Onur Ayı'nın ABD'deki tarihini ve iki yıl sonra ilk kez yapılan Brooklyn Onur Yürüyüşü'nü değerlendiren Doç. Dr. Toktamış, "Bir gün İstanbul sokaklarında da çoluk çocuk gökkuşağı bayrakları ile dans edeceğiz. İnsan haysiyeti bunu gerektiriyor" diyor.
* Manşet fotoğrafı: Pexels - Haber videosu: Kumru Toktamış
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) New York kentinde Brooklyn Onur Yürüyüşü iki yılın ardından ilk defa 11 Haziran tarihinde gerçekleştirildi.
Brooklyn'in onur sembolü motosikletli kadınların yanı sıra bu seneki yürüyüşün cıvıl cıvıl, rengarenk başka katılımcıları da vardı: Çocuklar.
Onur Ayı'nın ABD'deki tarihini ve Brooklyn'deki Onur Yürüyüşü'nü yorumlayan Pratt Institute Sosyal Bilimler ve Kültürel Çalışmalar Bölümünde Kültürel Çalışmalar Koordinatörü Doç. Dr. Kumru Toktamış, "Anneleri ile değil, başlarında öğretmenleri ile rengârenk çocuklar 'Sevgiden gurur duy', 'Sevginin her türüne kucak aç' kortejleri oluşturmuşlardı" diyor ve soruyor:
"Bu çocuk seli, keyfi ve seslerinden daha onurlu ve haysiyetli ne olabilir?"
Onur Ayı'nın tarihine kısa bir bakış ve bu sene Brooklyn'de gerçekleştirilen LGBTİ+ Onur Yürüyüşü'nü Doç. Dr. Kumru Toktamış'tan dinliyoruz...
Onur: Bir "yeter" deme hali
Pride/Onur Ayı nedir?
Pride/Onur bir insanca yaşama hakkı talebi ve bunun gerçekleşmesi için verilen çabalardır. Bu çabaların mutlaka "siyasi" talepler gibi görünmesine de neden yok. Talep ve çatışma olduğu için tabii ki siyasidir sosyal hayatın dokusundaki her alan; ancak, bu bir "haysiyetli yaşam" talebi. Haysiyetin tek tip tanımına meydan okuma hali...
Neden "Onur"?
Açıkçası ben de ilk zamanlarda hafif geriliyordum her Pride/Onur lafını duyduğumda: "Yav kardeşim, ben yeşil gözlerimle onur duyuyorum desem ne kadar aptalca bir laf olur bu. Hiç bir caba, emek göstermediğim, varoluşumun bir parçası olan bir durumdan neden onur duyayım ki?"
Buna en güzel yanıtı bir trans verdi bana: "Ama sana kimse yeşil gözlerinden utanç duymanı söylemedi ki, hiç aşağılanmadın ki göz rengin yüzünden". İşte bunun için onur/gurur ve haysiyetli yaşam talebinin kurulu düzene meydan okunması anlamına geliyor Pride. Bir "yeter" deme hali.
Aşağılamayı olağanlaştıran bir kültür
Tarihte eşcinsellik sürekli olmuş, toplumda kabul gördüğü bazı istisnai dönemler haricinde görmezden gelinmiş ve "aşağı" görülen bir gerçeklik olarak hep var. Bu durum Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) "Onur" olarak nasıl başlıyor?
Eşcinsellerin, özgürlükler ve eşitlikler ülkesi ABD'de çok gözle görünür bir aşağılanma hali var yakın zamana kadar. Gay barları belki hep varmış, birlikte hayat sürdüren eşcinseller de hep olmuşlar ama bu mekânlar "aşağılık mekânlar" ve bu insanlar "aşağılık insanlar" olarak görülegelmiş.
Bizde de pek yadırganmıyor galiba bu aşağılanma hali çünkü biz bu aşağılama kültürünü pek severiz, zengin fakiri, Türk Kürt'ü, Sünni Alevi'yi, laik dindarı, dindar seküleri aşağılar durur. Halkının bir kesimini aşağılamakta hiç beis görmeyen bir devlet başkanımız bile var.
Oysa haysiyet herkesin teninde, yüreğinde hissettiği bir yaşam arzusudur. İnsanların haysiyetleri ile oynamak, hiyerarşi kurmanın en kolay biçimi olagelmiştir. Türkiye'de bunu olağanlaştıran bir kültürümüz var bizim.
ABD, "eşitlik ve özgürlük" şiarıyla kurulmuş olsa da Siyahlar için baştan köleliğe karşı durmuyor, Amerika Yerlilerinin durumu ise adı konulmadan kalmıyor mu?
ABD'de, onca eşitlik ve özgürlük edebiyatına rağmen bir sürü toplumsal kesimin, Siyahların, yerlilerin, eşcinsellerin ve hatta komünistlerin haysiyetleri de hiçe sayılıyor. Haysiyetli insan olmanın tek bir tanımı var: Beyaz olmak, heteroseksüel aile babası/ev hanımı olmak vs.
Bunların dışında kalanların yaşam hakkı olabilir, ama haysiyetleri "beş para etmez." İşte bu tarihe bir direniş olarak ortaya çıkıyor Onur Hareketi.
Güncel hareketin başlangıcı
Güncel hareket nasıl başlıyor?
Hareketin resmi başlangıcı 1969 yılı Haziran ayı sonlarında bir gece kulübü çalışanlarının "Artık yeter" deyip polise direnişleri ile sembolleşiyor.
"Stonewall Direnişi" diye bilinen bu son derece sıradan polis ve gece kulübü çalışanları ve müdavimleri itişmesi bugün Haziran ayını Onur Ayı haline getiren bir direniş destanı! Aslında laf aramızda, bu tür, eşcinsellerin müdavimi olduğu (veya mafyanın elinde olan) kulüpler ile polis arasında bir takım üstü örtülü anlaşmalar hep vardır. Polis, arada bir tartaklasa da bu tür mekânları tamamen ortadan kaldırmaz.
Ancak, bu hukuk dışı muğlaklık esnasında tabii ki bu "aşağılık" insanların haysiyetleri ayaklar altına alınır. İşte 28 Haziran'ı 29 Haziran'a bağlayan gece sabaha karşı bu insanlar avaz avaz "yeter artık!" diye bağırıyorlardı.
2. Dünya Savaşı sonrası doğrudan Stonewall ile mi başlıyor, barlar açıkça olduğuna göre bir varlık var...
Stonewall öncesi de on yıllardır süren direnişler var. Bunların en önemlisi 1950'li yıllarda tıpkı komünistleri avlayan "McCarthycilik" gibi eşcinsellerin de, bu kez sorgusuz sualsiz, avlanmaları. Bu "Lavanta Korkusu" (Lavender Scare*) dönemi olarak anılagelen bir dönem. Gay kurtuluş ve özgürlük mücadelesi dolayısı ile Stonewall öncesinde başlamış bir mücadele aslında. Ama farklı kanallar var. Örneğin, lavanta rengine karşı cadı avına direnenler daha eğitimli, iş güç sahibi insanların ekmek ve haysiyet mücadelesi.
McCarthy, aleni olarak o zamanki ABD'den daha da homofobik olan Sovyetler'e karşı komünist "cadı avı" yapmıyor mu?
İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD siyasetine damgasını vuran tabii ki iç politikada Komünist Avcılığı. Ancak aynı dönemde, daha sessiz bir şekilde eşcinseller de avlanıyorlar ve savaş döneminde emeklerinden faydalanılmasına rağmen devlet memuru veya asker olan yüzlerce eşcinsel kadın ve erkek sorgusu sualsiz ve yargısız işten atılıyorlar.
Gerekçe ise hiç bir kanıtı olamayan bir korku: "Dış Güçler" tarafından kullanıma açıklar (yani Sovyetler), şantaj yapıp, bilgi alırlar". Bir sürü kadın ve erkek subay ordudan atılıyor, Dışişleri Bakanlığındaki yığınla dilbilimci, devlet katında görev yapan iktisatçı ve matematikçiler kapının önüne konuyorlar. Bunlar çok yetenekli, bilgili, kültürlü, rafine insanlar. Yani haysiyetleri ile oynamak o kadar kolay değil, ama hayatları kararıyor.
2. Dünya Savaşını kazanan Roosevelt'in eşi Eleanor Roosevelt'in New York'ta kız arkadaşıyla yaşadığını hatırlarsak, bu "tasfiye" nasıl başlıyor?
Bu "Cadı Avı", Devlet Başkanı Eisenhower'ın 1953 yılında imzaladığı bir yürütme kararı ile başlıyor. İşte, bu işten atılanlardan birisi bir astronom, Franklin A. Kameny, ki kendisi "Eşcinsel kurtuluş ve özgürlük mücadelesinin büyükbabası" olarak bilinir. Kameny işten atıldıktan sonra bir daha astronomluk yapmıyor ve bir hukukçu titizliği ile bu Lavender Scare harekâtından darbe alıp hayatı kararan insanları ve diğerlerini örgütlüyor.
Tıpkı Siyah hareketine şekil veren "Ben bir İnsanim, ben bir Yurttaşım" sloganları ile kadın ve erkek eşcinseller yıllarca örgütleniyorlar. İşte bu "Ben de bir insanım" deme halinde gizli haysiyet kavgası. Bu haysiyet kaybedildiğinde insanlar toplumun kanalizasyonlarında var olmaya mecbur bırakılıyor.
Stonewall Direnişi
Peki, 3 gün 3 gece süren Stonewall Direnişine gelirsek?
Stonewall da tabii ki bir ekmek ve haysiyet mücadelesi ama aynı zamanda bir mahalle, hatta kent kavgası. Çünkü eğlence sektöründeki eşcinseller çalışanı ile müşterisi ile polise direnirken komşular ve mahalle halkı da destek veriyor. Tabii 1960'ların özgürlük hareketlerinin bu katılımda rolü büyük. Bir başkaldırı iklimi hâkim toplumda, bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmayacak iklimi.
Ben, örneğin, Gezi'yi de önce böyle okumuştum, bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmayacak hareketiydi, ancak iktidar otoriterliğe çark etme imkânı olarak kullandı. Oysa Stonewall'ın ardından yükselen diğer mahalle kavgaları, geçmişin mücadeleleri ile bütünleşti. Bu bütünleşmenin altını çizmek zorundayız. Her ne kadar Stonewall "Onur" simgesi olduysa da, Stonewall öncesi Mattachine (maskeli ortaçağ aydın müzisyenlerinden ilhamla bu ismi alan maskeli aydın eşcinseller) grubu ve Bilitis'in kızları örgütünün döşedikleri mücadele taşları çok önemli. Stonewall sokağın bunlarla buluşması hali aynı zamanda. Yani uzun erimli, geçmiş direnişlerle ve diğer sosyal mücadelelerle buluşma anı Stonewall aslında.
Sonrasında da devlet "siz çok direndiniz" diye bu hakları "bağışlıyor" mu?
Koskoca devlet "bir eşcinsel olarak astronom, fizikçi, dilbilimci olma hakkın yok senin" diyor. Hem de sözde özgürlükler ve eşitlikler ülkesinde.
Ama zaten ne özgürlük, ne eşitlik kimseye armağan edilmez. Haziran'ın "Onur Ayı" olması ve bütün dünyada kabul görmesi uzun yıllar süren çok saygın bir mücadelenin sonucudur.
Siz ne kadar zamandır bu direnişi gözlemliyorsunuz?
Ben, bu mücadelenin son 30 yılda çok küçük, ama önemli bir parçasına tanık oldum. New York kentinin Onur Yürüyüşü dünyaca meşhur bir çılgınlıklar günü zaten. Hele son yıllarda türlü çeşitli dev şirketlerin sponsorluğunda iyice yerleşik, kabul görür bir eylem ve eğlence günü.
Bu artık dünyanın bütün büyük şehirlerinde böyle. New York kentinin dibindeki Brooklyn'de ise daha ufak çaplı bir Onur Yürüyüşü hep yapılırdı. Her sene en önde motosikletli kadınlar, arkalarında dev bir davul ve vurmalı çalgılar kadın ordusu, bir iki yerel politikacı ve tek tük lezbiyen çift ve çocuklarından oluşan bir yürüyüş günü olarak kutlanageliyordu.
2020 yılında COVID-19 nedeniyle Onur Yürüyüşü yapılamadı, 2021 aşı sayesinde yapılabilecekken büyük şirketlerin sponsorluğu ile ilgili bir çatışma çıktı sanırım...
Pandemi boyunca iki sene Onur Yürüyüşü yapılamadı. 11 Haziran günü iki yıl sonra ilk kez yapılan Brooklyn Onur Yürüyüşü gerçekten (şirketlerin değil) halkın "Haysiyetimize sahip çıkma günü" şeklinde cereyan etti.
Yine her zamanki gibi Brooklyn'in onur sembolü motosikletli kadınlar yürüyüşün en başındaydılar. Ama hemen arkalarında bu sefer cıvıl cıvıl bir çocuk ordusu vardı. Anneleri ile değil, başlarında öğretmenleri ile rengârenk çocuklar "Sevgiden gurur duy", "Sevginin her türüne kucak aç" kortejleri oluşturmuşlardı. Bu çocuk seli, keyfi ve seslerinden daha onurlu ve haysiyetli ne olabilir? On yıllardır büyük şirketlerin sponsorluğu ile artık hayatimizin bir parçası olarak kabul ettiğimiz eşcinsellik (veya aşkın her türü), çocukları dili ve coşkusu ile hayatımıza damgasını vuruyor. Bundan daha başarılı bir "Biz de insanız" deme hali düşünemiyorum.
"Pembe Sermaye" LGBT+ hakları için mi var, yoksa olaya sadece parasal mı bakıyor?
Büyük şirket olarak yegâne destek bir bankadan gelmişti, TDBank, Brooklyn Onur Yürüyüşünde. Ancak Manhattan'daki Onur Yürüyüşü'nün aksine hiçbir pankartı ve görünürlüğü yoktu bankanın. Sadece gökkuşağı kordonunun bir köşesinde bankanın ismi yazan düdükleri dağıtmasına izin verilmişti.
Eşcinsel özgürlük hareketi büyük şirketlerden aldıkları desteklerle de büyüdü ve kabul gördü, ancak eşcinsel kurtuluş hareketi büyük şirketlerin desteklerini denetleyebilen bir hareket olma yolunda. Bu ayrım 1960'lardan beri çok önemli bir teorik farklılığa işaret ediyor: Eşcinsel hareketi kendini kabul ettirme hareketi mi, yoksa dünyayı değiştirme hareketi mi? Kutuplaşmaya gerek olmadan tatlı tatlı tartışabileceğimiz bir yol yordam mevzusu.
Çocukların ardından yürüyen politikacılar
Bu, tabana yayıldığını gösteriyor... Peki, siyasi kişi ve kamu kurumlarından katılım ne boyutta?
İşte o çocukların ardından sürü sepet, irili ufaklı politikacıların kendileri veya ofisleri de yürüyüşe katıldılar. ABD Senatosu çoğunluk lideri Chuck Schumer zaten Brooklynlidir, "ben 30 yıldır yürüyorum" diye kendi reklamını yapa yapa danslara eşlik ediyordu. Eski Belediye Başkanı Bill de Blasio 2 metreyi aşan boyu ile göz dolduruyordu. Şimdiki belediye başkanı abuk sabuk homofobik laflar ettiği için Queens Onur Yürüyüşünde yuhalanmıştı, Brooklyn'e gelemedi ama ofis çalışanları geldiler.
Bu politikacıların ardından yine özel ortaokul ve lise çocukları öğretmenleri ile birlikte dans ederek, oyunlar oynayarak yürüdüler. Arada hastane çalışanları, küçük işletmeler de yürüyüşe dâhil olmuşlardı.
En eğlenceli görüntülerinden biri bir NYPD polis minibüsünün gökkuşağı renkleri ile yürüyüşte yer alması idi. Ardından da polisler sivil kıyafetleri ile katıldılar. Şimdi burada George Floyd'un katledilmesinden sonra büyüyen "Siyah hayatlar direnişinin" önemli bir tartışması var: Brooklyn'de artık hiçbir Onur Yürüyüşünde polis üniforması görmek istemiyoruz deniliyor.
Sanırım Manhattan'daki büyük yürüyüşte eşcinsel polislere üniformaları ile yürüme izni vermişler, ama Brooklyn'de halk ve Onur Haftası Organizatörleri bu görüntüyü istemiyorlar. Gökkuşağı renklerine bulansalar da polis kuvvetleri ile bizim barışmamız şimdilik biraz zor. Ama sivil olarak tabii ki eşcinsel polisler katılıyorlar yürüyüşe.
Orada bayram gibiyken son birkaç yıldır kamusal olmayan alanda dahi sıkıntılar yaşanmasını nasıl görüyorsunuz?
İki sene aradan sonra bir çocuk bayramı keyfi ve şenliği ile düzenlenmiş bu Onur Yürüyüşü açıkçası benim gözlerimden yaşlar getirdi: Türkiye'de gencecik üniversite öğrencileri Onur Yürüyüşü yaptılar diye tartaklanıp tutuklanırken, Brooklyn'de bir aile bayramı şeklinde coşup dans etmek bana ağır geldi. İnsan haysiyetinin hiçbir kıymetinin olmadığını en yetkili ağızlardan duyduğumuz bir coğrafya bizim ülkemiz. Ama bu Allah'ın emri bir durum değil, insanlar fıtrat falan gibi ne idüğü belirsiz safsatalarla üstü sıvanacak hayatlar yaşamak zorunda değil. Bir gün İstanbul sokaklarında da çoluk çocuk gökkuşağı bayrakları ile dans edeceğiz. İnsan haysiyeti bunu gerektiriyor.
* ABD'deki komünistlere karşı olan cadı avına komünizme ithafen "Kırmızı Korku" (Red Scare) denildiğinden, LGBT+ bireylere de sadece erkek eşcinselliği üzerinden bakan eril zihniyet, bir erkeğin giymesinin "kadınsı" olacağını düşündükleri lavanta renginden dolayı çıkmıştır.
Aborjin haber sitesinde Yazı İşleri Müdürü ve serbest gazeteci. BasNews, BasHaber gazete ve internet siteleri için Türkçe ve İngilizce röportajlar ve araştırmacı gazetecilik haberleri yaptı. Medya...
Aborjin haber sitesinde Yazı İşleri Müdürü ve serbest gazeteci. BasNews, BasHaber gazete ve internet siteleri için Türkçe ve İngilizce röportajlar ve araştırmacı gazetecilik haberleri yaptı. Medya sektörüne satınalmada başladı; 2009 yılında İMC TV ile editoryal alana geçti.
“Örgüt üyesi” olduğum iddiası ile hakkımda açılan soruşturmadan yargılandığım davadaki savunmamda hakime son söz olarak şunu söylemiştim, “Bizim aradığımız adalet bir gün size de lazım olacak”. Hakikaten de öyle oldu iki bilemediniz üç yıl sonra bizleri yargılayan savunmalarımızı bıyık altından gülümseyerek dinleyen mahkeme heyetinin başkanı ve üyeleri FETÖ soruşturması kapsanında yurtdışına kaçmak isterken yakalandı.
Ne yazık ki o dönem FETÖ soruşturmaları kapsamında görev alan polislerin usulsüz dinlemeleriyle başlayan süreç, FETÖ’cü savcıların kurguladığı iddianamelerle devam etti.
Hakkımızda açılan dava, bu yapının sahte delil ve yönlendirmeleriyle yürütüldü. Aynı dönem içinde benzer yöntemlerle açılan Ergenekon dosyaları düşürüldü, hükümsüz kılındı.
Ancak bizim dosyamız hâlâ orada...“Demokles’in kılıcı” gibi tepemizde.
Ülkede bugün herkes adaletin peşinde. Adalet arayan işçiler, KHK'liler, akademisyenler, öğrenciler, belediye başkanları, siyasetçiler, çocuklar, kadınlar…
Adalet, bu ülkede ekonomik ve sosyal olarak bir araya gelmesini beklemediğimiz kesimleri bile yan yana getiren bir çengelli iğneye dönüştü. Bu iğne, zaman zaman herkesi acıtsa da, bu zorunlu birliktelik, tüm kesimleri daha güçlü kılıyor. Kuşkusuz.
Adalet arayanlara son dönemde, şüpheli şekilde hayatını kaybeden kadınların aileleri de eklendi. Şüpheli cinayet ve intihara sürüklenme vakaları arttı. 2024'te aralarında transların da olduğu en az 282 kadının ölümü basına “şüpheli” olarak yansıdı. 2025’in ilk üç ayında ise bu sayı 123.
Anlayacağınız, Türkiye, şüpheli kadın ve çocuk ölümleri konusunda alarm veriyor.
Pınar ve Ezgi
Gelecek hafta yani 11 Nisan Cuma günü Siverek’te şüpheli ölüm konusunda çok önemli bir dava görülecek. Aynı gün İstanbul Silivri’de de meşru müdafaa hakkını kullanan Ezgi’nin davası var.
İki farklı mahkeme salonunda iki kadın, iki hayat, iki adalet anlayışı gündemde olacak. Biri İstanbul Silivri’de, diğeri Urfa Siverek’te…
Ezgi, kendisine ve ailesine sistematik olarak şiddet uygulayan eşini öldürdüğü için Bakırköy Cezaevi’nden duruşmaya getirilecek.
Pınar ise artık hayatta değil. Onun davasında ise faili olduğu iddia edilen kişi baş şüpheli, elini kolunu sallayarak mahkeme salonuna gelecek. Ya da gelmeyecek, şimdilik bilemiyoruz.
Bugünlerde hakkındaki iddianame de açıklandı. R.B. hakkında “Eşe karşı kasten öldürme’ suçundan ağırlaşmış müebbet hapis cezası istemiyle dava açıldı.
*Hatırlatma: Pınar'ın R.B.'den kaçtığı görüntülerini daha güçlü ses olabilmek adına Pınar'ın ailesi ve konuyu en başından beri takip eden gazeteci Özge Demir ile anlaşarak eş zamanlı olarak yayınlayıp kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışmıştık. Sonrasında da karartılan deillere dair görüntüleri de yayınladık.
Bir yanda “öldürülmemek için kaçan” ama sonunda öldürülen bir kadın, diğer yanda ise “öldürmemek için direnen” ama cezaevine konulan bir kadın.
Pınar’ın ölümü de Ezgi’nin yaşamı da Türkiye’nin adalet mücadelesinin ve yaşam hakkının geldiği o iç burkan can sıkan, yakan halini gösteriyor.
Pınar
22 Şubat 2024’te Urfa’nın Siverek ilçesinde Pınar Bulunmaz hayatını kaybetti. Eşi Rıdvan B. ile araçta yaşanan bir tartışmanın ardından, Pınar ateşli silahla vurularak öldü. Ancak olayın seyri, sanığın öne sürdüğü "intihar" iddiasıyla çelişen sayısız veriyle dolu.
Örneğin, Pınar, evden koşarak çıkıyor, panik hâlinde, açıkça bir tehditten kaçıyor. Örneğin, Kamera görüntüleri, Pınar’ın silah taşımadığını, elinde herhangi bir cisim olmadığını gösteriyor.
Ayrıca, otopsi raporu, silahın sağ elde tutulmadığını, kurşun açısının intihar ihtimaliyle bağdaşmadığını ortaya koyuyor. En önemlisi de Pınar’ın ailesi, görüntüleri de var delillerin karartıldığını söylüyor. Avukatlar, soruşturmanın eksik yürütüldüğünü anlatıyor.
Yani, cinayet şüphesini güçlendiren onlarca unsur, belgelerle ve görüntülerle ortada. Ama sanık serbest. Mahkeme, kuvvetli suç şüphesine rağmen tutuklamayı uygun bulmuyor.
Pınar Bulunmaz’ın baş şüphelisine kasten öldürmeden ceza istendi fakat kendisi tutuksuz yargılanıyor. Yargılanmak için ülkesine dönüp mahkemeye gelen insanların “kaçma şüphesi var” denilerek tutuklandığı ülkede, olası şüpheli elini kolunu sallaya sallaya geziyor.
Pınar Bulunmaz’ın ağabeyi Erdal Sevim, kardeşi için verdiği mücadelede en ince ayrıntıları bile düşünüyor, öyle ki, “Artık Pınar’ın soyadını Bulunmaz olarak yazmasak mı?” diyecek kadar duyarlı davranıyor. Ailenin talebi ise oldukça net: 11 Nisan’da Siverek’te görülecek duruşmada, R.B.’nin tutuklanması.
Ezgi
Silivri’de aynı gün yani 11 Nisan Cuma günü bir başka dava görülücek. Boşanma aşamasındaki eşi Sezgin C., Ezgi’yi defalarca ölümle tehdit etti, şiddet uyguladı, yaraladı, uzaklaştırma kararları defalarca ihlal ederek Ezgi’ye ulaştı.
Hatta bir gün, Sezgin C., Ezgi’ye, “Bu ev sana mezar olacak” diyor. O gün Ezgi’nin babasını dövüyor. Silah yere düşüyor. Ezgi, “öldürmemek” için o silaha uzanıyor. Ama ne yazık ki öldürmek zorunda kalıyor.
Ezgi, hemen polisi arıyor. Olayı tüm açıklığıyla anlatıyor. Savcılıktaki ifadesi net, samimi ve savunma hakkını kullanarak yapılan zorunlu bir eylem olduğunu ortaya koyuyor.
Ancak Ezgi, hâlâ cezaevinde. Oğlu ailesinin yanında. Avukatları defalarca meşru müdafaa vurgusu yapsa da sonuç değişmiyor: Ezgi tutuklu.
Pınar korunamadı, Ezgi cezalandırıldı
Kadınlar, öldürülmeden önce kaçıyor, ama kaçmak kurtarmıyor. Kendilerini koruduklarında ise özgürlüklerinden oluyorlar. Bu ülkede kadınlar ya ölü, ölüme direndiğinde de mahpus.
Pınar'ın kardeşi "Kaçan biri nasıl intihar eder?" diyor. Ezgi'nin avukatı ise "O silaha Ezgi uzanmasaydı bugün belki tüm ailesi ölmüştü" diye konuşuyor.
Erkekler, "pişmanım" deyince indirim alırken, kadınlar "hayatta kalmak" için yaptıklarından ötürü cezaevine gönderiliyor.
Pınar, korunamadı. Ezgi, cezalandırıldı. İkisinin ortak noktası; sistemin onları koruyamaması. Mahkeme salonlarında kadınlar, hâlâ yaşam haklarını ispat etmek zorunda. Hâlâ meşru müdafaa haklarını kullanmaları “şüpheli” sayılıyor. Hâlâ şiddet döngüsünden çıkmak için “ya ölmek ya da cezaevine girmek” arasında seçim yapmak zorunda bırakılıyorlar.
Kadınların kendilerini savunması, bir hak değilmiş gibi davranan bir sistem varsa, orada gerçek adaletten söz edebilir miyiz?
Ezgi’ye özgürlük, Pınar’a adalet...
Özgür, yeni bir hafta gelsin. Adalet ve eşitlikten yana…
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de...
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Journo ve sektör dergileri için yazılar yazdı, haberleri yayınlandı. Hemşin kültür dergisi GOR’un kurucu yazarlarından. Yeşilden Maviye Karadenizden Kadın Portreleri, Sırtında Sepeti, Medya ve Yalanlar isimli kitaplara katkı sundu. Musa Anter Gazetecilik (2011) ve Türkiye Psikiyatri Derneği (2024) en iyi haber ödülü sahibi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu kurucularından. Sendikanın İstanbul Şubesi yöneticilerinden (2023-2027). İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ve cinsiyet temelli şiddet haberciliği alanında atölyeler düzenliyor. Şubat 2025'den bu yana kadın haberleri editörü olarak çalışıyor.
Feministler, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 23 Mart’ta tutuklanmasının ardından ülke geneline yayılan protestolarda gözaltına alınan kadın ve LGBTİ+'lara yönelik polis şiddetini protesto etmek için bugün İstanbul’un Eminönü ilçesinde bir araya geldi.
Eylemde “Gözaltında çıplak arama ve cinsel taciz işkencedir” ve “İşkence suçtur, failler yargılansın” pankartı açıldı.
Polis ablukasında başlayan eyleme DEM Parti İstanbul Milletvekili Kezban Konukçu da katıldı. Kadın ve LGBTİ+’lar eylemde sık sık “İşkence yapana soruşturma açılsın” sloganı attı.
Protestolar esnasında atılan cinsiyetçi küfüre karşı sloganlar da atılan eylemde polis, yürüyüşe izin vermeyeceğini bildirdi.
Kadınlar, polisin kararını protesto etti. Eylem esnasında okunan basın açıklamasında kadınları “Gözaltında taciz emrini kimden aldınız?” diye sordu.
🟣 Eylemde cinsiyetçi küfüre karşı sloganlar atılıyor. Polisin yürüyüşe izin vermemesini kadınlar protesto ediyor.
19 Mart'ta başlayan eylemlerde, haklarımıza, kentlerimize, irademize, hayatlarımıza, geleceğimize, demokrasiye sahip çıkarken bir kez daha polisin cinsel şiddetine, kötü muamelesine, sağlık kuruluşlarında doktorların bunu kayıt altına almayışına maruz kaldık, tanık olduk.
Gözaltına alınan bir genç kadın ifadesinde şunları söyledi: "Kelepçe takmaya götürülürken seni dövmeyeceğim tamam deyip ambulansın arkasına götürdü. Sakallı, bıyıklı, renkli gözlü ve uzun boylu, 1.85-1.90 boylarında olan erkek polis senin göğüslerin mi var diyerek göğüslerime dokundu. Ben de o esnada altıma kaçırdım. Sağlık muayenesinde kadın polis eğer buradan hızla çıkıp işlemlerin bitmesini istiyorsanız bizi uğraştırmayın dedi. Doktora girdiğimizde yanımızda kadın polis vardı, korktum ve darp edildiğimi söylemedim. Doktor muayene etmedi. Nezarethaneye girmeden önce sarışın kadın memura taciz edildiğimi söyledim. O kadın memur bana alaycı şekilde hmmm sen taciz mi edildin diyerek dalga geçti." Bir başka kadın ise ifadesinde şunları söyledi: "Ben ters kelepçe ile gözaltına alındım. Otobüste ve hastanede hep ters kelepçe ile kaldık, bu süreç 8 saatten fazla sürdü. Sarı saçlı komiserim denen kadın tarafından çıplak bir şekilde arandık. İç çamaşırı çıkartılan bir arama oldu ve göğsüme, mememe dokunuldu. Şikayetçiyim."
Bunun üzerine başlayan paylaşımlara dair suç duyurusunda bulunacağını söyleyen emniyet ise “mesnetsiz iftira” diye kestirip attı. Kadınların ifadelerindeki detaylı beyanları, memurları tarifleri, bu olayların günü ve saati ortada. O gün bu noktalarda görevli polislere dair herhangi bir soruşturma yaptınız mı? Yapmadıysanız neye dayanarak “mesnetsiz” diyorsunuz? Bu suçu gündem edenler, “her gün konuşacağız” diyenler değil, kadınların ifadelerinde bahsettiği cinsel şiddet ve bu şiddetin failleri soruşturulmalı!
Biz feministler İstanbul sokaklarından İstanbul Emniyeti'ne, cezaevlerinde çalışan infaz memurlarına sesleniyoruz:
Kadınlara, LGBTİ+lara cinsiyetçi küfür etmek, tecavüz tehdidinde bulunmak, cinsel tacizdir, suçtur.
Kadınları, LGBTİ+ları tek başına köşelerde sıkıştırıp memelerine, vücutlarına dokunmak cinsel saldırıdır, suçtur.
Sizin göreviniz tam tersine bunu evde, sokakta, işte, herhangi bir yerde yapan, yapmaya kalkan erkeklere engel olmak; onlardan biri olmak değil. Kadınların tacize uğradığında başvurması beklenen kurumsunuz siz. Bunu siz unutmuş olabilirsiniz, ama biz unutmuyoruz.
Gözaltında, hapishanede usulsüz çıplak arama, cinsel işkencedir. Cinsel işkence suçtur. Failinin üniformalı olması, bunu devlet adına işlediğini iddia etmesi, adına "rutin uygulama" demesi bu gerçeği değiştirmez.
Soruyoruz: Kadınları, LGBTİ+ları taciz edin, köşede kıstırıp dokunun, tecavüzle tehdit eden küfürler sıralayın, çırılçıplak soyun diye bir emir mi aldınız? Bu emri kimden aldınız? Sokaklarda sesini yükselttiği için polisin cinsel şiddetine uğrayan, o sırada yalnız hisseden, korkan veya hayatta bir erkeğin tacizine uğramak nedir çok iyi bildiği için bunu sosyal medyada gördüğünde endişe duyan, cinsel saldırı tehdidinden, çıplak aranma ihtimalinden tedirgin olan tüm kadınlara, LGBTİ+lara, birbirimize, hepimize sesleniyoruz:
Yalnız değiliz. Çaresiz değiliz. Bu baskı karşısında örgütlüyüz, bir aradayız, birbirimizin yanındayız. Bu işkenceyi, bizleri bedenimiz, kimliğimiz üzerinden aşağılamak, utandırmak, sindirmek için yapıyorlar. Ama o utanç çoktan yer değiştirdi. Utanması, yargılanması, cezalandırılması gereken biz değiliz, onlar. Bize “ahlaktan” bahsedip kadınları taciz edenler, işkenceciler.
Belki kamuoyunda çok bilinmiyor veya yeni yeni gündem oluyor, ama sadece 19 Mart'tan beri değil, çok uzun süredir gözaltında, hapishanelerde işkence ve kötü muameleyi, ters kelepçeyi, çıplak aramayı "rutin uygulama" diyerek geçiştirmeye kalkıyorlar. Halbuki ters kelepçe, cinsel şiddet tehdidi, çıplak arama bir "uygulama" değil insan hakkı ihlali. Buna karşı çıkmak, direnmek, bu suça tanık olduğumuzda müdahale etmek, şikayetçi olmak hakkımız. Kanunlara göre polisin değil çıplak arama, üst araması yapmak için bile hakim kararı alması gerekiyor. Cezaevi girişinde çıplak arama ise ancak kuruma yasak madde sokma şüphesi varsa yapılabilir. Ama bu, uzunca süredir sesini yükselten, mücadele eden kadınlara karşı bir silah haline dönüştürülmüş durumda. İnsanları çırılçıplak soydukları gerçeğini gizler de daha az tepki çeker diye adına "ince arama" ya da "oyuk araması" diyorlar.
Biz bu cinsel işkenceleri dün Garibe Gezer'e süngerli odalarda yaptıklarında da susmadık, HDK operasyonlarında tutukladıkları arkadaşlarımıza yapmaya kalktıkları "oyuk araması"nda da susmadık, bugün de susmuyoruz, kabul etmiyoruz, normalleştirmiyoruz. Bugün nasıl tek adam kendini hukukun üstünde görüyorsa, polis de kendini hukukun üstünde görüyor. Bu yüzden her türlü kötü muameleye itiraz ettiğimizde alaycı ifadeler takınıp “şikayetçi ol o zaman” diyebiliyorlar. Bazıları iyi niyetliymiş gibi görünerek “Bak doktora söyleme, ifadende bahsetme, sürecin uzar” diyor. Bu iyi niyet değil, hak gaspıdır. Haklarında soruşturma izni vermeyen valiye, suç duyurularımıza takipsizlik kararları sıralayan savcılara, bize zamanında “sürtük” diyebilmiş, Konca Kuriş’in katillerini afla cezaevinden çıkaran Cumhurbaşkanına güveniyorlar. Gözaltında kadınları, LGBTİ+ları taciz ederken, suç işlerken sırtlarını onlara dayıyorlar. Üstüne bir de, kimi troller tarafından sosyal medya hesapları açılarak bu şiddeti gündem eden kadın avukatlara cinsiyetçi saldırılar örgütleniyor, fotoğrafları “eskort” diye paylaşılıyor. Kimse peşine düşmeyecek sanıyorlar. Ama biz onları çok iyi tanıyoruz. Bütün toplumu, kamuoyunu da peşine düşmeye çağırıyoruz. Bu suçu işleyenleri, bu suça göz yumanları, ortak olanları tespit edelim; hesap vermeleri, yargılanmaları için hep birlikte mücadele edelim!
Erkek-devlet şiddetine, irademizin, hayatlarımızın gaspına karşı sokaklarda olmaya, cinsel şiddet karşısında dayanışmaya devam edeceğiz! Yaşasın feminist mücadelemiz!
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de...
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Journo ve sektör dergileri için yazılar yazdı, haberleri yayınlandı. Hemşin kültür dergisi GOR’un kurucu yazarlarından. Yeşilden Maviye Karadenizden Kadın Portreleri, Sırtında Sepeti, Medya ve Yalanlar isimli kitaplara katkı sundu. Musa Anter Gazetecilik (2011) ve Türkiye Psikiyatri Derneği (2024) en iyi haber ödülü sahibi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu kurucularından. Sendikanın İstanbul Şubesi yöneticilerinden (2023-2027). İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ve cinsiyet temelli şiddet haberciliği alanında atölyeler düzenliyor. Şubat 2025'den bu yana kadın haberleri editörü olarak çalışıyor.