Suruç’ta oğlu Vatan’ı kaybeden Murat Budak, "Patlamanın ardından Mahir Kaynak, 'Bu tür eylemler devletin bilgisi olmadan yapılmaz' diyor. Ben daha ne diyebilirim?” diye soruyor.
“Temmuz denilince ruhuma sadece acı ve öfke geliyor. Beş yıldır çocuğumuzun acısını hissetmediğim tek bir gün yok. Oğlum Vatan… Suruç’ta canlı bomba saldırısıyla öldürüldü. Sadece Kobanêli çocuklara oyuncak götürmek istiyordu. Oğlum gibi 33 canı öldürdüler. Nasıl acı olmasın yüreğimde?”
Murat Budak, 20 Temmuz 2015’te canlı bomba saldırısı sonucu Suruç’ta ölen oğlu Vatan’a dair hislerini böyle paylaşıyor.
Bundan beş yıl önceydi, tam da bugün.
Üniversite öğrencisi Aydan Ezgi Şalcı, “Gelin yarını hep birlikte ilmek ilmek örelim” dedi, Samsun’dan Suruç’a gitti. 19 yaşındaydı.
İnşaat işçisi İsmet Şeker, oğlu Mustafa Kobanê'de yaşamını kaybetmişti, Kobanê'nin bir avuç toprağını oğlunun mezarına serpmek ve Kobanê’ye hastane yapmak niyetiyle İstanbul’dan Suruç’a gitti. 65 yaşındaydı.
CHP üyesi Nazegül Boyraz, “Gençlere kek börek yaparım” dedi, İstanbul’dan Suruç' a gitti. 55 yaşındaydı.
Polen Ünlü, Hatice Ezgi Saadet, Çağdaş Aydın, Murat Yurtgül, Duygu Tuna... Tam 33 kişi…
“Hiçbir düş yarım kalmayacak” dediler, Kobanêli çocuklara oyuncak götürmek için Suruç’a gittiler.
Amara Kültür Merkezi’nin önünde basın açıklaması yapmak için toplandıllar, açıklamayı yaptılar ki canlı bomba saldırısı gerçekleşti.. Çoğunluğu Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi, 33 kişi yaşamını kaybetti.
Katliam, “IŞİD”in saldırılarından biri olarak Türkiye’nin “karanlık” tarihindeki yerini aldı. Suruç’ta yaşamını kaybedenler “33 düş yolcusu” olarak anılmaya başlandı.
“33 düş yolcusu”nun Kobanêli çocuklara götürmek istediği oyuncaklar Kobanê'ye ulaştırılırken, yakınları Suruç Aileleri İnisiyafiti’ni kurdu.
“Azad Welat….”
İnisiyatif’ten Murat Budak'la oğlu Vatan'a dair konuşmak için İstiklal Caddesi'nde bir araya geliyoruz. Katliamla oğlunu kaybetmiş bir babaya ne ben soru sorabiliyorum ne o konuşabiliyor. Havada derin bir yas asılı.
Söyleşiye, "Sizi tanıyalım" diye başlıyorum...
"Biz, İstanbul’da Gaziosmanpaşa’da oturuyoruz. Ben sosyalist bir kişiyim. Çocuklarımızı da öyle yetiştirdik. Aslında çocuklarımız da kendilerini öyle yetiştirdi. İki oğlum var. Vatan ilk, Özgür ikinci oğlum. Vatan doğduğunda adını 'Welat' koymak istedik.
"Bir çocuğumuz da olursa adını 'Azad' koyacaktık. Bizim sloganımızdı; 'Azad Welat*' Zamanın koşulları uygun olmadı. Welat ismini yazdırmak için Nüfus Müdürlüğü’ne gittiğimde, görevli, 'Çocuğun adını Welat koymayın, okulda ve hayatta çok sorun yaşar' dedi. Biz de ilk oğlumun adını Vatan koyduk. 93 yılıydı. O günden bugüne pek bir şey değişmedi. Welat diyemediğimiz oğlum Vatan, Suruç’ta katledildi...."
Suruç Katliamı
"Temmuz ayını hiç sevmiyorum. Bir an önce bitsin istiyorum" diyor derin bir nefes alıyor. Gözlerine bakmak istemiyorum, sorularımı nasıl formüle edebilirim de gencecik bir evladını çok korkunç bir saldırı ile kaybetmiş babaya doğru soruları iletebilirim diye düşünüyorum.
Sanki beni anlıyor, anlatmaya devam ediyor:
"Acı ve öfke hissediyorum sadece. Beş yıldır acımız aynı. Acı bir tarafa, bize onur da veriyor. İnsanlar doğar, yaşar, ölür. Önemli olan yüz yıl yaşamak değil, onurlu bir şekilde ölmek. Benim oğlum çocuklara oyuncak götürmek isterken öldürüldü. Vatan bize bir onur bıraktı; 33 çocuğumuz da hepsi aynıydı..."
Vatan, Welat…
"Vatan'ı merak ediyorum, nasıl bir insandı?" diye soruyorum. Önce gülümsüyor, uzaklara dalıyor:
"Vatan değerli bir insandı" diyor. Vatan'ın başka çocuklara yardım etmek için hayatlarını ortaya koyan bir genç olduğunu söylüyor ve bunun herkesin harcı olmadığı vurgusu yapıyor birkaç kez...
Vatan'ın insani yönlerini de kendi aralarında bir espriye dönen bir anıyla anlatıyor:
"Bolu İzzet Baysal Üniversitesi elektrik-elektronik bölümünü kazanmıştı. Bolu Ülkücülerin, cemaatin yoğun olduğu bir il. Başka şansımız yoktu, onu cemaatin yurtlarından birine gönderdik. İkinci dönem yurda alınmadı, kapıda kaldı. Ben gittim, müdürle konuştum. Bana şöyle dedi: (Bizim yurdumuzdaki kurallara uymuyor, camiye gelmiyor, biz onu hiçbir şekilde değiştiremiyoruz, o beş genci daha da bulmuş, değiştirmiş. Biz kendi düşüncemize göre insan yetiştirmek istiyoruz, onu alamayız.”
"Aslında Suruç’a gitmemesi için çok nedeni vardı" dediğinde Vatan'a dair özlemini hissediyorum, çünkü aslında hep ondan söz etmek istiyor.
"Bir kere resmi dairede çalışıyordu. Hatta döndüklerinde dikey geçiş sınavına girecekti, yetişemezsin diye uyardığımda 'Ben yaparım' dedi. Öyle bir insandı, çocuklar ve adalet-eşitlik mücadelesi onun için her şeyden önce geliyordu..."
Fotoğraf çektirmeyi hiç sevmediğini anlattığı Vatan'la en çok da birlikte çok fotoğrafı olmadığı için kızgın, yaşanamayanlara..
“Telefon etseydim belki hayatta olacaktı”
Belli ki kafasında hep 20 Temmuz 2015 günü var. O güne gidiyor..
"Suruç’la ilgili kafamda olan ve içimi acıtan şey şu: 20 Temmuz günü 11.45 gibi telefonu elime aldım, onu arayacaktım. Arkadaşlarıyladır rahatsız etmeyeyim diye aramadım. Zaten basın açıklaması için Amara Kültür Merkezi’in önündelermiş. Arasaydım belki de telefonla konuşmak için oradan uzaklaşacaktı, patlamadan hafif kurtulabilecekti" diyor. "Belki.." diyor, "belki..."
Dava süreci
"Gerçek bir dava süreci işliyor mu sizce?" diye soruyorum. Madımak Katliamı'nı, Ankara Katliamı'nı hatırlatıyor, adalete umudu yok ama adalet için mücadele etme gücüne umudu tam. "Ben bu ülkede bu adalet anlayışından hiçbir şey çıkmasını beklemiyorum" diyor.
"Tabii biz adalet mücadelesini sonuna kadar vereceğiz. Katillerin yargılanması önemli ama esas tepedekilerin de hesap vermesi gerekiyor. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu 'Kasım 2015-Haziran 2015 arasında olanları açıklarsam yer yerinden oynar' gibi bir cümle kurdu. Onun da yargılanmasını ve konuşmasını istiyorum.
"Patlamanın ardından MİT’çi Mahir Kaynak ne dedi, 'Bu tür eylemler devletin bilgisi olmadan yapılmaz' dedi. Ben daha ne diyebilirim?
Vatan’dan sonrası
Konu yine oğlu Vatan'a geliyor. Vatan'dan sonra hayatı "bitti" olarak tanımlıyor. Özellikle Vatan'ın 17 yaşında olan kardeşi Özgür'ü hayatta tutundurmaya çalıştıklarını, birbirininden hiç ayrılmayan iki kardeşten Özgür'e güç vermeye çalıştıklarını anlatıyor.
"Bizim için çok büyük acı, kardeşi de çok fazla etkilendi. 17 yaşında, düşünsenize, hiç ayrılmazlardı. Onu hayata tutundurmaya çalışıyoruz; çok zor yani. Bizi ayakta tutan Vatan’ın verdiği onur. Annesi ilk zamanlar çok dağınıktı ama Vatan’ın arkadaşlarını görünce kendisine geliyor. Gençler umudumuz..."
“Onlar bizim düş yolcularımız”
Ölüme öfkesi var ama hayata dair umudu da bitmiş değil.. Son olarak şöyle diyor:
"Ben öleceğim belki bir sene sonra kimse hatırlamayacak, 33 düş yolcusu dünya döndükçe hatırlanacak.. Suruç Türkiye’nin daha iyi bir yere gitmesine vesile olacaktı, onun önüne geçtiler maalesef.
"Vatan ve diğer çocuklarımızın hepsinin oraya gitmesinin bir amacı vardı. Hepsi insanlık için gittiler.. Onları anlatmaya devam edeceğiz, unutmayacağız…"
Ne olmuştu?
20 Temmuz 2015’te, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun (SGDF) çağrısıyla, Kobanê’ye oyuncak ve insani yardım malzemeleri götürmek için Suruç’ta olan 300 genç, konakladıkları Amara Kültür Merkezi’nde basın açıklaması yaptıkları sırada intihar saldırısı gerçekleşti.
Meydana gelen patlamada 33 kişi ve saldırgan hayatını kaybetti.
Saldırıda ölenlerin isimleri: Koray Çapoğlu, Cebrail Günebakan, Hatice Ezgi Sadet, Uğur Özkan, Nartan Kılıç, Veysel Özdemir, Nazegül Boyraz, Kasım Deprem, Alper Sapan, Cemil Yıldız, Okan Pirinç, Ferdane Kılıç, Yunus Emre Şen, Çağdaş Aydın, Alican Vural, Osman Çiçek, Mücahit Erol, Medali Barutçu, Aydan Ezgi Salcı, Nazlı Akyürek, Serhat Devrim, Ece Dinç, Emrullah Akhamur, Murat Yurtgül, Erdal Bozkurt, İsmet Şeker, Süleyman Aksu, Büşra Mete, Duygu Tuna, Polen Ünlü, Nuray Koçan, Vatan Budak, Mert Cömert.
Bombalı saldırıyı gerçekleştiren kişinin, Şeyh Abdurrahman Alagöz olduğu belirlendi.
Saldırıyla ilgili soruşturmaya 23 Temmuz 2015’te “dosya içerisinde bulunulan belgelerin incelenmesinin soruşturmanın amacını tehlikeye düşüreceği” gerekçesiyle gizlilik kararı getirildi.
Dava süreci
Urfa Cumhuriyet Başsavcılığı'nın katliamın üzerinden 18 ay geçtikten sonra hazırladığı iddianamede, biri tutuklu üç sanık hakkında 104'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi.
Sanıklardan Yakup Şahin, Ankara Tren Garı patlaması şüphelisi olarak tutukluydu. Diğer sanıklar Deniz Büyükçelebi ve İlhami Ballı ise iddianameye göre, Suriye'de.
Suruç Katliamı'yla ilgili dava, olaydan 21 ay sonra, 4 Mayıs 2017'de Hilvan'daki Urfa Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü'nün içerisindeki Urfa 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı. Firari olmayan tek sanık duruşmaya katılmadı.
Katliama ilişkin, 9 Ocak 2017'de görülen kamu görevlilerinin yargılandığı davada, dönemin ilçe emniyet müdürü Mehmet Yapalıal'a "görevi ihmal ve kötüye kullanma" suçundan 7 bin 500 TL para cezası verildi, ceza 12 takside bölündü.
Kamu görevlilerinin yargılandığı ikinci davada ise sanık olarak iki polis var. Polisler Suruç Asliye Ceza Mahkemesin'de "görevi kötüye kullanma" suçundan yargılanıyor.
(EMK)
Fotoğraflar: Gazete Karınca, ETHA, Evrim Kepenek/bianet
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de...
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Journo ve sektör dergileri için yazılar yazdı, haberleri yayınlandı. Hemşin kültür dergisi GOR’un kurucu yazarlarından. Yeşilden Maviye Karadenizden Kadın Portreleri, Sırtında Sepeti, Medya ve Yalanlar isimli kitaplara katkı sundu. Musa Anter Gazetecilik (2011) ve Türkiye Psikiyatri Derneği (2024) en iyi haber ödülü sahibi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu kurucularından. Sendikanın İstanbul Şubesi yöneticilerinden (2023-2027). İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ve cinsiyet temelli şiddet haberciliği alanında atölyeler düzenliyor. Şubat 2025'den bu yana kadın haberleri editörü olarak çalışıyor.
Akademisyen Özge Öner'e İsveç'ten 'İnsani Çiçeklenme Ödülü’
Ülkenin önde gelen düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü'nün verdiği ödüle, ‘insan refahını teşvik eden’ entelektüel çalışmaların sahipleri layık görülüyor.
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Doçenti ve Oksijen yazarı Dr. Özge Öner, İsveç'in saygın düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü tarafından verilen "İnsani Çiçeklenme Ödülü"ne layık görüldü.
Ratio Enstitüsü’nün, insan refahını artırmaya yönelik entelektüel katkıları onurlandırmak amacıyla verdiği bu prestijli ödül, bu yıl Öner’e takdim edildi.Ödülü, 2022 yılında bu ödülü ilk kez alan kurumsal iktisat profesörü Niclas Berggren’in elinden alan Öner için Berggren şöyle dedi:
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
2008 yılında Marmara Üniversitesi’nden iktisat lisans diplomasıyla mezun olan Öner, yüksek lisans ve doktora eğitimini İsveç’teki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamladı. 2014 yılında "Retail Location" başlıklı doktora tezini sundu. Mekânsal iktisat alanındaki bu çalışması, akademik kariyerinin temel taşlarından biri oldu.
Bu alanda Jönköping’de çeşitli akademik kurumlarda görev alan Öner, 2018 yılından bu yana Cambridge Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor. Uzun yıllar İsveç’in önde gelen gazetelerinden Svenska Dagbladet’te köşe yazarlığı yapan Öner, Mart 2024’ten bu yana Oksijen gazetesinde yazıyor.
Ne kahraman ne kurtarıcı: Bir hekim, bir aydın, bir hak savunucusu
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak.
Özen B. Demir ve Onur Erden’in “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım” söyleşisi, Dr. Selim Ölçer’in mütevazı, renkli, samimi, içten ve sahici kişiliğiyle bizi tanıştırıyor. Biyografi kitabı, akıcı ve sohbet havasında, nehir söyleşisi tarzında hazırlanmış; sürükleyici ve bir çırpıda okunacak bir kitap.
Kitapta ayrıca Şükrü Hatun ve Selçuk Mızraklı’nın sunuş yazıları ile Vecdi Erbay’ın İMC TV’de Diyarbakır Söyleşileri kapsamında 2013 yılında yaptığı söyleşi de yer alıyor.
Aile geçmişi ve politik bilincin oluşumu
Selim Ölçer, varlıklı bir aileden gelir. Annesinin ailesi bir tarafı toprak ağası, diğer tarafı şıh kökenlidir. Babası Adalet Partisi taraftarı; eve giren tek gazete Tercüman. Dindar bir ailede büyüyen Ölçer, ilkokul ve ortaokul yıllarında sağlam bir dini eğitim alır; Kur’an ve hadis okur, Ayet-el Kürsi’yi ezbere okuduğunu dile getirir.
Mehmet Ali Aybar Aybar’lı tarihi Türkiye İşçi Partisi (TİP), Mehdi Zana, Tarık Ziya Ekinci sayesinde Diyarbakır’da örgütlüdür. Selim Ölçer’in politik bilinci de TİP sayesinde şekillenir. İlk Doğu mitingi Silvan’da yapılır. Mehmet Ali Aybar’ın “Siz Kürt’sünüz, onun için eziliyorsunuz” sözü, Kürt kimliğinin oluşmasında etkili olur.
Anadili kişinin onurudur. “Kürtçe bilim dili değildir” savlarına karşın, anadilini tanıma, anadilde sağlık hizmeti sunma gibi gerekçelerle Mezopotamya Vakfı’nın kurulmasında ve Mezopotamya Tıp Kongresi’nin düzenlenmesinde aktif yer alır. Kürtlerin, “Başın sıkışırsa sırtını ya sağlam bir arkadaşa ver ya da dağlara,” deyişine uygun bir yaşam sürer. Gerek hekimlik pratiğinde, gerek insan hakları mücadelesinde…
Selim Ölçer’in akrabası olan Yusuf Azizoğlu (1917-1970) Silvan Belediye Başkanlığı, milletvekili, Sağlık Bakanlığı yapmıştır. Silvan’ın yetiştirdiği ilk hekimdir. Sonrasında Selim Ölçer gelir. Pek bilinmez ama sosyalizasyonun uygulayıcılarındandır. Onun Sağlık Bakanlığı (1962-1963) döneminde uygulanmıştır. Azizoğlu’nun müsteşarı olarak çalışan Nusret Hoca (Fişek), anılarında onu dürüst bir devlet adamı olarak anlatır.
Silvan, Ermeni yoğunluğunun olduğu bir ilçe. Bölgede birçok Ermeni köyü vardır. Orada bir şekilde kalmayı başaran, koruma altına alınanlar, yıllarca kimliklerini gizlerler. Nüfus cüzdanlarından İslam yazar. Silvan’da uzun yıllar kent sineması olarak kullanılan yapı, Ermeni cemaatine ait bir kilisedir. 1988 yılında camiye dönüştürülmüş. Bölgede birçok zanaat (dokumacılık, şalcılık), ticaret ve bağcılıkla uğraşırlar. Selim Ölçer’in annesinden dinlediği anekdot, 1915 olaylarını tüm çıplaklığıyla göstermesi açısından önemlidir: “1915’de Ali amcan Muş bölgesinde askerlik yaptı. Oradaki Ermeni köylerini yakarken, ertesi gün askerliği bitiyor. Son akşam gelmiş artık. Saat beşte askerlik bitecek. Son köyü yakarken orada bir kız çocuğuna rastlıyor, bir kız çocuğuna. Komutanına gidip diyor ki, ‘Benim kızım yok, izin verirsen ben bunu öldürmeyeyim, alıp götüreyim kendimle.’ Kimseye anlatmamak kaydıyla onaylıyor komutan…”
Özen B. Demir ve Onur Erden, Dr. Selim Ölçer: “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2025, 272 sayfa.
Eğitim ve meslek yolculuğu
Selim Ölçer henüz 14 yaşında (1962) ayrılır Silvan’dan. Lise, tıbbiye ve uzmanlık eğitimi Ankara’da. Diyarbakırlı olduğu kadar Ankaralı. Dostluğa, barışa, demokrasiye inanan bir Kürt aydınıdır. Siyasi, mesleki mücadelesi Ankara’da. 68 kuşağından. Tıbbiye’de 1970’lerde Fikir Kulübü Başkanlığı yapar. Faşistlerin, dönemin Ülkü Ocakları Başkanı ve Osman Durmuş’un (1999-2002 Sağlık Bakanı) içinde olduğu bir grubun, Ankara Tıp Fakültesi Morfoloji binasına basarak Selim Ölçer’i bir kamyonete bindirip kaçırma hikâyesi var. 60’lardan 2000’lere kadar Ankara. 2000 sonrası tekrar Diyarbakır.
“Sempatizanlık ve aidiyet” olarak kendisini 68 kuşağı içinde 68’in devrimcisi olarak tanımlar. “Öyle yüksek teorik donanımı olan, militanlık yapan bir sosyalist olmadım,” diyerek de ilave eder. Kendisini sosyalizme hayranlık duyan, yönelimi olan, sol değerlere bağlı birisi olarak ifade eder. 68 kuşağı içinde yer almıştır ama 12 Eylül öncesi 78’in militan, örgütlü mücadelesi içinde yer almamıştır. 1977-80 KBB ihtisas dönemi, 1980-84 aynı klinikte şef muavini olduğu, mesleki konularda yetkinleşmeye yoğunlaştığı dönemdir.
Mesleğinde başarılı bir hekimdir. Açık rinoplasti denilen ameliyatı ilk kez kendisinin getirdiğini söyler. 1987 yılında Yugoslavya Zagreb’de bu ameliyatı öğrendiğini, sonra Türkiye’ye getirdiğini ifade eder. Meslek yaşamında hekim olarak yoksulun yanında yer almıştır. 2000’li yıllardan sonra döndüğü Diyarbakır’da açlık sınırında yaşayan yoksul insanlara yardım için kurulan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği kurucuları arasında yer alır. Dernek 2016 yılında kapatılır. “Terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlaması ile yargılandığı dava şu an Yargıtay’dadır.
Genellemelerden kaçınmak gerektiğini bilerek yazıyorum. Doğu toplumlarında duygusallığın öne çıktığını, peşinden sürüklendikleri “kahramanları, liderleri, önderleri” olduğunu söylesek çok da hatalı yargıda bulunmuş olmayız. Bu anlamda Batı toplumları daha rasyoneldir. Bir Kürt aydını olarak Selim Ölçer de, “Ben ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanırım kardeşim. İnanmam. Bizler belki toplumun şöyle veya böyle önderleri olabiliriz, ufak tefek liderleri olabiliriz. Ama toplumun kahramanı, kurtarıcısı, bilmem nesi değiliz,” derken Batılı bir zihin dünyasını görüyoruz. Her ne kadar kendisi abiliği kabul etmese de, o Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarihinde saygın bir yeri olan abilerimizdendir.
Öbür yandan memleketi olan, çok kültürlü, çok kimlikli kadim şehir Diyarbekir’ın kültürel kodlarında da abilik vardır. Şair-yazar Veysel Öngören (1931-98), eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana (1940-…), yazar, siyasetçi, hekim Tarık Ziya Ekinci (1934-2024) hekim Mahmut Ortakaya (1938-…), gazeteci, şair Ahmet Arif (1923-91) bunlardan sadece birkaçıdır. O, klasik sol jargondaki şeflik, abilik kültürüne uzaktır. Başkanlık kültürüne, kurtarıcılık anlayışına yatkın değildir. Bu nedenle ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanır. Ama şurası bir gerçektir ki hekim hareketinde; 1986-90 Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı, 1990-95 TTB-MK Başkanı olarak yönetsel sorumluluklar üstlenmiş, TTB tarihinde bir döneme (1980-2000) damgasını vurmuştur. Övgüye ihtiyacı olmasa da, isminin anılması yakın tarih açısından önemlidir. Bu anlamda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun son dönem genel kurul konuşmalarıyla ilgili bir anekdotu kendisinden dinleyelim: “Her kongrede kalkar, Nusret Hoca’yı (Fişek) över, ‘Erdal Atabek şöyle yaptı’ der. Ata Soyer’leri zikreder… Bir tek defa bile ağzına almaz ismimi… Bu niye zor mesele?”
TTB ve ATO’da iz bırakan dönem
Ortak aklı öne çıkartan, katılımcılığı önemseyen, ortak üretme kültürüne yatkın birisi olarak, bir başkandan çok orkestra şefi gibi ATO’da ve TTB’de yönetsel görevler üstlenmiştir. Dostluğu, yoldaşlığı, birlikte bir şeyleri kurtarmayı önemser. Muhabbet adamıdır. Döneminde hekim mücadelesinde büyük işler başarılmıştır. Ama o, mütevazılığı elden bırakmaz.
80 sonrası ilk memur eylemi, 12 Eylül darbesine karşı ilk çıkış, hekimlerde ilk uyanış, ilk hekim hareketi, beyaz eylemler; onun ATO Başkanlığı döneminde hekimlerin oda çevresinde örgütlenmesiyle olmuştur. Muayene hekimleri bile bu eylemlere katılmıştır. Bakanlık önünde beyaz önlük atmalar, hastanelerde toplu nöbetler, sessiz yürüyüşler (1988)… 90 yıllarda eylem otobüsü ile Numune Hastanesi’nin önüne girmeleri, o dönemi yaşayanlar için hâlâ hafızalardadır. Dinamik, etiğe, sendikalaşmaya, demokrasiye ve insan haklarına sıcak bakan bir TTB’yi güçlü bir ekip olarak birlikte yaratmışlardır.
İskender Sayek’in katkılarıyla ilk kredilendirme kurulu kurulmuştur. Toplum ve Hekim daha canlı hale getirilmiş, Tıp Dünyası yayına başlamış, STED (Sürekli Tıp Eğitim Dergisi) çıkarılmıştır. UDEK (Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu) kurulmuştur. Katılımcılık ve kitleselleşme adına GYK, kol ve komisyonların kurulması, var olan komisyonların aktifleştirilmesi bu dönemdedir. Hekim mücadelesini insan hakları mücadelesinden ayrı düşünmemiştir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) kuruluş süreçlerinde yer almıştır.
*Dr. Selim Ölçer (Fotoğraf: TTB/X)
O, meslek odası çalışmalarında dinamik siyaset ile meslek aktivizmini dengelemiştir. Politik ama politize olmayan bir TTB’nin yaratılmasında katkıları büyüktür. Her olayda “hekimler bu işe ne der?” sorusunu aklından çıkarmamıştır. Nusret Hoca’ya olan saygısını, sevgisini her daim ifade eder. Selim Abi ve o döneme damgasını vuran herkesin söylediği “Nusret Hoca TTB’nin çok önünde bir insan” olmasıdır. Bir generalin oğludur ama gerek 12 Mart’ta gerek 12 Eylül’de darbecilere karşı durmuştur. Sosyalizasyonun mimarı, duayen bir hekim olarak idam cezasına ve işkenceye karşı tutumundan dolayı yargılanmıştır (1985).
Selim Ölçer; mecburi hizmet, uzmanlık ve meslek yaşamında onun öğretileriyle hekimlik yaptığını söyleyerek ona olan saygısında kusur etmez. 1986-90 yıllarında ATO çevresinde “çağdaş hekimler” olarak örgütlenen, daha mücadeleci, dinamik bir ekip ED-TTB’nin (Etkin Demokratik TTB / 1990) nüvesini oluştururlar. Ata Soyer’in mizahi anlatımıyla ekip; 68’den arta kalan, 78’den ucuz yırtan, 80 sonrası mezun olup hekimlik yapmak isteyenlerdir. “Nasıl bir TTB tartışmasına giriş” başlığı altında bir metinle ilkelerini, çizgilerini, yaklaşımlarını ortaya koyarlar. Nusret Hoca başkanlığındaki mevcut yönetim “Gerçekler bilinmeden hayal bile kurulamaz” adlı bir metinle tartışmaya katılır. Daha genç ve dinamik olan Selim Ölçer ekibi bir heyet oluşturarak (Selim Ölçer, Şükrü Hatun, Okan Akhan, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Recep Akdur) “Sensiz bir şey yapmak istemiyoruz, lütfen beraber girelim listeye” diyerek hocanın evine kadar gidip ikna etmek için çaba gösterirler. Nusret Hoca “Ben sizinle ortak programa girmem, ben sokak politikacılarıyla çalışmam” diyerek ayrı listeyle seçime girer. Sonuçta 7 kişilik TTB-MK’ye; Nusret Hoca’nın listesinden kendisi ve oğlu Gürhan Fişek, diğer listeden Selim Ölçer, Recep Akdur, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Ata Soyer girer.
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak. Yakın tarihi yazmak, bir noktada yakın gelecekle konuşmaktır. Bu hafızayı ortaya çıkardıkları ve akıcı bir nehir söyleşisi gerçekleştirdikleri için Özen Demir ve Onur Erden’e teşekkürler. Kaleminize sağlık.
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek...
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı, 2018 yılı Okan Üniversitesi Sağlık Yönetimi Yüksek Lisansı mezunu. 2020 yılında Mersin Barosundan avukatlık ruhsatı aldı. Aktif avukatlık yapmadı. 1998-2008 yılları arasında Mersin Tabip Odasında 4 dönem yönetim kurullarında yönetsel sorumluluklar aldı. 2020-24 TTB-Yüksek Onur Kurulu üyesidir. “TTB’ye Adanmış Bir Ömür: Dr Mahmut Ortakaya” kitabının yazarı.