Talebi durdurmak. Sürekli tüketim çılgınlığının beslendiği bir dünyada sanılandan daha fazla anlam içeriyor. Her şeyin metalaştığı bir dünyada tüketim kültürünün, dolayısıyla sermayenin boyunduruğu altındaki insanın ortaya bir irade koyarak içinde bulunduğu yabancılaşma perdesini aralıyor. Değiştirme gücünü, paylaşımı, insansal özü geliştiriyor. Tek başına bir belirleyiciliği olmasa, pasif bir yönelim olsa ve asıl belirleyici üretimden gelen güç olsa da; bu tüketim çılgınlığı ortasında boykotun dünya çapında gündeme gelmesi hafife alınacak bir olay değil.
Kendi emeğine yabancılaşan insanlar borç içinde yüzerken bile bu tüketim ağının bir parçası olduğunda, tekeller her türlü aşağılamayı ve kitlelerin aleyhine olan her politikayı pervasızca savunuyor. Bunda şaşıracak bir durum yok. İşin doğası bu. Burada aslında en basit boykot çalışmasında bile bunun böyle olamayacağını göstermiş oluyor emekçi kitleler. Tanınmış kişilerden büyük firmalara herkes şöyle bir durup düşünmek, en azından kitleler önünde geri adım atmak zorunda kalıyorlar. 2010’larda İsrail’e karşı başlatılan kültürel boykot dünya çapında büyük yankı uyandırdı. “Dev” organizasyonlar iptal edilmek zorunda kalındı. Yazarların, sanatçıların politik konulara duyarsız kalma lüksünün olmadığı gösterildi. Ben ise boykot olayını, özellikle kültürel boykotu farklı bir yönüyle değerlendirmek istiyorum. Bu bir rol çalma değildir. Benim, ayrımcılığa karşı kesişimsel boykot gibi bir hayalim var. Hem de dünya çapında. En azından kültürel boykot. Tabii boykotu bir araç olarak gördüğümün altını çizeyim.
Sağlamcı içerik barındıran sitelerin boykotu
Mesela sağlamcı ve ayrımcı içerik barındıran sitelerin boykot edilmesi. Özellikle rap alanında ortaya çıkan cinsiyetçi, sağlamcı, ırkçı ve fobik sözler içeren şarkıların boykot edilmesi, gençlerin bu konularda bilinçlenmesinin önünü açabilir. Engelliliğin istismarı çok yaygın. Hatta bazı tanınmış kişiler, kendi işlerinden çok bu tür duygusal istismarlar üzerinden gündeme geliyor. Mesela yıllar önce “hayırseverliğiyle” ünlü bir rock müzisyeni, kör bir genç kadınla dans etme lütfunda bulunmuştu. Bunu da bir Yeşilçam edasıyla sosyal medya hesabından paylaşarak günlük dua ve övgü ihtiyacını karşılamıştı. Bir avuç aktivistin itirazları, popülizmin öğütücü boşluğunda kaybolmuştu. Nasıl kaybolmasındı? Sağlamcılık, sakatların bile en ince zerresine işlemişti. Hatta sağlamcılar değil, sağlamcılığa tepki gösterenler daha çok eleştirilmişti.
Bu devran böyle sürdükçe ne hak arama bilinci gelişti, ne de dişe dokunur bir hak kazanımı oldu. Yeti çeşitliliklerimiz birilerinin geçim kaynağı oldu. Ama bir engelli örgütü şöyle bir boykot başlatsa: “Erişilebilir olmayan sinema platformlarını boykot ediyoruz!” Elbette bu da caydırıcı olmaz; ama toplum bunu sahiplenip boykota katılırsa çok şey değişir. Aynı şekilde, cinsel yönelimi nedeniyle bir oyuncunun proje dışı bırakılmasına karşı da bir boykot örülebilir. Bu sansüre sadece LGBTİ+ ve kadın örgütleri değil; tüm ezilenler ortak tepki gösterse çok şey değişmez mi? Cinsiyetçi, sağlamcı, ırkçı ve fobik söylemlerde ısrar edenler, kitlesel bir tepki sonunda bu tutumlarına ne kadar devam edebilir?
Evet boykot bir amaç olmamalı. Kişisel bir intikam aracı da olmamalı; ama tepkisizlikten yeğdir ve birilerinin rahatça istediğini yapmasının önüne geçebilir. Milyonlarca takipçisi olan kibir abidelerinin sosyal medya hesaplarını bile kapatıp gittiğine tanık olmadık mı? Aşağılandığımız şeyi kabul etmemek en insani hakkımız. Hayat bizi ayrımcılıkların olmadığı bir yaşama zorluyor. Şimdi hep birlikte umuda tutunup yürüme zamanı. Bir parça umudu çoktan hak ettik değil mi? (BS/TY)