Bugün eski fotoğraflarına baktıkça, kulaktan kulağa anlatıldıkça herkeste merak uyandıran Baklahorani-Tatavla Karnavalı yeniden hayat buluyor. Üç gün boyunca sürecek karnavalda konserler, meze şenliği, söyleşiler, kültür turları, çocuk partisi düzenlenecek.
1930'ların başlarında Baklahorani Karnavalı'na Pera'dan gelen gruplardan biri. (Fotoğraf: Selahattin Giz)
Yüzleri rengarenk boyalı, maskeli, kostümlü bir grup, çala oynaya Taksim Tepebaşı'ndan yola çıkar, Tarlabaşı'ndan aşağı Dolapdere'ye yürür... Ardından Dolapdere'den, şimdinin Akağalar Caddesi olan Akarca Yokuşu'nu tırmanıp, Aya Dimitri, Aya Lefter ve Aya Tanaş kiliselerinin de olduğu Kurtuluş Son Durak'a varırlardı. Bu, Büyük Perhiz'den önceki birkaç günlük kutlamanın en coşkulu ayağı olan Maskara Alayı'ydı.
Tatavla'da (Kurtuluş) 500 yıldan fazla süren karnaval, siyasal iklimin değişmesiyle giderek sönmüş ve yasaklanmasının ardından 1941'de 30 kişilik bir grubun Son Durak'taki bir meyhanede artık eskisi gibi olmayacak bu renkli karnavala veda etmesiyle de son bulmuştu. Ta ki 2009'a kadar. Birkaç kişinin girişimiyle yeniden canlandırılan karnaval 2014'e kadar kutlanabilmişti.
Bugün ise eski fotoğraflarına baktıkça, kulaktan kulağa anlatıldıkça herkeste merak uyandıran bu karnaval bu sefer bir semt festivali tadında yeniden hayat buluyor. Tatavla Karnavalı, pek çok kişinin bildiği adıyla Baklahorani, Şişli Kent Konseyi, Kurtuluş Aya Tanaş Aya Dimitri Aya Lefter Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı, Feriköy Kültür ve Sanat Sevenler Derneği, Kurtuluş Çevre Grubu'nun organizasyonuyla 28, 29 Şubat ve 1 Mart'ta Tatavla'nın farklı mekan ve sokaklarında farklı etkinliklerle meraklılarını bekliyor.
28 Şubat Cuma günü öğle saatinde Hrant Dink Vakfı Tatavla Turu ile başlayacak, karvanal, ikinci günü farklı mekânlarda konserler, meze şenliği, söyleşi ve konferanslar, okur-yazar buluşmaları, kültür turları, çocuk partisi, Tatavla Panayırı ile devam edecek. 1 Mart Pazar günü ise Tatavla'ya dair tarih ve anı söyleşisi, Şişli Ermeni Mezarlığı Turu, karnaval kostüm ve maskeleri ile Maskara Alayı, İstanbul klasiği Hasapiko ve konserlerle son bulacak.
Karnavalın ana mekanı ise Son Durak'taki Kurtuluş Rum İlkokulu.
Tatavla Karnavalı'nı 42 kişilik gönüllü organizasyon ekibinden Kostas Eftimiyadis ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Kent Konseyi üyesi Dr. Öğretim Üyesi Gülen Kurt Öncel bianet'e anlattı.
2009- 2010 yıllarında Tatavla Karnavalı yeniden hayata geçirilmişti. Bu sefer büyüyerek üç güne yayılması kararı nasıl alındı? Kostas Eftimiyadis: 2009-2014 yılları arasında özellikle Yunanistan'ın yaşamış olduğu ekonomik krizin etkileriyle Yunanistan dışından ve Türkiye'ye gelen Yunan vatandaşlarının girişimiyle öyle bir şey oluştu. Çok basit anlamda sivil bir oluşumdu. Herhangi bir tüzel kişilik yoktu. Evet, biz Rumlar da bunu yapabilirdik ama yaşanmışlık bazen olumsuz etkileyebiliyor, yaşadıkların seni bir sonraki adımı atmanda kısıtlayıcı olabiliyor bazen. Ben 2009'dan 2014'e kadar her sene katıldım. Bugün de öyle bir teklif gelince bildiklerimi Kent Konseyi nezdinde diğer arkadaşlarla paylaştım. Ben Kent Konseyi üyesi değilim ama dışarıdan baktığım zaman bu tip oluşumların artması ve derinlik kazanması önemli. Evet, gün içinde çok olay yaşıyoruz, gündem çok hızlı değişiyor, sabah manşet olan öğlen hatırlanmıyor ama belli şeylerde de Kurtuluş'un, İstanbul'un geçmişiyle ilgili bağı kurmak, hatırlamak önemli. Geçmişle bağlantı kuralım, bugünü yaşayalım ve bugüne de bir şekilde katkı verelim, köprü vazifesi görelim.
Karnaval biraz bu yüzden de hayata geçti, öyle değil mi? KE: Tabi bu bir köprü. Karnaval sadece İstanbul'da geçmişte kutlanan bir etkinlik değil. Karnaval Brezilya Rio'da da kullanılıyor, Venedik'te de kutlanıyor. Tarihleri farklı olabilir oradaki farklılık kilise takvimine tabi olmasından dolayı. Paskalya takvimine tabi olmasından dolayı, büyük oruç öncesi güne denk geliyor. Sabit bir tarih değil, 24 - 25 Aralık gibi. Dolayısıyla her sene de değişiyor, ama orijin aynı. Tatavla Karnavalı'nın bütün bunları kapsayıcı abisi/ablası olabileceği bir özelliği var. Çünkü geçmişle geleceğin buluştuğu bir noktada kutlanıyor. Mesela bu sene yine kıyafetlerle, maskelerle maskara alayı olacak. Bu bir gelenek. Doğu Karadeniz'de "Momoyer" denilen bir kutlama var, insanlar ayı postuna, domuz postuna bürünüp birbirini korkutuyor, şakalaşıyor. Bu pagan dönemden gelen bir gelenek. Doğu Karadeniz'de de sıklıkla 13 Ocak'ta -Rumi takvime göre yılbaşı- kutlanan olay da aslında insanların birkaç gün resmi kimliğinden sıyrılarak anonim hareket etmesine odaklanıyor. Gidip birisinin camını çalmak, korkutmak o kutlamaya özgüydü. Yani adamın belli bir tüzel kişiliği kalkıyor ortadan. Dolayısıyla bunların bir arada olduğu tek karnaval da Tatavla karnavalı. Çünkü Rio'da belli bir şey var o dini takvime göre. Biz daha çok kültürel bir tarafıyla işin içine giriyoruz.
Ama oruçtan, büyük perhizden önce oluyor?... KE: Tabi tabi bu oruç günlerinin öncesinde ama İstanbul'un kavşak olduğu ifadesinin altını bu şekilde doldurabiliriz.
Kurtuluş'ta olmasının bir anlamı var mı? KE: Geçmişte İstanbul'un tarihi dediğimiz birçok semtinde kutlanan bir şeydi ama Kurtuluş'ta çok daha gösterişli çok daha geniş katılımlı olmasından dolayı marka değerini Tatavla Karnavalı kazandı. Yoksa Yedikule'ye de gitseniz bu olay mevcut Samatya'da da mevcut Koca Mustafa Paşa'da da, Kumkapı'da da... Yani Suriçi dediğimiz bölgelerin tümünde kutlamalar oluyordu.
Gülen Kurt Öncel: Galiba şunun da etkisi var; yakın tarihe baktığımızda Ermeni ve Rumların nüfusu burada daha fazla var Yedikule'ye göre, öyle değil mi Kostas?
KE: Yani evet bir yoğunluk var. 1900'lerin başına baktığımızda o söz ettiğim yerler küçük birer köy iken Kurtuluş, Kanuni Sultan Süleyman'ın fermanıyla sadece İstanbul'da yaşayan Rumlara tahsis edilmiş bir yerleşim yeri. 1800'lerin sonlarında Ermeniler yavaş yavaş yerleşmeye geliyor ama domine eden Rum nüfus. Dolayısıyla bu diğer karnavallara göre çok daha güçlü oluyor çok daha fazla katılım oluyor. Diğerlerinde giderek nüfus azaldığı için tümüyle sönüyorlar.
Peki, karnavalda neler yapılıyordu genelde? Nasıl geçiyordu? KE: Eğlence. Şarkı söyleme, müzik, dans etme... Daha ciddi diyebileceğimiz, duayla geçen perhiz dönemi öncesi herkes kurtlarını döksün... Çünkü perhiz döneminde oruç döneminde tümüyle hayvani besinlerden uzak duruyorsunuz. Bu tabi tüketimi çok sınırlıyor. Yani yağ, süt, peynir, et yok. Mütevazı bir hayat. Herkes perhiz öncesi bir moral toplasın ki o kırk günü sürdürebilsin.
Kurtuluş Son Durak'ta (Tatavla Meydanı) karnavaldan bir kare.
Kent Konseyi'nde Tatavla Karnavalı nasıl yeniden gündeme geldi? GKÖ: Ekrem İmamoğlu'nun İBB başkanı olmasıyla beraber Kent Konseyi ilk defa hayata geçirildi. Bizim yapmaya çalıştığımız şey halkın her kesimini bir araya getirerek demokratik bir biçimde hayata bir şey getirmek. Böyle birtakım hedefleri var Kent Konseyi'nin. Bununla beraber bir sivil toplum anlayışı benimsendi. İstanbul Gönüllüleri diye bir şey çıktı mesela. Kostas hepimizden çok İstanbullu. Hepimizden çok da Türkiyeli. Yani böyle bir değer var İstanbul'umuzda ve bunu görünür kılmak gerekiyor. Bir de Bellek Şişli adı altında çalışmalar yürütüyoruz. Şişli'nin belleğine yönelik kültür, sanat, spor, gastronomi, tarih envanterlerini toplayacağız. Bellek Şişli bu envanteri toplayacak ve açacak insanlara. Bu kapsamda çok kısa sürede hayata ne geçirebiliriz diye konuşurken. Çok yakında Baklaharoni olduğunu gördük ve Kostas da 2009'la 2014'te bulunmuş. Çevremizde başka arkadaşlarımız da var bu değerleri yaşamış olan. Kültürel olarak eğlence boyutu var. Bir gastronomi ayağı var. Kurtuluş'ta yaşayan yaşlılar var. Halkın da dahil olabileceği bir sivil toplum hareketi oluşturduk. Herkes gönüllü.
Baklahoraninin kelime anlamı nedir? Nereden çıkmış? KE: Hem Yunanca bir kelime hem Ermenice bir kelime, hepsinden bir şeyler alarak biraz da deforme olarak bugün kullandığımız bir kelime aslında. Herhangi bir anlamı yok. Oruç döneminde zeytinyağlı fava tüketilir, o da bakladan yapılır. Horan da Yunancada dans demek, eğlence anlamında. Ama bunu dil bilgisi açısından, etimolojik olarak açıklamanın bir imkânı yok. Halkın uydurduğu bir kelime. Baklahorani sadece İstanbul'da kullanılan bir kelimedir, İstanbul'la özdeşleşmiş. Dolayısıyla Selanik'te de 1 Mart'ta karnavalı, maskara alayını kutlayacaklar. Ama ertesi gün Baklahorani yok.
2009-2014 dönemine ait kareler.
Maskara Alayından biraz söz eder misiniz? O gün herkes maskelerle yürüyecek, bunun da bir anlamı var herhalde? Bir de maskara kelimesi olumsuzdur ya... GKÖ: Aslında önyargıları da biraz burada değiştirmek amaç. Biz ona "kortej" diyecektik. Sonra bizim yüksek lisans yapan danışma kurulunda öğrenci bir arkadaşımız var, o eski kaynaklarda hep "maskara alayı" dendiğini görmüş. Çünkü bizde maskara kelimesi olumlu değildir, maksat önyargıları da yıkmak aslında. Şimdi burada bu kültüre, bu isme yönelik de belki birtakım önyargılar olabilir. Bunu da belki burada iki bin üç bin kişinin katılacağı etkinliklerle yıkabileceğiz. Yüz boyalarıyla, peruklarımızla, maskelerimizle, kostümlerimizle eğleneceğiz sokaklarda.
Bir arada olma durumu var Kurtuluş'ta. Hayko Bağdat'ın "Kurtuluş Çok Bozuldu" kitabında anlattığı gibi; önce Rumlar vardı, sonra Ermeniler geldi, ardından Museviler, Türkler, Kürtler, Araplar... KE: Hayko'nun annesi Rum, babası Ermeni. Her iki kültürü de taşıyor. Ama burada Kurtuluş'ta bir değişim var. Yani yüzde doksan dokuz virgül beşi Rumken 1860'larda, giderek Ermeni grup geldi, Museviler geldi, yavaş yavaş Cumhuriyetle beraber Türkler gelmeye başladı, isim değişti, yaşanan bazı olaylar var. Yani demografik olarak nüfus yapısı sonradan değişti. Dolayısıyla domine eden annesiydi Hayko'nun, sonrasında babası da geldi. Kaldı ki öncesi sonrası değil, burada hep beraber ne kazanabiliriz? Asıl soru bu. Yani güzel şeylere de el açmak amaç. Ama tabi her gün de karnaval varmış gibi yaşayamayız. Pazar günü eğleneceğiz pazartesi de herkes işine gücüne gidecek.
Kostas Eftimiyadis ve Gülen Kurt Öncel ile Kurtuluş Caddesi'nin başında buluştuk.
GKÖ: Yani burada bizim hedeflediğimiz şeyi gösteriyor. Rum'u Türk'ü Ermeni'si Kürt'ü Alevi'si neyse, ne varsa burada yaşayan... O kadar çeşitliyiz ki kültürel olarak, onların hepsini bir araya getirebilecek şeyler de yemek, müzik, çocuklar, karnaval, yürüyüş, eğlence. Bunların hepsinin olması lazım artık çünkü çok mutsuz insanlar. Çünkü çok zor hayat İstanbul'da. Ama sivil toplumun da böyle bir özelliği var zaten, ne kadar çok birleştirebildiğinizi görürseniz o kadar mutlu oluyorsunuz. Çok da mutluyuz bunun bir parçası olmaktan dolayı.
Karnavalda maskeler yardımıyla da kimliklerden sıyrılma, hiyerarşiyi yıkma hali de var aslında, öyle mi? GKÖ: Halkın her kesimi her zaman her yerde olamıyor, işte bu toplumsal baskılar, aile baskısı, kültürel değerler bunların hepsi devreye giriyor. X üniversitesinin rektörü belki de karnavalda dans etmek istiyor. Ama rektör kimliğini bir kenara koyup bunu yapamıyor maalesef bizim toplumumuzda. Belki bunun için de bir önayak olacak.
Biraz da bu üç günlük programdan söz eder misiniz? Önemli bir kısmında yemek, gastronomi yer alıyor. KE: Dans etmen için karnının tok olması lazım. Yani Türkçe'deki "aç ayı oynamaz" çok güzel bir laf. Önce karnını doyuracaksın. Büyük perhiz öncesi daha özel şeyler tüketilir. Yemek üzerine kitapları olan dört kadın yazar ve gastronomi uzmanı söyleşisi olacak. Koku ve tat ile ilgili bir panelimiz var. Bir diğer konu geçmişle geleceğin karşı karşıya gelmesi. Yani klasik mezeler mi günümüz mezeleri mi? Bir klasik bir de günümüz meze ustasını karşı karşıya getirip bir tartışma olacak. Tabi bunlar konuşulurken okulun bahçesinde butik tarzda üretim yapanlara da bir stand açıyoruz. Getirin ürünlerinizi kendinizi tanıtın, çünkü bunlar büyük ticari firmalar değil.
Kardeş Türküler, Buzuki Orhan Osman ve Muammer Ketencoğlu da karnaval kapsamında konser verecek.
Hangi okulda olacak bu etkinlikler? KE: Kurtuluş Rum İlkokulu. Ama şu an faaliyette değil, öğrenci eksikliğinden dolayı kapanmış. Ama şu an binayı kullanmamız lazım. Orayı geçmişine uygun şekilde kullanmaya devam edebiliriz. Kurtuluş Rum Ortodoks Vakfının himayesinde olan bir yer. GKÖ: Mekandan konuşurken şunu söylemek istiyorum özellikle. Şişli Kent Konseyi olarak mekan sıkıntımız yoktu aslında, çok yerde olabilirdik. Ama istedik ki Kurtuluş'un değerli yerlerinde olalım, özellikle bu kültürün değer verdiği yerlerde olalım. Kurtuluş Rum İlkokulu da bunlardan bir tanesi. Kimlikten uzaklaşmayı hiç istemedik. Ayrıca Hrant Dink Vakfı bir Kurtuluş turu yapacak ilk gün. Ama kurtuluşun belli sokaklarında da devam edecek KE: Kurtuluş'un önemli sokaklarından Şahap Sokak'ta da stantlar açılacak. Bir örnek teşkil etsin bu sokak girişimleri, sokaklarda panayır kutlaması. Bunu amaçlıyoruz.
Rum Okulu neden şu an faaliyette değil? KE: Nüfus azlığından, öğrenci eksikliğinden. 20. yüzyılın başıyla bugün arasında nüfusta çok büyük bir demografik fark var. O dönem 600 öğrenciyi barındıran bir okulda 2004 yılında bir veya iki öğrenci kalmıştı. Öyle olunca sürdürülebilir bir tarafı kalmadı. Bu okulların, kültürel kurumların açılması talebe göredir. Ama binanın bir mülkiyeti var. Dolayısıyla bundan senelerce istifade edilebilir. Kurtuluş Rum Kilisesi Vakfı onun birinci katını restore etti. Orada da gastronomi faaliyetlerine ev sahipliği yapılacak. Siz karnavalı yurtdışında yaşadığınızı söylediniz ama geçmişte anne, baba, dedeniz yaşamış mı? K: Dedeler yaşadı, anne babalar yaşamadı. 1941 yılında kamusal alanda yani sokakta karnavalın kutlanması yasaklandı güvenlik gerekçeleriyle. İkinci Dünya Savaşı sırasında. Özel alanda, yani derneğin içinde kutlandı.
20. yüzyıl başında Tatavla Karnavalı'ndan bir kare.
Peki, sizin dinlediğiniz hikayeler var mıydı o dönemle alakalı? KE: Yani güzergah Beyoğlu'ndan başlayıp Tarlabaşı'ndan aşağı doğru Dolapdere'den ondan sonra Akarca yokuşundan – şimdinin Akağalar- Kurtuluş Son Durak'a geliş. Güzergah buydu. Beyoğlu'na çok girilemiyor çünkü zaten kalburüstü bir ortam orası, insanlar da renkli boyalı o zaman da çok cazip değildi. Dolayısyla Tepebaşı yolundan Tarlabaşı'na varış, oradan aşağıya iniyor Dolapdere oradan da karşıya geçiyor, karşıdan da yokuş yukarıya gidiyordu. Kurtuluş'ta da Dimitri Kilisesi var ve Dolapdere'nin diğer tarafına doğru Tanaş Kilisesi var. Olay oralarda gelişiyor. Yani eğlence orada oluyor.
O zaman tek günlük mü yoksa bir iki günlük mü oluyordu karnaval? K: Üç hafta sonudur ama bunun zirvesi bu bahsettiğimiz büyük oruç öncesindeki hafta sonudur. Esas eğlence o zaman. 2 Mart Baklahorani, orucun birinci günü. Ama yurtdışına baktığımız zaman 29 Şubat 1 Mart hafta sonundan iki önceki hafta sonu da kutlanıyor.
(AÖ)
Röportaj deşifre ve röportaj fotoğrafları: Eslem Kınay
Cumhuriyet gazetesinde kültür-sanat muhabirliği, haber merkezi ve yazı işlerinde editörlük yaptı. Kurum içi iletişim ve sektör dergilerinde çalıştı. Sözlü tarih belgesellerinin yapım aşamalarında görev aldı....
Cumhuriyet gazetesinde kültür-sanat muhabirliği, haber merkezi ve yazı işlerinde editörlük yaptı. Kurum içi iletişim ve sektör dergilerinde çalıştı. Sözlü tarih belgesellerinin yapım aşamalarında görev aldı. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü mezunu. 2019-Haziran 2024 arasında bianet'te editör ve muhabirdi.
Son 55 yılını bir bütün halinde devrimci kimliğinde barındırırdı; onun için dün, bugünün hem tercümesi hem temeliydi; her ne yaşandıysa bu, bir yaşam biçimiydi.
Ya da yanı başımdan eksik olmayacak yoldaşlığın...
İtirazın ve alternatifin insanı
17 Mart’ta Mehmet Eren’i sonsuzluğa uğurladık. Onu anlatmak hem zor hem kolay. Kolay, çünkü göğsüne baktığınızda yüreğini, yüzüne baktığınızda düşüncelerini göreceğiniz kadar şeffaftı; samimiydi. Zor, çünkü tüm açıklığına rağmen onun devrimci bir iç dünyası, içinde büyüttüğü bir çocuk, bir gençlik hali vardı. Bize yansıtmasa da içinde hiç dinmeyen fırtınalar taşırdı.
Bir yetişkinin günde 15 kez, bir çocuğun ise günde 400 kez gülümsediği söylenir. Mehmet’in yüzünde hep o içindeki çocuğu yaşatmış/korumuş olmanın gülümsemesi vardı.
Pek çok insan onu nereden tanımışsa oradan bakardı; o ise son 55 yılını bir bütün halinde devrimci kimliğinde barındırırdı; onun için dün, bugünün hem tercümesi hem temeliydi; her ne yaşandıysa bu, bir yaşam biçimiydi.
Devrimciliği bir yaşam biçimi olarak benimseyen, gündelik yaşamı devrimcileştiren niteliği ile pek çok insanın hayatına dokundu. Öyle ki bazen etrafına hissettirmeden insanların hayatını kolaylaştıracak dokunuşlarda/müdahalelerde bulunurdu.
Mehmet Eren’in mücadelesi, 12 Eylül sonrasında da kesintisiz biçimde devam etti; 1983 Ekim’inde tutsak düştü. Tutsaklık sonrasında dışarı çıktığı andan sonsuzluk yürüyüşüne kadar hemen hiçbir dönem mücadeleden kopmadı. İtirazın ve alternatifin insanıydı; kendine bile isyanı vardı.
Sevgi ve dayanışma insanı
Devrimcilik, yaşama sevgi eksenli bakmaktır; insanın içindeki iyiyi açığa çıkarmaktır; tanımlı toplam değerler eşliğinde anı güzelleştirirken aynı zamanda ütopya sahibi olmaktır.
Bazı insanlara devrimcilik çok yakışır. Öyle çok yakışır ki onlar yaşamının her kesitinde devrimciliği hayata tercüme eder gibidir. Hayatının her kesitinde devrim yapar gibidir. Yaşamın her kesitinde değdiği her insanla yoldaşlaşır gibidir. Onların devrimciliğine tanık olmak için geçmişe gitmeye veya olağanüstü pratikler içindeki rolüne bakmaya gerek yok. Çünkü onlar, olağanüstülüklerin değil her anın, yaşamın bizzat kendisinin devrimcisidir. “Nöbetçi” devrimcilerden, part-time devrimcilerden, devrimciliği boş zaman işi olarak görenlerden farkları budur. Onlar, hayatın bizzat kendisini devrimci normlarla ören insanlardır. Tam da Che Guevara gibi.
Mehmet’in Che’ye özel bir ilgisi vardı. Che’ye devrimcilik sorulduğunda doğruluk aşkından, insanlık aşkından, adalet aşkından söz eder. Mehmet’in “Che aşkı” buradan geliyordu. Düşünün ki yumruğu havadaymış gibi gülmek, daha çok yıldıza yumruk değdirmek için en yükseklere uzanmak, mimiklerinin her çizgisinde şiirsel anlam taşımak, devrimciliği ruhen ve bedenen içselleştirmiş olanların işidir. İşte Mehmet bunlardan biriydi. Bu bir devrimcilik tarzıdır. Bu tür insanlar ne kadar yaş alırsa alsın genç kalır. Onlar Dev-Gençlidir. Mehmet tüm zamanların Dev-Gençlisidir.
Evet o kimilerinin bildiği gibi Bostancı’nın “Bıyık Mehmet”iydi ama aynı zamanda Kadıköylüydü, Maltepeliydi, Kartallıydı.
O, dünden devraldığı ve koruduğu nitelikleriyle, bugünkü çözülmenin, yozlaşmanın, savrulmanın, yaşamı boş geçirmenin antiteziydi. Bunun tam tersi olan yaşam biçiminin öznelerindendi. Bugün artık kimileri 25’inde ölüp 75’inde gömülüyor. Çünkü boş yaşıyorlar, amaçsız ve niteliksiz yaşıyorlar.
O, 73’ünde öldü ve yaşamının bütününü dolu dolu yaşadı. En güzel, en örnek, en şanslı kuşaktandı. Hayatı, devrimciliği çok sevdi, biz de onu çok sevdik. Sevdiğimiz oranda da son yolculuğunu kabullenemedik; özellikle ben, hiç kabullenemedim. Bu nedenle, yazının bundan sonrasında ona doğrudan sesleniyorum...
Ne ölümü, ne yaşlanması be kuzum?
Senin gözlerindeki Dev-Genç gülümsemesi yaşlanır mı sanıyorsun? Daha bir çok düşmesi, kalkması, gülümsemesi olacak bu yolculuğun. Hadi gel, yine gözyaşlarımız karışırcasına gülelim seninle; anlatılması zor meseleleri konuşmadan, sessizce, duygu dökerek anlatalım birbirimize. Daha önce de yüreğimde senin için yazdığım metinleri, düşsel fiilleri kimseyle paylaşamasam da iyi gelirdi bana; bundan sonra da yapacağım ama “ah keşke” yaşamasaydım o eksilme hissini.
Süreyya plajı değişmiş, Maltepe eski Maltepe değilmiş; yüreğim takar mı böyle şeyleri? Biz yine sanki ‘80 öncesiymiş gibi konuşacağız eskileri, yeniymiş gibi yaşayacağız o deneyimleri; Ben seni eskitir miyim hiç?
Ben seni çok sevdim be gülüm; sana hiç yakışmadı ölüm. Sana öyle yakışmıştı ki Maltepelilik, “Erenlik,” üzerine toz konmamış çocuk yüreği, yoldaş güzelliği, “abi kapsayıcılığı” diyeceğim ama sen onu “yaşlılık” gibi algılama. Sen hiç yaşlanmadın ki be gülüm.
Sana itiraf ediyorum, hayatımda nadiren (mesela Kadir için) yaptığım şeyi yaptım; mendirekten denize götürüp döktüm gözyaşlarımı. Bir martılar tanık oldu; bir tek martılara gösterdim ağlama anlarımı. Denizin tuzuna kattım gözlerimin tuzunu; başka türlü ifade edemedim içimdeki fırtınalı/dalgalı halleri.
Gözün arkada kalmasın Mehmedim
Seni heyecanlandıracak, sıkça olduğu gibi gözlerini dolduracak gelişmeler yaşanıyor; baharla beraber sadece doğa değil gençlik de uyanıyor.
Bugüne kadar kitap okuyan, ders çalışan gençler şimdi meydan okuyor. Çok umut verici bir süreç bu; karşıtlar arasındaki nitelik farkını görünür kılıyor.
Bizim duruşumuzu anlatan tarihsel diyalektiktir; insanlık adına tüm üretimleri ve ileri adımları kapsayan bir kesintisizliktir; her basamağı kendinde ve bütün içinde değerlidir.
Onlarınki yamalı bohçadır; tutrasızlıktır, ileri giden motoru durdurma veya geriye götürme çabasıdır; tarihsel akışa fren oluşturmaktır. İçi dolu dolu akan, bir pusula gibi yön gösteren, anlam kazanarak derinleşen gençlik nehrine “Nihilizm, emperyalizme uşaklık” vb. yakıştırmaları yapmaları, onların kendi açmazlarıdır/paradokslarıdır. Çok sıkıştılar; yalan da çıkar da bir yere kadar iş görüyor. Gerçekliğin ışığı ve gençliğin rüzgarı altında artık hiçbir şey gizlenemiyor.
Hani sevda tarifine benzetirdik ya devrim tarifini; şimdi o tarifi daha inandırıcı, daha dinamik ve daha gerçekçi olarak kılıyor; genç diyalektik. “Şimdi sen olsan” demeyeceğim, senin gözlerinle bakacağım, akan haklılık nehrine ve bir ucu geleceğe dayalı olan kesintisizlik merdivenine.
Bir arkadaşım “Her devrimcinin ölümü güneşin solmasıdır, yıldız kayması değil” demişti ardından. Güzel bir tanım ama senin güneşinin etrafımıza ve içimize yaydığı ışığı karartmamak bize düşüyor; bu da sana sözümüz olsun...
1960 yılında Antakya’da dünyaya geldi. Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi mezunu. Halen çeşitli gazete ve dergilerde yazıyor. Ayrıca Nasıl Yapmalı, Kadın Sevgi Özgürlük, Direniş ve...
1960 yılında Antakya’da dünyaya geldi. Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi mezunu. Halen çeşitli gazete ve dergilerde yazıyor. Ayrıca Nasıl Yapmalı, Kadın Sevgi Özgürlük, Direniş ve Umut Odağı Haziran, Dünyaya ve Ülkeye Sınıfsal Bakış adlı kitapları yayınlandı.
ABD'li şirket 13 bin yıl önde nesli tükenen kurtları yeniden hayata döndürdü. Firmanın mamutları ve dodo kuşlarını da hayata döndürmek için çalışması sürüyor.
ABD merkezli biyoteknoloji şirketi Colossal Biosciences, yaklaşık 13 bin yıl önce nesli tükenen 'korkunç kurtları' (dire wolf) genetik mühendislik teknikleri kullanarak yeniden hayata döndürdüğünü duyurdu. Şirket, Romulus, Remus ve Khaleesi adını verdikleri üç sağlıklı yavru kurt dünyaya getirdi.
Bilim insanları, 13.000 yıllık bir diş ve 72.000 yıllık bir kafatasından elde edilen DNA örneklerini kullanarak, modern gri kurtların genomunu düzenledi ve bu embriyoları evcil bir köpek taşıyıcı anneye yerleştirdi. Sonuç olarak, fiziksel olarak korkunç kurtların özelliklerini taşıyan yavrular doğdu.
Bu gelişme, nesli tükenen türlerin geri getirilmesi ve biyolojik çeşitliliğin korunması açısından önemli bir kilometre taşı olarak görülüyor. Ancak, etik ve ekolojik sonuçları konusunda da çeşitli tartışmalara yol açıyor.
Firmanın Dodo kuşu ve yünlü mamutları yeniden hayata döndürmek için de çalışma yürüttüğü biliniyor.