakinlik ve cesaret limanına demirlerim. Orada bileşimi çok sağlam bir dip kayalığı vardır çünkü. Gerisi tarihin hükmüdür. Birlikte ya da birkaç eksikle birlikte göreceğiz.
*Önder, Pervin Buldan ve Ahmet Türk. (Fotoğraf: DEM Parti)
Barış
Barışı sadece bir müzakere süreci olarak mı görmek gerekir, yoksa barış aynı zamanda bir toplumsal hafıza ve duygu değişimi mi?
Barışı barış olarak görmek gerekli…
Sizce bu tür süreçlerde en büyük yanılgılar neler oluyor?
Hatalı bilgilerden, bu mesele çözülmez gibi dogmatik söylemlerden kaçınmak gerekli. En büyük yanılgı, hatalı bilgiler ve hatalı bilgileri kategorize ederken kullanılan kimi ölçütlerdir, buradan bir fikir çıkmaz. Şimdi Öcalan üzerinden bir fikir ortaya çıktı ve hepimiz bu fikrin ete kemiğe bürünme aşamasındayız. Fikri olgunlaştıran da sabır ve zamandır…
Daha önce yaşanan sürecin nasıl sonuçlandığını düşündüğünüzde, sizi en çok endişelendiren ihtimal ne?
Olumsuzlukları ve kötü sonları düşünmek istemem ve şimdiden endişeden söz etmek de pek yerinde değildir. Korku ve endişe, bir fikir olmadığı zamandır ama şimdi, bir fikir var.
Devlet Bahçeli ile görüşmelerinizde nasıl bir psikolojik ortam vardı? Sizinle konuşurken samimi miydi, yoksa daha çok politik bir mesafe mi hissediyordunuz? Ve şunu da merak ediyorum, Habertürk yayınında onu “övdüğünüz” için eleştirildiniz, bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Eleştiri ciddi bir şeydir; olduğu zaman değil, olmadığı zaman üzülmek gereklidir. Bir soruyu yanıtlamak, bir sorunu çözmek için de eleştiri şarttır ve hatta, deminden beridir dile getirdiğim yürümek bahsi için de yol göstericidir, haritadır; yeter ki tutarlı, uygun ve yeterli olsun… Sayın Bahçeli bir fiskeyle birçok tabuyu yerle bir etti. Neler bunlar hatırlayalım. Bu cumhuriyet Kürdün de cumhuriyetidir dedi, ve ‘Kürt kökenli’ inkarını dil ve resmi söylem alanından defetti. Sayın Öcalan’ı Meclis'e davet etti. “Kurucu Önder” kavramını kullandı. En önemlisi “Geleceği birlikte kuralım,” dedi. Bunun yarısını söyleyen herkese teşekkürü bir borç bilirim.
Barış, sizin için siyasi bir mesele olduğu kadar da…
Soruyu bir cümleyle tamamlayayım: Barış, herkesin kendi hayatını yaşamasıdır… (TY)
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından...
bianet LGBTİ+ haberleri editörü. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından beri "Küba" isimli köpekle ev arkadaşı.