Dicle Koğacıoğlu’nu anlatan arkadaşları ve öğrencileri, “meraklı sorgulayıcı, feminist ve tutkuluydu” diyor, en çok da öğrencileri ile kurduğu güçlü bağa dikkat çekiyor.
“Çok acı var dayanamıyorum. Lütfen beni affedin ve kendinizi üzmeyin, siz elinizden geleni yaptınız. Çok özür dilerim. Çok çaresizim, özür dilerim. Lütfen Çıt Çıt’a iyi bakın. Ve paramı her şeyimi hayvanlara bağışlayın…”
Sosyolog Dicle Koğacıoğlu, 6 Ekim 2009’da bu sözleri yeryüzüne bırakıp yaşama veda ettiğinde 37 yaşındaydı.
Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, erkek şiddeti ve hukuk sosyolojisinde toplumsal cinsiyet meselesini dert edinen onlarca yayına imza attı. Son çalışmaları, adalete erişim süreçleri ve 12 Eylül darbesinin hukukçular tarafından nasıl algılandığı ve anlatımına dairdi…
Zaman zaman özellikle, artan erkek şiddeti ve belirginleşen adaletsizliklere dair, “Yaşasaydı, Dicle Hoca ne düşünürdü, ne gibi çalışmalar yapardı?” diye sorgulamadan edemiyor insan.
Dicle Koğacıoğlu’nu anlatan arkadaşları ve öğrencileri, “meraklı sorgulayıcı, feminist ve tutkuluydu” diyor, en çok da öğrencileri ile kurduğu özenilmiş güçlü ilişki bağına dikkat çekiyor.
“Dicle hoca” onlarca öğrenciye ilhamdı, hatta bir öğrencisinin tanımlamasıyla: “Öğretme sanatının ustasıydı”
Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU Gender), Dicle Koğacıoğlu anısına 2010'dan bu yana Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülleri veriyor.
Bu sayede, her yıl, bir araya gelen öğrencileri ve akademisyen arkadaşları, onun etrafında gelişen feminist dayanışmadan güç alıyor, "Dicle Hoca"yı hatırlatıyor. Daha da önemlisi aslında her üretimleri, sözleri, makale çalışmalarıyla onu unutmadıklarını söylüyor.
Bugün de Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülleri töreni vardı. Daha önce, Karaköy'de bulunan Minerva Palas'ta düzenlenen tören, ilk kez çevrimiçi gerçekleşti.
İki bölümden oluşan ödül törenin ilkinde, ailesi, öğrencileri ve akademisyen arkadaşları “Dicle Hoca”yı anlattı. İkinci bölümde ise araştırma ödüllerini kazananlar açıklandı ve makalelerden küçük sunumlar yaptı.
“Su Gender’ın ezber bozduğunu görüyor”
Önce Sabancı Üniversitesi Sanat Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Meltem Müftüler söz aldı. “Dicle Hoca”nın öğrenci ile kurduğu çok farklı olduğunu söyleyen Müftüler, “Onun kaybıyla büyük bir üzüntü yaşadık. Bu bizim açımızdan büyük bir kayıptı. Aramızdan bu kadar genç yaşta ayrılmasaydı daha da etkili olacaktı. Bilimsel anlamda da öyle. Halen onun yazdığı makaleler referans noktamız. Dicle bizim için bir meslektaş ve dost” diye seslendi.
Annesi Nevzat Süzer Sezgin de anlattı. "Dicle’nin yokluğu özlemi de artıyor. Sizlerin göstermiş olduğu dayanışma bizlere aileye çok iyi geliyor” diyen Sezgin, “Su Gender’in ilkelerini benimsememek mümkün değil. Bütün üniversitelerde görmek istediğimiz ama göremediğimiz bir durum. Konferanslar, paneller, forumlar eğitimler… Sabancı Üniversitesi fark yaratmaya insanlara dokunmaya devam ediyor. Dicle bunları görebilseydi, çok mutlu olurdu. Bir yerden bu ezber bozmasını gördüğünü düşünüyorum” dedi.
“Alışık olduğumuz tüm kalıplardan farklıydı”
Öğrencilerinden Olcay Özer de “Dicle Hoca”nın farklı karakterine vurgu yaptı, şöyle dedi:
“Hayatımda bir dönem akademisyen olarak arkadaş olarak o kadar çok yeri var ki, üzerinden 11 yıl geçmesine rağmen hayatımda bu kadar çok Dicle görmek beni çok etkiliyor. O farklıydı. Alışık olduğumuz bütün kalıplardan farklı bir akademisyendi.”
“Dicle Hoca” çoğaldı
Toplantının ikinci bölümünde ise ödül alan isimler, makalelerini sundu. Umarım makaleleri online veya kitap halinde okuma şansımız da olur. Çünkü bugünkü sunumların hepsinde "Dicle Hoca" yeniden var oldu, çoğaldı. Özellikle kadınların ve toplumsal cinsiyet alanında kafa yoranların igisini çekecek makaleler, feminist dayanışmaya örneği az bulunur bir örnek sunuyor.
Ödül alan kadın araştırmacılar ve araştırma başlıkları ise şöyle:
Biray Anıl Birer: “Kadınların Modernleşme Deneyimlerinden Fragmanlar: Bir Maden Kenti Değirmisaz
Şeyma Gümüş: “Tecavüzcü Ötekiler, Ötekileştirilen Kadınlar: Ömer Seyfettin’in Hikayelerinde Cinsel Şiddet ve Kadın Bedeni”
İpek Bozkaya: “Belirlenimsizliğin Siyasi Potansiyeli ve Queer Soybilimci Olarak Reşat Ekrem Koçu”
Burcu Hatipoğlu: “Taşra Sıkıntısı ve Taşrayı Sevmek: Kütahya'daki Somalili Mülteci Kadınlar Örneği”
Özel teşekkür ise Begüm Üstün içindi. “Erken Cumhuriyet Dönemi Kadın Cinayetlerinin İstanbul Gazetelerine Yansıma Biçimleri (1923-1945) başlıklı çalışması için önümüzdeki günlerde bir araya da gelmeyi planlıyoruz.
Şiddetsiz ve koronavirüssüz yeni yıl gelmesi dileğiyle...
Dicle Koğacıoğlu hakkında
Türkiye'de hukuk sosyolojisi alanının gelişmesine ve toplumsal cinsiyetin bu alandaki öneminin fark edilmesine önemli katkılarda bulundu.
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden mezuniyetinin ardından doktora çalışmalarına Stony Brook Üniversitesi'nde (SUNY Stony Brook) sosyoloji ve kadın çalışmaları alanlarında devam etti.
1997-98 yıllarında "Anayasa Hukuku ve Müslüman Orta Doğu'da Siyasal Kurumların Modernizasyonu" başlıklı uluslararası projede araştırma görevlisi olarak çalıştı. Aynı yıl İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (HRW) "Türkiye'de Düşünce Özgürlüğü " projesinde danışman ve çevirmen olarak yer aldı.
1999'da Boğaziçi Üniversitesi'ne döndü ve Sosyoloji bölümünde öğretim görevlisi olarak bulundu.
Marmara depremi sonrası İzmit Doğukışla Rehabilitasyon Merkezi'nde Kadının İnsan Hakları Projesi'nin travma yaşamış çocuklara yönelik çalışmasında proje koordinatörlüğü yaptı. Aynı dönemde, Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik kitabının editör yardımcılığını yürüttü.
2002-2004 yılları arasında Columbia Üniversitesi ve Brown Üniversitesi Pembroke Kadın Araştırmaları Merkezi'nde doktora sonrası araştırmalarına devam etti. 2005'te Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Kültürel Çalışmalar lisans ve yükseklisans programlarının ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının geliştirilmesine önemli katkılarda bulundu.
Aynı zamanda Tuzla tersanelerinde yaşanan ölümlere, taşeron sisteminin üniversite dahil hayatın her alanında yarattığı sorunlara, ve her alanda yaşanan eşitsizliklere ve adaletsizliğe dikkat çeken çalışmalar yürüttü. Amargi ve Birbirimize Sahip Çıkıyoruz aktivistiydi.
Dicle Koğacıoğlu makale ödülleri hakkında
Su GENDER sayfasında şöyle anlatılıyor:
Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü, 2009 yılında aramızdan ayrılan meslektaşımız, arkadaşımız, sosyolog Dicle Koğacıoğlu anısına Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi'nin desteğiyle SU Gender tarafından verilen bir makale ödülü.
2010 yılından bu yana verilen ödülün amacı, Türkiye üzerine toplumsal cinsiyet odaklı araştırmaları desteklemek ve genç araştırmacıları teşvik etmektir. Ödül, yüksek lisans ve doktora öğrencileri ile yüksek lisans derecesini son iki yıl içerisinde almış araştırmacılara açıktır. Gönderilen makaleler anonim olarak, üniversitelerarası bir seçici kurul tarafından değerlendirilir.
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de...
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Journo ve sektör dergileri için yazılar yazdı, haberleri yayınlandı. Hemşin kültür dergisi GOR’un kurucu yazarlarından. Yeşilden Maviye Karadenizden Kadın Portreleri, Sırtında Sepeti, Medya ve Yalanlar isimli kitaplara katkı sundu. Musa Anter Gazetecilik (2011) ve Türkiye Psikiyatri Derneği (2024) en iyi haber ödülü sahibi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu kurucularından. Sendikanın İstanbul Şubesi yöneticilerinden (2023-2027). İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ve cinsiyet temelli şiddet haberciliği alanında atölyeler düzenliyor. Şubat 2025'den bu yana kadın haberleri editörü olarak çalışıyor.
Türkiye Psikiyatri Derneği: Çıplak arama işkencedir, kabul edilemez
Dernek, çıplak arama ve cinsel şiddet beyanlarına yönelik etkin bir soruşturma başlatılmaması durumunda, bu uygulamaların cezasızlık kültürünü pekiştirdiğini vurguladı.
Fotoğraf: Evrim Kepenek / 5 Nisan 2025 Cumartesi /bianet
Türkiye Psikiyatri Derneği, 19 Mart’tan bu yana anayasal hakları doğrultusunda katıldıkları eylemler nedeniyle gözaltına alınan kişilerin, gözaltı süreçlerinde kolluk kuvvetleri tarafından uygulanan "çıplak arama" ve cinsel şiddet iddialarına ilişkin yazılı bir açıklama yaptı.
Dernek, gözaltına alınanlara yönelik uygulanan çıplak arama ve cinsel şiddet içeren davranışların işkence olduğunu vurguladı.
Açıklamada, gözaltı ve tutuklama süreçlerinde kolluk kuvvetlerinin, kadınlar ve LGBTİ+ bireyler dahil olmak üzere, gözaltına alınan kişilere yönelik cinsel taciz ve saldırılara başvurduğu iddialarının kamuoyunda gündeme geldiği belirtildi.
Türkiye Psikiyatri Derneği, bu tür insan onuruna aykırı ve psikolojik iyileşmeye zarar veren uygulamaları kabul edilemez olarak nitelendirerek, bu uygulamaların işkence kapsamına girdiğini açıkladı.
Dernek açıklamasında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve uluslararası sözleşmelere göre, bireylerin demokratik haklarını kullanmaları gerekçe gösterilerek yapılan bu tür uygulamaların işkence olduğunu ve insanlığa karşı suç oluşturduğunu belirtti.
"Cezasızlık kültürünü pekiştiriyor"
Türk Ceza Kanunu’na göre, işkence suçlarının ağır hapis cezalarını gerektirdiği ve bu tür uygulamalara karışan sorumlular hakkında derhal cezai işlem yapılması gerektiği ifade edildi.
Ayrıca, açıklamada gözaltı süreçlerinde uygulanan çıplak arama uygulamalarının rutin hale geldiği ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün "ülkemizde çıplak arama söz konusu değildir" şeklindeki açıklamalarına karşı, birçok beyanın bu tür uygulamaların sistematik olduğunu gösterdiği vurgulandı. Türkiye Psikiyatri Derneği, çıplak arama ve cinsel şiddet beyanlarına yönelik etkin bir soruşturma başlatılmaması durumunda, bu uygulamaların cezasızlık kültürünü pekiştirdiğini vurguladı.
Dernek, "Çıplak arama" adı altında yapılan bu tür insan onuruna aykırı ve ruhsal sağlığı ciddi şekilde olumsuz etkileyen uygulamalara karşı kararlı bir duruş sergileyeceklerini belirterek, "İşkence ve kötü muameleye sıfır tolerans politikaları uygulanmadan, koruyucu tedbirler alınmadan, cinsel saldırı beyanlarına yönelik adli soruşturma başlatılmadan ruhsal iyileşme sağlanamaz" dedi.
"Sessiz kalmayacağız!"
Türkiye Psikiyatri Derneği, tüm beyanların etkili bir şekilde soruşturulmasını ve sorumlular hakkında cezai işlem yapılmasını talep ederek, çıplak arama ve cinsel şiddet gibi uygulamalara karşı sessiz kalmayacaklarını belirtti. Dernek, toplumsal olarak bu tür uygulamalara karşı durulması gerektiğini vurguladı ve insanların beden dokunulmazlığı ile ruhsal iyilik hallerinin korunması gerektiğini savundu.
"Gözaltına alınan kadınların beyanları kameralara yansımayan bir gerçeği de gösterdi. Polisler kadınları taciz etti, cinsel şiddet uyguladı, çıplak aramaya zorladı. Gözaltına alınanlara yönelik insanlık dışı uygulamalar söz konusu kadınlar olduğunda cinsel şiddete bürünüyor."
Saraçhane eylemlerinde gözaltına alındıktan sonra polisin çıplak aramasına, cinsel şiddetine ve tacizine maruz kalan kadınlar için ses çıkarmak üzere bir araya gelen feministler ortak bir açıklama yayınladı.
Açıklamada hem demokratik gerilemeye hem de kadın haklarına yönelik saldırılara dikkat çekildi.
Açıklamada, temel hakların sistematik şekilde hedef alındığı, hukukun keyfi biçimde işletildiği, seçilmiş temsilcilerin görevden alınarak yerine kayyım atandığı bir sürecin yaşandığı vurgulandı.
Feministler, "Geçtiğimiz haftalarda, Türkiye’de demokratik zeminin artık tamamen kaybolmuş olduğuna, tek adam rejiminin güç hırsının doruğa varmasına tanıklık ettik. 35 yıl önceki diplomanın keyfi iptalinden, seçilmiş belediye başkanını uyduruk gizli tanık iddialarıyla cezaevine göndermeye uzanan siyasi tablo hepimiz için temel haklara saldırı anlamına da geliyordu" dedi. Saraçhane’de ve birçok şehirde sokağa çıkarak bu gidişata karşı mücadele ettiklerini hatırlattı.
Açıklamada, feministlerin uzun yıllardır baskı, şiddet ve devlet müdahalelerine rağmen sokaklarda mücadele etmeye devam ettiklerinin altı çizilerek, "Sokaklara çıkmak, hayatlarımız ve haklarımız için mücadele etmek bizim için yeni değil" denildi.
Feminist hareketin Gezi Direnişi sonrası dönemde sokağı terk etmeyen nadir toplumsal hareketlerden biri olduğuna dikkat çekildi.
Tek adam rejiminin erkek düzenin kaçınılmaz sonu olduğunu biliyoruz Bugün yine sokaktayız çünkü biliyoruz ki temel hak ve özgürlükler olmadan birlikte yaşamanın yolu yok. Sokaktayız çünkü hukukun keyfi yorumlanmasının, yalnızca bir zümre için araçsallaştırılmasının ne demek olduğunu erkek yargı pratiklerinden biliyoruz. Sokaktayız çünkü tek adam rejiminin, erkek düzenin kaçınılmaz sonu olduğunu biliyor ve bu düzeni yıkmak için mücadele ediyoruz.
Tüm itirazlarımıza rağmen, bir gece yarısı bizleri şiddete karşı koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden kimseye hesap vermeden çıkmayı mümkün kılanın bu tek adam rejimi olduğunu unutmuyoruz.
Bu rejimin LGBTİ+’lara savaş açan, kendi ahlak anlayışını kanun haline getirmeye çalışan yasa tasarısını, kadınları hapsetmeye çalıştığı kutsal aileyi reddediyoruz.
Kayyuma karşı durmak feminist bir meseledir! Seçilmişlerin yerine halkın iradesini hiçe sayarak kayyum atamak da tek adamlığın gücünden geliyor. Çünkü bu ülkede sadece kendilerinin nasıl yaşayacağımızı söylemeye hakkı var! Yıllardır, özellikle Kürt illerindeki kayyumlar, bize tek adam rejiminin sonuçlarını ve kendi gibi olmayana karşı devletin yıkıcı şiddetini göstermenin yanı sıra kayyumlara karşı durmanın neden feminist bir mesele olduğunu da gösterdi.
Kayyumların özellikle Kürt illerine sürekli olarak atanmasıyla halkın iradesinin yok sayılması, bizlere yeniden bir hâkimiyet ve kontrol dayatmasını gösterirken kayyumların koşa koşa yaptıkları ilk işlerin kadınların haklarına saldırmak, kadınların faydalandığı hizmetleri ortadan kaldırmak olması ne tesadüf ne münferit.
Bugün adı ister kayyum olsun ister belediye başkanını görevden almak olsun, yaptıkları halkın iradesine darbe vurmak ve bu hukuksuzluğu norm haline getirmek.
Toplumu tek tipleştiren, kendi ahlak ve yaşam anlayışını dayatan bu erkek egemen, tekçi dayatmanın karşısındayız. Yaşadığımız ülkede oy vermenin bir demokratik yöntem olmaktan çıkmasının eşiğindeyiz. Polis şiddetinin, gözaltında cinsel şiddetin tanığıyız! Sokaklarda hakları için mücadele edenler keyfi biçimde gözaltına alındı, anayasal haklarını kullandıkları gerçeği hiçe sayılarak 301 kişi tutuklandı. Jet hızıyla, yani bir haftada, 139 kişi hakkında ceza istemiyle iddianame hazırlandı.
Daha birkaç hafta önce 8 Mart’ta, eylem sonrası dağılmakta olan bizleri nasıl hukuksuzca gözaltına alıp kötü muamele ve şiddet uyguladılarsa bu defa kameraların önünde şiddet uygulamaya çekinmediklerini gördük.
Gözaltına alınan kadınların beyanları kameralara yansımayan bir gerçeği de gösterdi. Polisler kadınları taciz etti, cinsel şiddet uyguladı, çıplak aramaya zorladı. Gözaltına alınanlara yönelik insanlık dışı uygulamalar söz konusu kadınlar olduğunda cinsel şiddete bürünüyor.
Biliyoruz çünkü ilk değil. Pervasızca bu şiddeti uyguluyorlar çünkü asla yargılanmayacaklarını biliyorlar. Devletin kendilerini koruduğunu biliyor ve kadınlara cinsel şiddet uygulamanın hakları olduğunu düşünüyorlar.
Erkeklerin hesap verdiği gün gelecek
Bizler, yıllardır erkeklerin uyguladığı şiddeti ifşa eden, faillerin cezalandırılması için mücadele eden ve devlete hiç yılmadan şiddeti önlemek sorumluluğunu hatırlatan feministler, elbette gözaltında yaşanan şiddetin takipçisiyiz.
Tacizci polislerin yargılanması için, bu şiddete göz yuman sistemin hesap vermesi için mücadelemiz sürecek. Şiddete uğrayan kadınların değil, şiddet uygulayan erkeklerin utandığı ve hesap verdiği o gün gelecek.
Mücadelemiz kadınları aşağılayanlarla değil yalnızca eşit ve adil bir dünyayı kurmaya kendinden başlayanlarla ortak!
Feminist olmak erkek egemenliği ile mücadele etmek demek. Tüm siyasi görüşlerin ötesinde, kadınların emeğini sömüren, kadınları aşağılayan, varlığı kadınlar üzerinde kurduğu egemenlikten ibaret patriyarka ve öznesi erkekler ile mücadele etmek demek.
Bunu yaparken farklı tahakküm biçimlerinin birbiriyle nasıl kesiştiğini, birbirine nasıl güç verdiğini görmek; bir milleti, ırkı diğerinden üstün, bir cinsi diğerinin hizmetkarı, bir sınıfı diğerinin kâr aracı kılan, dünyayı ezenler ve ezilenler diye ayıran sistemlere bütünlüklü biçimde karşı çıkmak demek.
Zaten “Kurtuluş yok tek başına” tam olarak bu demek. İşte bu nedenle alanlarda, sokaklarda mücadele ederken karşılaştığımız cinsiyetçi, ayrımcı, ırkçı, homofobik dile de kadınları araçsallaştırmadan siyaset yapmayı beceremeyenlere de sözümüz var.
Yaşasın feminist mücadelemiz
Bunca yıldır örgütlü bir biçimde sokaklarda olabilmemizin bir diğer nedeni, birbirini gözeten, kurtuluşumuzun birbirine bağlı olduğunu bilerek alanları herkes için güvenli tutan feminist yöntemimizdir.
Tecavüz tehdidi savurmadan siyasi eleştiri kurmayı beceremeyenlerle ortak gelecek kurma imkanımız yok. Kürtlerin, LGBTİ+ların eşit bir şekilde var olmaya, örgütlenmeye hakkı olmadığını düşünmenin bugün karşısında sokağa çıktığımız faşizmden ayrı kalır bir yanı yok.
Vakit sadece yan yana durmanın değil, “hep beraber” dediğimiz o kurtuluşun ancak ayrımcılıktan kurtularak mümkün olabileceğini de anlama zamanı. Mücadelemiz yalnızca eşit ve adil bir dünyayı kurmaya kendinden başlayanlarla ortak.
Biz feministler sokakları terk etmiyoruz, eşit özgür barış içinde yaşama hayalimizden vazgeçmiyoruz. Buradayız, direniyoruz. Yaşasın feminist mücadelemiz!