Sayıştay Raporu: Sağlık Bakanlığı Hastaneleri İflas mı Ediyor?
Sayıştay’ın 2015 yılı Düzenlilik Denetim Raporu, AKP'nin sağlıkta dönüşüm programıyla Kamu Hastane Birlikleri adı altında işletmeye dönüştürdüğü Sağlık Bakanlığı hastanelerinin finansal olarak sürdürülebilirliklerinin olmadığını ortaya çıkardı.
Sağlık Bakanlığı’nın “kürek çeken değil dümen tutan” olacağı iddiası ile döner sermaye ile döndürdüğü, özel sağlık sektörü ile rekabete açtığını iddia ettiği kamu hastanelerinin“esasen ortada döndürülen bir sermaye olmadığı, mali gücünün yetersizliği, çok ciddi bir borç yükü altında olduğu ve kısa vadeli borçlarını karşılayamaz durumda olduğu’’ Sayıştay Raporu ile tespit edildi.
T.C. Sayıştay Başkanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna Bağlı Döner Sermaye İşletmeleri 2015 Yılı Düzenlilik Denetim Raporunda:
Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu için yapılan denetlemede yıllara göre likidite oranları*, finansal oranlardan kaldıraç oranı**, finansman oranı*** ve öz sermaye oranına**** bakılmak suretiyle sağlık tesislerinin aktiflerinin kısa ve uzun vadeli kaynaklar ile karşılanma durumu ve mali gücünün yüksekliği incelendi. Özetle bu sağlık tesislerinin mali yapısı ile kârlılık ve çalışma durumu hakkında aşağıdaki sonuçlara ulaşıldı:
Sağlık Tesislerinin;
Likit (kısa vadeli nakit akışı) durumlarının yetersiz olduğu,
Kısa vadeli ödenmesi gereken borçlarını ödeme gücünün yetersiz olduğu,
Çok ciddi bir borç yükü altında olduğu,
Mali bağımsızlığının düşük olduğu ve bu nedenle öz kaynak yetersizliğinden dolayı ileride borç baskısı ile karşılaşabileceği,
Kısa vadeli yabancı kaynaklar (borçlar) artarken, öz kaynaklarında önemli ölçüde azalma olması ile kaynak yapısında ciddi anlamda sorunlar olduğu ve finansal açıdan risklerle karşı karşıya kalındığı,
Faaliyet (çalışma) durumu açısından etkin olmadıkları,
Yaptıkları iş ve işlemler sonucunda zarar ettikleri,
Mali durum ve işletme açısından yıllar itibariyle daha da kötüye gittiği,
Döner sermaye olarak faaliyet gösteren sağlık tesisleri için esasen ortada döndürülen bir sermaye olmadığı kanaat ve sonucuna varıldığı bildirilmektedir.
Kamu idaresi ise cevabında; bulguların doğru olduğunu kabul etmiş, başlıca gerekçe olarak;
Genel Sağlık Sigortası kapsamında bulunanlara Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) hükümleri doğrultusunda sunulan hizmetlerin bedellerinin Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonunca belirlendiği ve girdi maliyetlerindeki artışa rağmen geri ödemede esas alınan SUT fiyatlarının büyük ölçüde sabit kalması,
Giderlerinin yaklaşık yüzde 75’inin ödemede önceliği bulunan sabit giderlerinden oluşması,
Ekonomiye yön verenlerce hedeflenen borçlanma tutarları nedeniyle değişken giderlerine yönelik olarak borç vadelerinin uzaması,
Uzun yıllardır SUT fiyatlarında artış olmamasına karşın tahakkukların bu fiyatlar üzerinden oluşturulması,
Üst yüklenici olarak değerlendirildiği için kıdem tazminatlarının sorumluluğunu alması,
Artan nöbet ücretlerini döner sermaye kaynaklarından karşılamakta zorlanması,
Göç krizi nedeniyle milyonlarca geçici koruma altına alınanlara hizmet verilmeye başlanması,
Yıllar itibarıyla puan başı gelirin azalması ile paket ve ücretsiz hizmet kapsamlarının genişlemesi gibi nedenlerle de borç ödeme gücünde yetersizlikler oluşabileceği,
Afiliasyonlarla birlikte üniversitelerin gider artırıcı unsurlarına da destek vermeye çalıştığı gerekçeler arasında sayılmıştır.
Sonuç olarak;
1- Sağlık hizmetinin kamu hizmeti olarak sunumuna son verilerek Sağlık Bakanlığı hastanelerini Kamu Hastane Birlikleri adı altında döner sermaye işletmesine dönüştüren uygulamanın hüsranla sonuçlandığı ve raporda özetle belirtilen “Sağlık tesislerinin mali gücünün yetersizliği, çok ciddi bir borç yükü altında ve kısa vadeli borçlarını karşılayamaz durumda olduğu” tespiti ile sağlık işletmeleri politikasının iflas ettiği ortaya çıkmıştır.
Sağlık hizmeti niteliği gereği kâr veya “verimlilik” beklentisi ile kurgulanamaz. Sağlık hizmetlerinin etkin sunumu, toplumsal gelişmenin en temel öğelerinden birisini oluşturur. Hizmet sunumunda etkinliğin sağlanmasında öncelik sağlık hizmetlerinin önce niteliğini ve daha sonra niceliğini arttırmaktır.Bu bağlamda devletin kamusal niteliği olan bu hizmetleri desteklemesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
2- Raporda kamu idaresinin “Hükümet politikalarının dikkate alınarak Sosyal Güvenlik Kurumu ve Maliye Bakanlığı yetkilileri ile birlikte yeniden değerlendirileceği” ifadesi, sağlıkta ikinci reform dönemi haberleri ile birlikte değerlendirildiğinde önümüzdeki günlerde, hastane hizmetlerinin finansmanına ek kaynak olarak vatandaşın cebine yeni bir hortum uzatılacağına işaret etmektedir.
Sağlıkta eşitsizlikler giderek artarken, tıbbi hizmetlere erişimin yurttaşların büyük bir çoğunluğu için giderek daha da zorlaşacağı bir sürece doğru hızla ilerliyoruz. AKP hükümetlerinin uyguladığı politikalara bağlı olarak artık sağlıkta hizmet bedellerinin ödenmesinde kritik bir evreye girilmiştir.
Aslolan bilimsel kanıtlara dayalı, nitelikli, ulaşılabilir, giderlerin vatandaşın cebinden değil kamu kaynaklarından karşılanacağı bir sağlık sisteminin hayata geçirilmesidir.
Likidite Oranları *
Cari Oran = Dönen Varlıklar / Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar = 2.474.128.279/ 6.037.797.228 = 0,4097 ( % 40,97) Sağlık tesislerinin net çalışma sermayesinin yeterli olup olmadığını ortaya koyan bu oranın en az 1 ve 1‟in üzerinde olması gerekir. Oranın 1 olması işletmenin kısa vadeli yabancı kaynaklarının tamamını dönen varlıkları ile karşılayabileceğini göstermekle birlikte, sağlık tesislerinde bu oranın 0,4097 olduğu, dolayısıyla kısa vadeli borçlarını ödeme gücünün yetersiz olduğu anlaşılmaktadır.
Nakit Oran = Hazır Değerler / Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar = 678.438.212 / 6.037.797.228 = 0,1123 (% 11,23) Nakit oranı, faaliyetlerden sağlanan fon girişlerinin durması ve alacakların tahsil edilememesi durumunda, sağlık tesislerinin kısa vadeli borçlarını ödeme gücünü yansıtmakta olup, genel ilke bu oranın 0,20‟nin altına düşmemesidir. Ancak sağlık tesislerinde bu oran % 11,23 olup, nakit sıkıntısı yaşama riski olabileceğini göstermektedir.
Finansal oranlardan kaldıraç oranı **
Kaldıraç Oranı = Toplam Yabancı Kaynaklar / Aktif Toplamı = 6.037.797.228 / 3.362.608.304 = 1,7955 Kaldıraç oranının genelde % 50‟den fazla olması işletmenin ciddi bir borç yüküne girmeye başladığını göstermektedir. Sağlık tesislerinin kaldıraç oranı % 179,55 seviyesinde olup, bu durum sağlık tesislerinin uzun vadeli yabancı kaynağı da bulunmadığından, aktif toplamının % 179,55‟inin kısa vadeli kaynaklarla finanse edildiğini göstermekte, bir başka deyişle sağlık tesislerinin çok ciddi bir borç yükü altında olduğunu göstermektedir.
Finansman oranı***
Finansman Oranı = (Özkaynaklar) / (Toplam Yabancı Kaynaklar) = - 2.675.188.924 / 6.037.797.228 = - 0,4430 Kural olarak finansman oranının 1 olması istenmekle birlikte, sağlık tesislerinde bu oran (-) değerdedir. Bu durum mali gücünün yetersizliğine işaret etmektedir.
Öz sermaye oranı****
Öz sermaye Devir Hızı = Net Satışlar / Ortalama Öz kaynaklar = 23.207.846.913 / - 1.762.973.982 = - 13,16 işletmenin sahip olduğu öz sermayenin ne ölçüde verimli kullanıldığını gösteren bu oran, sağlık tesislerinde (-) değer taşımakta olup, son derece verimsiz kullanıldığına işaret etmektedir.
Kaynak: Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna Bağlı Döner Sermaye İşletmeleri 2015 Yılı Düzenlilik Denetim Raporu sayfa 79 - 95 (GK/ED/EKN)
Akademisyen Özge Öner'e İsveç'ten 'İnsani Çiçeklenme Ödülü’
Ülkenin önde gelen düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü'nün verdiği ödüle, ‘insan refahını teşvik eden’ entelektüel çalışmaların sahipleri layık görülüyor.
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Doçenti ve Oksijen yazarı Dr. Özge Öner, İsveç'in saygın düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü tarafından verilen "İnsani Çiçeklenme Ödülü"ne layık görüldü.
Ratio Enstitüsü’nün, insan refahını artırmaya yönelik entelektüel katkıları onurlandırmak amacıyla verdiği bu prestijli ödül, bu yıl Öner’e takdim edildi.Ödülü, 2022 yılında bu ödülü ilk kez alan kurumsal iktisat profesörü Niclas Berggren’in elinden alan Öner için Berggren şöyle dedi:
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
2008 yılında Marmara Üniversitesi’nden iktisat lisans diplomasıyla mezun olan Öner, yüksek lisans ve doktora eğitimini İsveç’teki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamladı. 2014 yılında "Retail Location" başlıklı doktora tezini sundu. Mekânsal iktisat alanındaki bu çalışması, akademik kariyerinin temel taşlarından biri oldu.
Bu alanda Jönköping’de çeşitli akademik kurumlarda görev alan Öner, 2018 yılından bu yana Cambridge Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor. Uzun yıllar İsveç’in önde gelen gazetelerinden Svenska Dagbladet’te köşe yazarlığı yapan Öner, Mart 2024’ten bu yana Oksijen gazetesinde yazıyor.
Ne kahraman ne kurtarıcı: Bir hekim, bir aydın, bir hak savunucusu
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak.
Özen B. Demir ve Onur Erden’in “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım” söyleşisi, Dr. Selim Ölçer’in mütevazı, renkli, samimi, içten ve sahici kişiliğiyle bizi tanıştırıyor. Biyografi kitabı, akıcı ve sohbet havasında, nehir söyleşisi tarzında hazırlanmış; sürükleyici ve bir çırpıda okunacak bir kitap.
Kitapta ayrıca Şükrü Hatun ve Selçuk Mızraklı’nın sunuş yazıları ile Vecdi Erbay’ın İMC TV’de Diyarbakır Söyleşileri kapsamında 2013 yılında yaptığı söyleşi de yer alıyor.
Aile geçmişi ve politik bilincin oluşumu
Selim Ölçer, varlıklı bir aileden gelir. Annesinin ailesi bir tarafı toprak ağası, diğer tarafı şıh kökenlidir. Babası Adalet Partisi taraftarı; eve giren tek gazete Tercüman. Dindar bir ailede büyüyen Ölçer, ilkokul ve ortaokul yıllarında sağlam bir dini eğitim alır; Kur’an ve hadis okur, Ayet-el Kürsi’yi ezbere okuduğunu dile getirir.
Mehmet Ali Aybar Aybar’lı tarihi Türkiye İşçi Partisi (TİP), Mehdi Zana, Tarık Ziya Ekinci sayesinde Diyarbakır’da örgütlüdür. Selim Ölçer’in politik bilinci de TİP sayesinde şekillenir. İlk Doğu mitingi Silvan’da yapılır. Mehmet Ali Aybar’ın “Siz Kürt’sünüz, onun için eziliyorsunuz” sözü, Kürt kimliğinin oluşmasında etkili olur.
Anadili kişinin onurudur. “Kürtçe bilim dili değildir” savlarına karşın, anadilini tanıma, anadilde sağlık hizmeti sunma gibi gerekçelerle Mezopotamya Vakfı’nın kurulmasında ve Mezopotamya Tıp Kongresi’nin düzenlenmesinde aktif yer alır. Kürtlerin, “Başın sıkışırsa sırtını ya sağlam bir arkadaşa ver ya da dağlara,” deyişine uygun bir yaşam sürer. Gerek hekimlik pratiğinde, gerek insan hakları mücadelesinde…
Selim Ölçer’in akrabası olan Yusuf Azizoğlu (1917-1970) Silvan Belediye Başkanlığı, milletvekili, Sağlık Bakanlığı yapmıştır. Silvan’ın yetiştirdiği ilk hekimdir. Sonrasında Selim Ölçer gelir. Pek bilinmez ama sosyalizasyonun uygulayıcılarındandır. Onun Sağlık Bakanlığı (1962-1963) döneminde uygulanmıştır. Azizoğlu’nun müsteşarı olarak çalışan Nusret Hoca (Fişek), anılarında onu dürüst bir devlet adamı olarak anlatır.
Silvan, Ermeni yoğunluğunun olduğu bir ilçe. Bölgede birçok Ermeni köyü vardır. Orada bir şekilde kalmayı başaran, koruma altına alınanlar, yıllarca kimliklerini gizlerler. Nüfus cüzdanlarından İslam yazar. Silvan’da uzun yıllar kent sineması olarak kullanılan yapı, Ermeni cemaatine ait bir kilisedir. 1988 yılında camiye dönüştürülmüş. Bölgede birçok zanaat (dokumacılık, şalcılık), ticaret ve bağcılıkla uğraşırlar. Selim Ölçer’in annesinden dinlediği anekdot, 1915 olaylarını tüm çıplaklığıyla göstermesi açısından önemlidir: “1915’de Ali amcan Muş bölgesinde askerlik yaptı. Oradaki Ermeni köylerini yakarken, ertesi gün askerliği bitiyor. Son akşam gelmiş artık. Saat beşte askerlik bitecek. Son köyü yakarken orada bir kız çocuğuna rastlıyor, bir kız çocuğuna. Komutanına gidip diyor ki, ‘Benim kızım yok, izin verirsen ben bunu öldürmeyeyim, alıp götüreyim kendimle.’ Kimseye anlatmamak kaydıyla onaylıyor komutan…”
Özen B. Demir ve Onur Erden, Dr. Selim Ölçer: “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2025, 272 sayfa.
Eğitim ve meslek yolculuğu
Selim Ölçer henüz 14 yaşında (1962) ayrılır Silvan’dan. Lise, tıbbiye ve uzmanlık eğitimi Ankara’da. Diyarbakırlı olduğu kadar Ankaralı. Dostluğa, barışa, demokrasiye inanan bir Kürt aydınıdır. Siyasi, mesleki mücadelesi Ankara’da. 68 kuşağından. Tıbbiye’de 1970’lerde Fikir Kulübü Başkanlığı yapar. Faşistlerin, dönemin Ülkü Ocakları Başkanı ve Osman Durmuş’un (1999-2002 Sağlık Bakanı) içinde olduğu bir grubun, Ankara Tıp Fakültesi Morfoloji binasına basarak Selim Ölçer’i bir kamyonete bindirip kaçırma hikâyesi var. 60’lardan 2000’lere kadar Ankara. 2000 sonrası tekrar Diyarbakır.
“Sempatizanlık ve aidiyet” olarak kendisini 68 kuşağı içinde 68’in devrimcisi olarak tanımlar. “Öyle yüksek teorik donanımı olan, militanlık yapan bir sosyalist olmadım,” diyerek de ilave eder. Kendisini sosyalizme hayranlık duyan, yönelimi olan, sol değerlere bağlı birisi olarak ifade eder. 68 kuşağı içinde yer almıştır ama 12 Eylül öncesi 78’in militan, örgütlü mücadelesi içinde yer almamıştır. 1977-80 KBB ihtisas dönemi, 1980-84 aynı klinikte şef muavini olduğu, mesleki konularda yetkinleşmeye yoğunlaştığı dönemdir.
Mesleğinde başarılı bir hekimdir. Açık rinoplasti denilen ameliyatı ilk kez kendisinin getirdiğini söyler. 1987 yılında Yugoslavya Zagreb’de bu ameliyatı öğrendiğini, sonra Türkiye’ye getirdiğini ifade eder. Meslek yaşamında hekim olarak yoksulun yanında yer almıştır. 2000’li yıllardan sonra döndüğü Diyarbakır’da açlık sınırında yaşayan yoksul insanlara yardım için kurulan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği kurucuları arasında yer alır. Dernek 2016 yılında kapatılır. “Terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlaması ile yargılandığı dava şu an Yargıtay’dadır.
Genellemelerden kaçınmak gerektiğini bilerek yazıyorum. Doğu toplumlarında duygusallığın öne çıktığını, peşinden sürüklendikleri “kahramanları, liderleri, önderleri” olduğunu söylesek çok da hatalı yargıda bulunmuş olmayız. Bu anlamda Batı toplumları daha rasyoneldir. Bir Kürt aydını olarak Selim Ölçer de, “Ben ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanırım kardeşim. İnanmam. Bizler belki toplumun şöyle veya böyle önderleri olabiliriz, ufak tefek liderleri olabiliriz. Ama toplumun kahramanı, kurtarıcısı, bilmem nesi değiliz,” derken Batılı bir zihin dünyasını görüyoruz. Her ne kadar kendisi abiliği kabul etmese de, o Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarihinde saygın bir yeri olan abilerimizdendir.
Öbür yandan memleketi olan, çok kültürlü, çok kimlikli kadim şehir Diyarbekir’ın kültürel kodlarında da abilik vardır. Şair-yazar Veysel Öngören (1931-98), eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana (1940-…), yazar, siyasetçi, hekim Tarık Ziya Ekinci (1934-2024) hekim Mahmut Ortakaya (1938-…), gazeteci, şair Ahmet Arif (1923-91) bunlardan sadece birkaçıdır. O, klasik sol jargondaki şeflik, abilik kültürüne uzaktır. Başkanlık kültürüne, kurtarıcılık anlayışına yatkın değildir. Bu nedenle ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanır. Ama şurası bir gerçektir ki hekim hareketinde; 1986-90 Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı, 1990-95 TTB-MK Başkanı olarak yönetsel sorumluluklar üstlenmiş, TTB tarihinde bir döneme (1980-2000) damgasını vurmuştur. Övgüye ihtiyacı olmasa da, isminin anılması yakın tarih açısından önemlidir. Bu anlamda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun son dönem genel kurul konuşmalarıyla ilgili bir anekdotu kendisinden dinleyelim: “Her kongrede kalkar, Nusret Hoca’yı (Fişek) över, ‘Erdal Atabek şöyle yaptı’ der. Ata Soyer’leri zikreder… Bir tek defa bile ağzına almaz ismimi… Bu niye zor mesele?”
TTB ve ATO’da iz bırakan dönem
Ortak aklı öne çıkartan, katılımcılığı önemseyen, ortak üretme kültürüne yatkın birisi olarak, bir başkandan çok orkestra şefi gibi ATO’da ve TTB’de yönetsel görevler üstlenmiştir. Dostluğu, yoldaşlığı, birlikte bir şeyleri kurtarmayı önemser. Muhabbet adamıdır. Döneminde hekim mücadelesinde büyük işler başarılmıştır. Ama o, mütevazılığı elden bırakmaz.
80 sonrası ilk memur eylemi, 12 Eylül darbesine karşı ilk çıkış, hekimlerde ilk uyanış, ilk hekim hareketi, beyaz eylemler; onun ATO Başkanlığı döneminde hekimlerin oda çevresinde örgütlenmesiyle olmuştur. Muayene hekimleri bile bu eylemlere katılmıştır. Bakanlık önünde beyaz önlük atmalar, hastanelerde toplu nöbetler, sessiz yürüyüşler (1988)… 90 yıllarda eylem otobüsü ile Numune Hastanesi’nin önüne girmeleri, o dönemi yaşayanlar için hâlâ hafızalardadır. Dinamik, etiğe, sendikalaşmaya, demokrasiye ve insan haklarına sıcak bakan bir TTB’yi güçlü bir ekip olarak birlikte yaratmışlardır.
İskender Sayek’in katkılarıyla ilk kredilendirme kurulu kurulmuştur. Toplum ve Hekim daha canlı hale getirilmiş, Tıp Dünyası yayına başlamış, STED (Sürekli Tıp Eğitim Dergisi) çıkarılmıştır. UDEK (Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu) kurulmuştur. Katılımcılık ve kitleselleşme adına GYK, kol ve komisyonların kurulması, var olan komisyonların aktifleştirilmesi bu dönemdedir. Hekim mücadelesini insan hakları mücadelesinden ayrı düşünmemiştir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) kuruluş süreçlerinde yer almıştır.
*Dr. Selim Ölçer (Fotoğraf: TTB/X)
O, meslek odası çalışmalarında dinamik siyaset ile meslek aktivizmini dengelemiştir. Politik ama politize olmayan bir TTB’nin yaratılmasında katkıları büyüktür. Her olayda “hekimler bu işe ne der?” sorusunu aklından çıkarmamıştır. Nusret Hoca’ya olan saygısını, sevgisini her daim ifade eder. Selim Abi ve o döneme damgasını vuran herkesin söylediği “Nusret Hoca TTB’nin çok önünde bir insan” olmasıdır. Bir generalin oğludur ama gerek 12 Mart’ta gerek 12 Eylül’de darbecilere karşı durmuştur. Sosyalizasyonun mimarı, duayen bir hekim olarak idam cezasına ve işkenceye karşı tutumundan dolayı yargılanmıştır (1985).
Selim Ölçer; mecburi hizmet, uzmanlık ve meslek yaşamında onun öğretileriyle hekimlik yaptığını söyleyerek ona olan saygısında kusur etmez. 1986-90 yıllarında ATO çevresinde “çağdaş hekimler” olarak örgütlenen, daha mücadeleci, dinamik bir ekip ED-TTB’nin (Etkin Demokratik TTB / 1990) nüvesini oluştururlar. Ata Soyer’in mizahi anlatımıyla ekip; 68’den arta kalan, 78’den ucuz yırtan, 80 sonrası mezun olup hekimlik yapmak isteyenlerdir. “Nasıl bir TTB tartışmasına giriş” başlığı altında bir metinle ilkelerini, çizgilerini, yaklaşımlarını ortaya koyarlar. Nusret Hoca başkanlığındaki mevcut yönetim “Gerçekler bilinmeden hayal bile kurulamaz” adlı bir metinle tartışmaya katılır. Daha genç ve dinamik olan Selim Ölçer ekibi bir heyet oluşturarak (Selim Ölçer, Şükrü Hatun, Okan Akhan, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Recep Akdur) “Sensiz bir şey yapmak istemiyoruz, lütfen beraber girelim listeye” diyerek hocanın evine kadar gidip ikna etmek için çaba gösterirler. Nusret Hoca “Ben sizinle ortak programa girmem, ben sokak politikacılarıyla çalışmam” diyerek ayrı listeyle seçime girer. Sonuçta 7 kişilik TTB-MK’ye; Nusret Hoca’nın listesinden kendisi ve oğlu Gürhan Fişek, diğer listeden Selim Ölçer, Recep Akdur, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Ata Soyer girer.
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak. Yakın tarihi yazmak, bir noktada yakın gelecekle konuşmaktır. Bu hafızayı ortaya çıkardıkları ve akıcı bir nehir söyleşisi gerçekleştirdikleri için Özen Demir ve Onur Erden’e teşekkürler. Kaleminize sağlık.
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek...
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı, 2018 yılı Okan Üniversitesi Sağlık Yönetimi Yüksek Lisansı mezunu. 2020 yılında Mersin Barosundan avukatlık ruhsatı aldı. Aktif avukatlık yapmadı. 1998-2008 yılları arasında Mersin Tabip Odasında 4 dönem yönetim kurullarında yönetsel sorumluluklar aldı. 2020-24 TTB-Yüksek Onur Kurulu üyesidir. “TTB’ye Adanmış Bir Ömür: Dr Mahmut Ortakaya” kitabının yazarı.