Solfasol dergisinin Ekim 2021 sayısında yayınlanan “Tosyalı Devrimci Markos’un Evi” başlıklı yazı doğrusu benim için tam bir sürpriz oldu. Yazıda, bir dönem Mimarlar Odasında birlikte çalıştığımız Faruk Soydemir, Yunanistan yakın tarihinde önemli bir yeri olan Markos Vafiadis’in bugün hâlâ ayakta kalan aile evini tanıtıyordu.
Ev, Belediyenin yakınında Kale Sokakta yer alıyor. İki katlı ev, bir bahçe içinde ve ahşap karkas tekniğiyle inşa edilmiş. Duvarları kerpiç dolgu, kerpiç sıva üzeri kireç sıvalı. Odalar iç sofaya açılıyor, tavanları çıtalı ahşap. İç mekânlarda yüklük, lambalık, gusülhane olarak kullanılmış ince ahşap işçilik ürünü dolapları var. Dış cephesinde, çevresindeki diğer benzeri yapılarda görülmeyen özgün çıkmalar yapılmış.
Soydemir’e göre, “Markos’un evi”, yerel mimariyi, kentte ayakta kalan diğer geleneksel yapılardan çok daha iyi yansıtıyor. Ancak ev, yapıldığından bugüne kadar geçen yüzyılı aşkın süre içinde önemli ölçüde yıpranmış ve ciddi bir onarım gerektiriyor.
Markos nereli?
Markos’un Türkiye kökenli olduğunu biliyordum, ancak bazı kaynaklarda onun Erzurum’un Şenkaya ilçesinden olduğu söyleniyordu. Hatta Beşpınarlar köyünden deniliyordu. Öyle aklımda kalmış. Oysa bugün daha güvenilir kaynaklar onun Tosyalı olduğunu doğruluyor.
Galiba “Erzurumludur, Şenkaya’nın Beşpınarlar köyündendir” bilgisi Sevan Nişanyan’dan geliyor. İndex Anatolicus’ta Beşpınarlar’ın Yunanca adının “Vafia” olduğunu yazmış ve “Yunan İç Savaşının ünlü liderlerinden Kapetan Markos Vafiadis bu köylüdür” demiş.
Nişanyan’ın verdiği bilgi belki “Vafiadis” soyadı ile köyün özgün adı “Vafia”nın benzeşmesinden kaynaklanıyor denilebilir. Bir başka yorum da, ailenin bir zamanlar Erzurum Şenkaya’da yaşadığı, sonradan Tosya’ya göç ettiği şeklinde olabilir mi acaba?
Yüzyıl öncesinin Osmanlı nüfus bilgileri Erzurum’da ve Tosya’nın bağlı olduğu Kastamonu vilayetinde azımsanmayacak sayıda Ermeniyle birlikte Rumların da yaşadığını gösteriyor. 1914 sayımına göre Erzurum’da 4.864, Kastamonu’da 20.958 Rum yaşıyormuş. Yine aynı yılın rakamlarına göre Tosya’nın nüfusu 30.000 dolayında ve kentteki Rumların sayısı 680.
Resmi kaynaklara dayanan bu rakamların eksiği vardır fazlası yoktur demek sanırım doğru olacak. Zira o yıllara ilişkin nüfus bilgilerinin tartışmalı olduğu, örneğin bazı durumlarda sadece erkeklerin sayıldığı söylenir. Önemli olan bu kentlerdeki gayrimüslim nüfusun tamamının 1915-1923 yıllarında evini barkını terk etmek zorunda kalmış olduğu gerçeğidir.
Markos’un yaşam öyküsü
Markos’un yaşam öyküsü, geçtiğimiz 20. Yüzyıl bölgemiz insan coğrafyasının bir özetidir aynı zamanda. Anadolu’da başlar, İstanbul üzerinden Selanik’e, Kavala’ya, Girit Adasına, Yunanistan dağlarına, Balkan ülkelerine ve Sovyetler Birliğinin Penza kentine kadar uzanır, Şubat 1992’de Atina’da son bulur.
Markos’un Ocak 1906’da Tosya’da doğduğu, erken yaşlarda babasını ve annesini kaybettiği, çocukluğunun yoksulluk içinde geçtiği anlatılıyor. İlkokulu bitirmiştir, 1922 göçleriyle İstanbul’a gelir, sokaklarda çörek, meyve satar. 1923’te Selanik’e göç eder, orada garson olarak çalışır. Bir yıl sonra gittiği Kavala’da tütün işçisidir ve işçi hareketi içinde aktif bir eylemcidir.
1924’te KKE (Yunanistan Komünist Partisi) üyesi olur. Metaksas diktatörlüğüne karşı savaşanların saflarındadır. 1932’de tutuklanır ve Kuzey Ege’de Çanakkale Boğazı yakınlarındaki Bozbaba Adasına sürgüne gönderilir. Markos sürgünden kaçacak, Girit Adasında sürdürülen mücadeleye katılacaktır. Yine tutuklanır, Mora İçkale’de hapis yatar. Bu kez sürgün yeri Girit’in güneyindeki Gavdos Adasıdır.
Markos’un yaşam öyküsü aynı zamanda Yunanistan’da işgalci Nazi ordusuna karşı verilen savaşın ve ardından yaşanan İç Savaşın da öyküsüdür. Öykü, geçen yüzyıl komünist hareketinde yerel, bölgesel ve uluslararası ölçekte yaşananlardan izler taşır.
Nazi işgali ve direniş
İkinci Dünya Savaşı başlamıştır. Önce İtalyan, ardından Alman orduları Yunanistan’a girmiştir. Markos bir grup arkadaşıyla birlikte Gavdos’tan kaçar, Nazi işgaline karşı verilen savaşa katılır. Komünistlerin ağırlıklı olduğu ELAS (Yunan Halk Kurtuluş Ordusu) saflarındadır. 1942’de KKE Merkez Komitesi üyeliği, ardından Makedonya ELAS komutanlığı görevlerini üstlenir.
Yunanistan Ulusal Direnişi on binlerce insanın yaşamını yitirdiği, ülkenin açlıkla kavrulduğu bir ortamda ağırlıkla dağlarda verilen bir gerilla savaşı destanıdır. Savaş 1944’te direnişçilerin zaferiyle sonuçlanır. Ekim 1944’te Nazilerin terk ettiği Selanik’e giren ELAS güçlerinin başında Markos vardır.
Ekim 1944’te ülkenin neredeyse tamamında yönetim ELAS ve geniş cephe örgütü EAM (Ulusal Kurtuluş Cephesi) güçlerinin elindedir. Ama aynı günlerde yapılan 4. Moskova Konferansında Stalin ve Churchill arasındaki pazarlığın sonucu, zaferin kaderini değiştirecektir. Pazarlıkta, Doğu Avrupa ve Balkanlarda iki ülkenin etkinlik alanları yüzde oranlarıyla belirlenmiş ve sonuç gelişigüzel bir kâğıt parçasına yazılmıştır. Sovyetler Birliği, Romanya ve Bulgaristan’a karşılık Yunanistan’ı yüzde 90 oranında İngiltere’ye bırakmıştır.
Bu anlaşma tarihe “Yüzdelik Anlaşması” (Percentage Agreement) olarak geçecektir. Özetle Yunanistan’da direnişçiler “satışa gelmiş”, zafer ellerinden çalınmıştır. Gerçi komünistlerin de içinde yer aldığı bir hükümet kurulmuştur, ama ülke bu kez İngiltere’nin işgali altındadır. Silahlarını bırakan ELAS savaşçılarına yönelik katliamlar başlar. “Beyaz Terör” olarak adlandırılan bu dönemde Faşistlerin yerli işbirlikçileri, bu kez İngiltere’nin himayesinde yaygın bir sol kırıma girişmişlerdir.
İç savaş yılları ve sonrası
Direnişçilere dağa çıkmaktan başka yol kalmamıştır. Bu kez savaş DSE (Yunanistan Demokratik Ordusu) örgütlenmesiyle ve gerilla taktikleriyle sürdürülür. Markos, DSE’nin başındadır, 1947’de dağlarda kurulan geçici hükümetin başbakanlığına seçilir. Savaş güç koşullar altında sürdürülmektedir. Bir yandan da KKE merkez yönetimi ile Markos arasında tartışmalar yaşanmaktadır.
Örneğin Markos, savaşın gerilla taktikleriyle sürdürülmesinden yanadır, Zahariadis yönetimindeki parti merkezi ise kentlerdeki ayaklanmalarla desteklenecek düzenli ordu örgütlenmesini öngörmektedir. Sonunda görüş ayrılığı derinleşir ve Markos “azledilir”. Bu arada Zahariadis’in de Edirne doğumlu bir Trakya göçmeni olduğunu ekleyelim. Belki de Markos’la tartışmalarında zaman zaman Türkçe küfürleştiklerini tahmin edebiliriz.
Bir süre sonra İngiltere Yunanistan’dan çekilmiş, yerini Amerika’ya terk etmiştir. Sözde “cumhuriyetçi” ordu bu kez ABD’nin silahlı desteği ile saldırmaktadır. Hatta ABD napalm bombasını ilk kez DSE direnişçilerine karşı kullanacaktır. Çevre sosyalist ülkelerden aldığı lojistik destek giderek azalan DSE’nin başarı şansı kalmamıştır. Ekim 1949’da KKE’nin “Özgür Yunanistan Radyosu” ülkede daha fazla kan dökülmesini önlemek için harekâtın durdurulduğunu duyurur. On binlerce DSE savaşçısı ülkeyi terk eder ve komşu sosyalist ülkelere sığınır.
Markos da SSCB’de sürgündedir ve parti ile ilişiği kesilmiştir. Ancak 1956’da Stalin’in ölümünden sonra değişen siyasal ortamda Zahariadis ve yandaşları KKE yönetiminden uzaklaştırılır, Markos yeniden parti merkez yönetiminde görev alır. Ancak bu kez de görüş ayrılıkları vardır. Markos, KKE merkez yönetiminin aldığı Yunanistan içinde sürdürülmekte olan illegal çalışmanın durdurulması kararına karşı çıkar. 1958’de merkez yönetiminden, 1961’de parti üyeliğinden uzaklaştırılır. Geri kalan sürgün yıllarını Moskova’dan 600 kilometre uzaktaki Penza kentinde işçi olarak çalışarak geçirecektir.
Yunanistan’a dönüş
Albaylar cuntasının devrilmesinin ardından Yunanistan’da demokrasi yanlıları yeniden güç kazanmıştır. 1984 yılında çıkan aftan sonra Markos Yunanistan’a döner, eski dostları ve KKE’nin yeni yönetimi tarafından coşkuyla karşılanır. Parti yönetiminin onun için öngördüğü “onursal” bir konumdur. O yıllarda KKE milletvekili olan Mikis Theodorakis, “Gel, Mecliste KKE sıralarının en önünde otur, tarihi yerini al” der.
Markos öyle pasif bir konumda kalma niyetinde değildir. İşe bıraktığı yerden devam etmek, geçmişle hesaplaşmak istemektedir. Yeniden merkez yönetiminde görev verilmesini beklediğini söyler. Ancak “genç” komünistlerle uzlaşması mümkün değildir. Bu kez çağrı sosyal demokratlardan, Andreas Papandreu’dan gelir, Kasım 1989’da yapılan ara seçimde PASOK listesinden milletvekili seçilir. Ama Markos bu siyasal tercihine karşın, son günlerine kadar kendini “komünist” olarak tanımlayacak, inancını kaybetmediğini söyleyecektir.
Markos, Yunanistan’a dönüşünde Sakız Adasında yaşar ve 5 ciltlik anılarını yazar. Ömrünün son yıllarında sosyalist dünyadaki değişiklikleri de görebilmiştir. SSCB’nin dağılması ve reel sosyalizmin başarısızlıkları karşısında ne düşündüğünü soranlara, komünizmin erişilmesi olanaksız bir hayal ürünü olmadığını söylemiştir.
Markos Vafiadis yaşadığı güç koşullara karşın 86 yıl ayakta kalmayı, yaşadıklarını ve görüşlerini yeni kuşaklara aktarmayı başarabilmiştir. İç Savaş ve sonrasında KKE içinde çatıştığı Edirneli Zahariadis ise o kadar şanslı değildir. Partiden uzaklaştırıldığı 1957 yılından sonra sürgün hayatı yaşadığı Rusya’nın Surgut kentinde 1973 yılında yaşamına kendi eliyle son vermiştir.
Bazı okuma önerileri
Yunanistan’ın sözünü ettiğimiz dönemine ilişkin yayınlar ve tartışmalar bugün de sürmektedir. Sanırım bu konuda Türkçe’de yayınlanan ilk kapsamlı çalışma Dominique Eudes’in “Kapetanios / Yunanistan İç Savaşı - 1943-1949” adlı kitabıdır (Belge Yayınları, ilk basımı 1985).
Sosyalizm ve Sosyal Mücadeleler Ansiklopedisi’nin 1989’da yayınlanan 32. ve 33. Fasiküllerinde yer alan “Yunanistan İç Savaşı” başlıklı 33. Bölüm (Cilt 4, s.1068-1103) başlı başına önemli ve ayrıntılı bir başvuru kaynağıdır.
Yazılama Yayınlarından 2008’de çıkan Fuat Göktürk’ün hazırladığı “Komşuda İç Savaş” adlı kitap, özellikle KKE’nin görüşlerini yansıtan, yararlanabileceğiniz bir çalışmadır. Daha özet bir bilgilenme için Gelenek dergisinde (Sayı 90, Ekim 2006) yayınlanan Kostas Pateras’ın “Yunan İç Savaşı Üzerine Notlar” makalesine bakabilirsiniz.
Konuya ilişkin rahat bir okuma için Alki Zeis’in “Ahilya’nın Nişanlısı” romanını (Arion Yayınevi, 2006) önerebilirim. Yazarın kendi yaşam öyküsü üzerinden yazdığı bir romandır. Özellikle İç Savaş yenilgisinin ardından sürgündeki KKE üyeleri arasında Rusya’da yaşanan tartışmaları, çatışmaları anlatan bölümleri iyi bir yan okuma kaynağı olabilir.
Size izleyebileceğiniz bir belgesel film de önereyim. Bilindiği kadarıyla Türkiye’den komşudaki İç Savaşa katılan tek kişi Mihri Belli’dir. O günlere ilişkin anılarını “Gerilla Anıları” adlı kitabında (Belge Yayınları, 1998) yazmıştır. Fotos Lambrios’un 1999 yapımı “Kapetan Kemal - Bir Yoldaş” adlı 72 dakikalık belgesel filmde onunla İç Savaş konusunda yapılmış söyleşiyi ve İç Savaştan görüntüleri izleyebilir, hatta Belli’nin yaşlanmış sesinden ELAS Marşının Türkçesini dinleyebilirsiniz.
Tosya’daki ev onarılmalı, korunmalı
Markos’un Tosya’daki aile evine dönecek olursak, öncelikle böyle bir tarihi mirasa sahip çıkan Tosya Belediyesini kutlamak gerekir. Belediye, Kastamonu Valiliğinin de desteği ile yapıyı satın almış ve dönemin Belediye Başkanı Kazım Şahin yapının restore edilerek kent müzesi haline getirileceğini söylemiş. Mimarlar Faruk Soydemir ve Vedat Ağca’nın hazırladığı röleve ve restorasyon çalışmaları Koruma Kurulu tarafından onaylanarak yapı korunacak kültür varlığı olarak tescil edilmiş.
Koruma Kurulu görevlilerinin Ağustos 2017’de yapıyı yerinde incelemek için Tosya’ya gelişi ilgiyle karşılanmış. O günlerin gazetelerinde haber; “Yunan Başbakanının evi Müze haline getirilecek”, “Tosya Kent Tarihi Müzesi olarak kullanılacak Markos’un evi onarılıyor” başlıkları ile verilmiş.
Gazete haberlerinde, Belediye Başkanı Kazım Şahin’in, Tosya için önem taşıyan bu kültür hizmeti konusunda gerekli çalışmaların 2018 yılına kadar bitirilmesini amaçladıklarını söylediği belirtiliyor. Aradan beş yıl geçmiş, ancak bugüne kadar yapının restorasyonu işine henüz girişilmediği anlaşılıyor.
Binanın gerçekten Vafiadis ailesine ait olup olmadığı ayrıca bir araştırma konusu olabilir. Ama yerel mimariyi çok iyi yansıtan ve bugüne kadar ayakta kalmayı başaran böyle bir yapının yenilenerek korunması önemli bir hizmet olacaktır. Umarız belediye bu konuda girişimlerini hızlandırır, gerekli mali kaynaklar bulunur ve yapı kısa zamanda onarılır, kent müzesi olarak hizmete girer. (AŞ/AS)
Mimar. ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nden 1970’da mezun oldu. Yüksek lisans çalışmasını 1979’da tamamladı. Fakülte Öğrenci Derneği yönetiminde ve ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü çalışmalarında yer aldı. Mimarlar...
Mimar. ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nden 1970’da mezun oldu. Yüksek lisans çalışmasını 1979’da tamamladı. Fakülte Öğrenci Derneği yönetiminde ve ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü çalışmalarında yer aldı. Mimarlar Odasında değişik görevlerde bulundu. Mimarlar Derneği 1972 yönetiminde ve Mimarlık Vakfında görev aldı. İnşaat uygulamalarında yöneticilik yaptı. Mimarlık mesleğine ilişkin yazı ve çevirileri var. bianet ve Solfasol’da toplumsal konularda yazıyor.
Hak odaklı, çok sesli, bağımsız gazeteciliği güçlendirmek için bianet desteğinizi bekliyor.
bianet’te staj yapmayı ben de beklemiyordum. Staj başvuru formunu “Moleküler Biyoloji ve Genetik mezununu almazlar zaten,” diye düşünerek doldurdum. Sonra o malum e-mail geldi. Nasıl bir heyecanla başladıysam zaman da çok çabuk geçti burada. Güzel zaman çabuk geçermiş.
Stajdan önce, günümüzde çok ihtiyaç duyulan hak odaklı haberciliği icra etmeye, sahip olduğum okuma ve yazma becerilerini bir alana yönlendirmeyi düşünüyordum. Okur-yazarlığımı faydalı bir şeye dönüştürmek istiyordum. Staja geldiğim ilk gün dedim ki “Ben ekoloji, kadın ve LGBTI+ haberleri yapacağım. Marjinalleşmiş gözüken bu alanları gazetecilik sektöründe daha çok parlatacağım”. En azından hedefim buydu. Dikmece’deki ekolojik yıkıma dair haberimden tutun Macaristan’daki Onur Yürüyüşü'nün yasaklanmasına kadar içime sinen birçok haber yazdım. Atölye BİA’da Boğaziçi öğrencileriyle birlikte Evrim’den ve Orhan hocadan Toplumsal Cinsiyet Atölyesi aldım. Ben de öğrencilerle birlikte toplumsal cinsiyet, çocuk ve hak odaklı habercilik nasıl yapılır, onu öğrendim.
Zorluklar
En zorlandığım kısmı söyleyebilirim bu süreçte, bazen haber yaparken daha soğukkanlı olmak gerekiyor. Ben bunu yapabildiğimi düşünüyordum fakat geçen gün Macaristan’daki Onur Komitesi'yle konuştuktan sonra habere yazmak için Stonewall İsyanı’na bakmam gerekti. Yaşananlardan ötürü birden gözümden yaşlar boşalmaya başladı. Lubunya tarihi okuyunca bendir…
Ruken’in beni hem bir gazeteci hem de bir feminist olarak desteklemesi, motive etmesi çok değerliydi. Evrim’in birden içinden gelen şarkı söyleme isteği ve attığı feminist sloganlar, Vecih’in ve Murat’ın benimle ilgilenmesi, Hikmet’in sessizliği ve komik cevapları, Ali’nin hem alaycı hem ciddi mizacı, Korcan’ın yerinde duramaması, Leyla’nın sohbetleri (dedikoduları)… bianet’teki bu samimi detaylar yapbozun parçaları, bu parçaları birleştirdiğinde aslında ortaya bir aile tablosu çıkıyor. Aradaki bağ yapay ve hiyerarşik değil, oldukça organik. Herkes güleryüzlü! Ben de bu ailenin bir parçası oldum.
Asıl yanımda oturan üç kişiyi sona bıraktım. Aile tablosundaki eğlenceli iki kardeş: Tuğçe ve Aren, özellikle ikisi birlikte olduğunda onlarla eğlenmemek mümkün değil. Tuğçe’nin sivridili ve gülme efektleriyle, bira arkadaşım Aren’in mizahi yönü birleşince antidepresan etkisi yaratıyor. Bir de benimle birlikte başlayan canım stajyer arkadaşım Gülsüm, her defasında “Çok konuştum. Kafanı şişirdim,” deyip durmasa… Konuş be konuş! Gülsüm’ün fotoğraf makinesinde bir sürü anı da bıraktık. En güzel stajyerlik dönemim olarak kalacağına eminim. İyi ki stajımı bu samimi aile tablosunda yapma şansı buldum. Mişko, Mêşo ve Küba’yı özleyeceğim. (DT/TY)
Doğa Tekneci'nin bianet'te yayımlanan haber ve yazılarını görmek için tıklayın.
"Okullardaki gibi onlara kızan, bağıran birileri yok ve de burada ilk kez ailelerinden ayrı kalıyorlar, hayatı görüyorlar, bulaşık yıkıyorlar, bunlar da onlar için heyecanlı bir deneyim oluyor ve anısı kalıyor."
Erken saatte başlayan bir okulun mesaili çalışan bir müzik hocası olarak, bayram tatili çok kıymetli oluyor. Ne yapsam, nerede dinlenirim diye düşünürken yıllardır merak ettiğim Nesin Köyü geliyor aklıma, bu tarihte kamp olacağını bile düşünmemişim, sadece kalıp ortamı solumak isterken, şansıma derslere denk geliyorum. Doğasıyla, manzarasıyla, kütüphanesiyle insanı öğrenmeye teşvik eden bir yer burası. Bildiğimiz okullara benzemiyor. Çok etkileniyorum ve Ali Nesin’le okul hakkında bir söyleşi gerçekleştiriyorum. Bizi kırmıyor, okulunu anlatıyor. Keyifli okumalar!
Matematik ve Oyun kampının ismi çok oldukça ilgi çekici, üstelik davetkar. Matematik bir oyun mu? İsme nasıl karar verdiniz?
Matematikte yirminci yüzyılın başlarında bulunmuş oyunlar kuramı vardır. John von Neumann da bu konuyu kitaba ilk taşıyan matematikçidir. Hatta Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) filminden bildiğimiz John Forbes Nash da bu kuramın katkısı sayesinde ekonomi ödülünü alır.
Çocukların tatil günü bir kursa veya kampa katılmasını teşvik edip, matematikten korkmasını engelleyecek bir başlık aynı zamanda…
Matematiği bir anlamda oyun olarak görebiliriz. Doğaya karşı tek başına oynanan bir oyun. Matematik doğayı, doğanın yasalarını, evrende hangi kuralların işlediğini anlamamıza yardımcıdır sonuç olarak. Bir mücadele veriyor, dünyada kimsenin bilmediği sorular üstüne çalışıyorsun. Bilinmeyeni bulmaya uğraşıyorsun. Bu bir oyun değil de ne?
Peki içeriği nasıldı bu kampın?
Biz bu kampta birçok oyun oynadık. Bu oyunlar tüm bilginin satranç gibi ortada oynadığı oyunlar. Son derste oynattığım hapishane oyunu en zoruydu. Malesef Covid sebebiyle kaybettiğimiz Conway’in yüzlerce oyunundan biridir. Çözemeyeceklerini de biliyordum ama çocuklar çok meraklıydı ve zekice sonuca ulaşmaya yaklaştılar. Şaşırtıcı bir sonucu vardır bu sorunun.
Genelde kimler geliyor derslerinize?
Bazen anneler babalar “Çocuğumu yollayacağım kampa.” diyorlar, ben de Aras Kargo ile alıyoruz diye espri yapıyorum. Çünkü ailesinin dayatması ile gelmesini tercih etmiyorum çocukların. Kendi istekleriyle gelsinler istiyorum. Kimisi yapamıyor, eksikliğini gidermek istiyor, kendi isteyerek geliyor. Böyle akıllı çocuklar da var. Anlamadığı şeyi aşağılamıyorlar, kedi uzanamadığı ciğere pis der misali…
Okullarda matematik dersi çok önemli değil mi? Nasıl buluyorsunuz eğitimi?
Biz dünyaya matematik sayesinde anlıyoruz, elimizde başka bir veri yok. Ama sanki matematik bu kadar önemli değilmişçesine müfredatta çok fazla detaya kaçılıyor. Ayrıca nelerin öğrenilmesi gerektiğinin dışında nelerin öğrenilmeyeceğine de karar veriyorlar ve bu haksızlık. Daha iyi öğrenen ve ilerlemeye açık çocukların daha çok öğrenmesini nasıl engelleyebilirsiniz ki? Bu yüzden müfredatın mutlak doğru olarak görünmesine karşıyım ve konuların öğrenciye göre düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Öğretmenler de çocukların matematiği sevmemesine sebep oluyor sanki…
Maalesef evet. Kusura bakmasınlar ama öğretmenler de yeterli değil çoğu okulda, çünkü sınavla gelmiyorlar. Onlar yetersiz olunca da öğrenciler matematikten daha kolay soğuyor…
Peki Matematik Köyü’nden çıkan öğrencilerin geri dönüşleri nasıl?
Bilinen bir gazeteci geçenlerde bize yazmış, yeğenleri gelmiş bizim kampa ve hala anlata anlata bitiremiyorlarmış. Öğrencilerin hepsinin öğrenme seviyesi farklı ve biz onlara burada alan da tanıdığımız için hepsi kendi öğrenme hızında zevk alarak matematiği deneyimleyebiliyor. Okullardaki gibi onlara kızan, bağıran birileri yok ve de burada ilk kez ailelerinden ayrı kalıyorlar, hayatı görüyorlar, bulaşık yıkıyorlar, bunlar da onlar için heyecanlı bir deneyim oluyor ve anısı kalıyor.
Daha çok bilgi ve kaynağa ulaşması için öğrencilere ne önerirsiniz?
Ben öğrencilere hep, kendini annenle, babanla, mahallenle kısıtlı tutarsan ilerleyemezsin diyorum. Evrensel bir eğitim almalı ve kendini Oxford’daki, Cambrigde’teki, Harvard'daki yaşıtlarınla yarışmalısın diyorum. Dünya çapında olmak için müfredat dışına çıkmak şart özetle. Bizim zamanımızda imkanımız yoktu, sadece sahaflardan kitap toplardık ama şimdi imkan çok, internet var ve yabancı dil daha yaygın. Araştırsınlar ve neyin kendilerine göre olduğunu anlayacaklar. Okumalarını ve düşünmelerini tavsiye ediyorum kısacası.
Düşünmek çağımızda önemini kaybediyor ama sanki…
Ben de birkaç gündür bunun üstüne düşünüyorum. Şunu gözlemliyorum, gençlerin çoğu anlamaktan ve düşünmekten vazgeçmiş durumda. Peki neden? Çünkü bir şeyi anlamak için karşıda anlaşılacak bir şeyin bulunması gerekiyor. Mesela benim küçüklüğümde annem ve babam bana bir bisiklet almıştı. Bisikletin freni bozulmuştu ve ben vidayı sıktım. Meğer gevşetmek gerekiyormuş. (Gülüyor.) Ama bu şekilde çözdüm, anladım. Çünkü bir çok şey mekanikti ve anlaşılırdı. Şimdi ise çoğu şeyi anlamak çok zor, yeniliklerin hızına yetişilemiyor ve çocuklar bu dünyanın anlaşılmaz olduğuna karar verdikçe düşünmekten de vazgeçiyorlar. Anlayamam bunu diyerek sadece bana hangi tuşa basıcam ya da ne yazıcam onu söyle noktasına geliyorlar, anlamamayı kabul etmek de eğitim hayatına sirayet ediyor, çocuklar ezberliyorlar, ne yapmam gerekir diyerek icraat istiyor. Bu da çağımızın çocuklarının büyük handikapı.Bu ya pandeminin etkisi ya da modern çağın temel problemi. Mekanik olmayan anlamadığımız şey sayısı arttıkça meraktan da uzaklaşılıyor.
Peki daha iyi anlamak için önerdiğiniz başucu matematik kitapları var mı?
Türkiye’de çok fazla çeviri kitap yok. Kendi kitaplarımı önerebilirim. Onları kendi çocuk halimi düşünerek yazdım. Çünkü okur kitlesini, daha doğrusu seviyesini neye göre belirleyeceğinizi bilemediğinizde en doğru eylem kendinizden yola çıkmak oluyor. Bir de TÜBİTAK Yayınları’nı önerebilirim naçizane.
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Köyümüzü ziyaret etmek isteyenler, nesinkoyleri.org sayfasından yıl içindeki etkinliklerimizin tarih ve detaylarına ulaşabilirler.
1987'de Ankara’da doğdu. 2008’de yine aynı şehirde Bilkent Ünüversitesi Müzik ve Sahne Sanatları’ndan mezun oldu. Mezuniyetin ardından İsviçre’ye taşınıp Hochschule der Künste Bern’de master yaptı...
1987'de Ankara’da doğdu. 2008’de yine aynı şehirde Bilkent Ünüversitesi Müzik ve Sahne Sanatları’ndan mezun oldu. Mezuniyetin ardından İsviçre’ye taşınıp Hochschule der Künste Bern’de master yaptı ve üç yıl orada çalıştı. İstanbul’a döndükten sonra doktorasını da tamamlayarak, birçok yerde ders vermeye başladı. Yazmaya olan tutkusunu keşfetti ve yedi kitap yayınladı. Hâlâ tiyatro yazarlığı eğitimine devam ediyor ve bağımsız yayınlarda kültür sanat haberleri yapıyor.